IMG-5852
Levent Karataş

Gençlik, hangimizin sabıka fotoğrafı daha önce olacak gibi bir şeydi.

*Sen bunun şiirini mi yazıyorsun?

Ben her zaman o anki durumumun şiirini yazdım. Durumumuzun da. Sanırım işin sırrı burada. Çağına vakıf değilsen, sen bir hiçsin. Çağını yansıtmalısın. Gidip Cenap Şahabettin gibi şiir yazarsan şiir olur ama tanık olmaz. Büyük şairlere bak. Hemen hemen hepsi çağının dokusunu yansıtan adamlar. Bu bir gerçek. Sabıka fotoğrafım var. İstenen buysa hemen vereyim. Bir sürü rapor. Bir sürü mahkeme kararı. Bence burada önemli olan ne istediği ve bu istekle ilgili ne tasarladığı bir gencin. Kaos istiyorsan, onu çıkarmak dünyanın en kolay işi. Sosyal medyada günlük, geçici fırtınalar yaratabilirsin. Fakat gerçekten kalıcı bir fırtına olmak istiyorsan, yol bu değil. Başkalarına saldırarak yükselmek politikacıların işi, şairin değil. Ne istiyorsun? Geçmiş kuşağı yok etmek mi? Bunu sen yapamazsın. Bunu okur yapar. Bunu okur halleder. Okurun halledemeyeceği iş yoktur. Eski dergileri karıştır, kimler vardı senin gibi suyu bulandırarak yükselmeye çalışan… Şimdi hiçbiri yok! Neden yok? Çünkü hiçbir zaman olmadılar, aslında olamadılar. Olmadan olmuş gibi yapmak sahtekârlık değil aptallıktır.

Küçük İskender bazı iyi şairlere seni ameliyatla şair yapmışlar diye nüktedanlıkta bulunurdu. Kibardı, kibarlığın ona yakışmadığı zamanlar da oldu. Kadeh kırdı, sevdi, sevişti. İçinizden içimizden biri değildi dürüsttü!

*Sen kuirlerle ilgili ne düşünüyorsun?

Benim düşüncemin önemli olmadığını düşünüyorum. Önemli olan burada, onların, verdiği savaşa bir şekilde destek vermek. Kerim Atay’ın hazırladığı ve Subpress’ten çıkan Queer Antoloji’ye şiirimle destek verdim. Onlarca kuir çevirdim. Bunlar da yayımlanacak. En önemlisi ise Richard SIKEN gibi bir kuiri Türkçeye kazandırmış olmam. Bunlar yeterli değilse bilmiyorum ne yapabilirim? Çünkü elimden gelen tek şey edebiyat ve edebi ürün üretmek. İskender mevzusuna gelince… Biz birbirimizle kavga ederek tanıştık. Sonra sonra aramız iyi oldu. Sonra sonra birbirimizi anlamaya başladık. Ameliyatla yapılmak, naif bir ironi aslında. Tam onluk bir nükte. İskender nükteyi severdi. Takılmayı severdi. Ama herkese değil. Adam seçerdi. Öyle bulaşık bir adam değildi kesinlikle. Sadece güzel bir insan değil, iyi de bir şairdi. Çoğumuz onun şiirinden geçtik. Çoğumuz onunla karşılaştırıldık. Mersin’e gelmişti. Hatta bir fotoğrafımız da var ama nerede bilmiyorum. Ona demiştim ki; senle beni hep kıyaslıyorlar, senden ötürü. Onlar şiirden anlamıyor Onur, demişti. Net. Bu kadar. Birinci ağızdan duymak böyle olsa gerek. Bilirsin, yeraltına yakın bir şeyler yazarsan hemen seni İskender’le, Altay Ağbi (Öktem) ile filan karşılaştırırlar. Buna ben “kategorize etme hastalığı” diyorum. Bir eleştirmen için en kolay yol budur. Bu kestirmedir. Yarış da kazandırır ama duruş kazandırmaz. Yüzeysel adamlar yüzeysel şeyleri severler. Derine indikçe nefeslerini yitirirler çünkü. Uzatmaya gerek yok aslında. Kadeh kıran, seven, sevişen ve dürüst olan bir adamdan daha ne yapmasını beklersiniz? Şiirden daha önemli şeyler bunlar. Çok önemli.

11a6fe09-d5fa-436f-9341-3964f87aca20
Onur Sakarya

Orhan Alkaya, beni Beatnik (yolda) kuşağının temsilcisi ilan etmişti ama sen yolda kuşağının Türkiye’deki tek temsilcisi olarak hepimizi solda sıfır bıraktın.

*Yolda kuşağı neden ilgi alanın içinde?

Levent Ağbi, biliyorsun Yolda Kuşağı ilan edilmek bu ülkede çok basit. Şahsen ben kendimi tam olarak orada görmüyorum. Cazın akıcılığını bilmek önemli. Onlar biliyorlardı. Güneşin parlaklığını iyi biliyorlardı. Doğanın kızgınlığını ve mutluluğunu. Bunu deneyimlediler. Ben de deneyimledim. Bunu benimsedim mi? Tam olarak değil. Doğru, sadece ilgi alanım içerisinde. Yoksa üslup olarak aynı kefede değiliz. Şu var yalnız: Benim yarattığım her şiir evreni farklı bir yazım örgüsüyle yükseliyor. Son dönem, biraz daha uzun dizelere taktım. Uzun dize. Fakat aralara serpiştirilmiş kısa, vurucu cümleler. Bu kısa cümleler bütüne varıyor. Böyle yazan biri var mı hatırlamıyorum. Belki benim cahilliğimdir. Şair her zaman bir dizeyle sonuca gitmek ister. Konu biraz dağıldı ama bağlayacağım. Ben sürekli değişen bir şiir örüyorum. Ördüğüm şiir ne kadar farklı olursa olsun içine imzamı atıyorum bir şekilde. A, bu Onur Sakarya’nın demeleri için belki. Solda sıfır bırakmak biraz abartılı. Belki daha çok ürettiğimdendir. Son yıllarda daha az dergiye yollasam da sosyal medyada bulunmam ve paylaşım yapmam, sürekli paylaşım yapmam bu düşüncene etki etmiş olabilir. Bilmiyorum. Belki de herkes gibi kendini özel hissediyorsun. Ama bunu daha çok belli ediyorsun gibi. Bunda bir oyun var ama ben de işin içinden çıkamadım. Planlı bir şey yok çünkü.

*İki binli kuşaklardan şiirini ezbere bildiğin bir şair var mı?

Var. Ama söylemek istemiyorum. Birinin adını saymasam tuhaf duracak. Sadece iki binli yıllar şiiri ile ilgili bir kehanetim var: Bu kuşaktan sağlam üç ya da dört şair çıkar geleceğe. Bundan eminim.

Ahmet Muhip Dıranas, şiiri çok çalışırdı, öyle derlerdi. Kuyumculuk deyimi Ahmet Muhip Dıranas’tan, Ahmet Hamdi Tanpınar geleneğinden, güngörmüşlüğünden gelir diye düşünüyorum.

*Ahmet Muhip Dıranas’ı başucunda duran kitap kadar, kendine sahiden yakın hissediyor musun?

Çok yakın hissediyorum. Kendisinin de hem mizah hem karamsarlıkla dolu bir şiiri var. Bu bakımdan onu çok severim. Başucu kitabımdır. Sen de biliyorsun. Bana sesi öğreten, dalgalanmayı ve şovu öğreten de odur. Onunla tanışmamla birlikte serbest şiire bakış açım tamamen değişti. 90’ların sonunda şair Feyzi Halıcı’nın Meşrutiyet Caddesi’ndeki bürosuna giderdim. Aruz yazdım, hece yazdım. Hala kendimi denemek için yazıyorum. Feyzi Dede’yle güzel bir bağlantı kurduk ve o bana heceyi, aruzu öğretti. Bir nevi usta-çırak ilişkisi yaşadık. O dönemden kalma benim hece, kafiye, aruz aşkım. Dıranas sesin zirvelerinden biridir bana göre şiirimizde. Güzeldir. Anlamı da öğrenirsiniz. Anlam kurmayı. Her şairden bir şeyler öğrenirsin bu kesin. En berbat şairden bile nasıl şiir yazılmayacağını öğrenirsin en azından. Onun için okumak, izlemek, yazmak lazım. Görmek lazım. Dünyayla olan bağıntını koparmaman lazım. Söylenecek birçok şey var. Bence en önemlisi şu, bir şair bilmelidir. Araştırmalıdır. Ne var ne yok anlamalıdır. Bu önemli. Dıranas bunlardan biri. Anlıyor. Anlarsan şairlik o zaman başlıyor. Anlam kurabiliyorsan o zaman. Hele bir de ses ve dalga. Harika oluyor. Bu kadar.