Seniha Aslı Durmaz ve Gül Bahar Özdemir, son kitabı “Son Güzel Günlerimiz” vesilesiyle Ercan y Yılmaz ile söyleşti.

Onu Neden Delirttim hikayesinde “Bu çocuk artık gidici bakışları arasında öyle bir inatla tutunmuştum ki hayata, bunun için ya hayatı delice sevmek gerekirdi ya da ölmeyi sevmemek” demişsiniz. Siz ölmeyi sevmediğiniz için mi yoksa hayatı delicesine sevdiğiniz için mi hayata inatla tutundunuz? 

Birbirine yakın nedenler gibi dursa da benim hayata tutunma nedenim ölmeyi sevmemekten kaynaklıdır. Öyle ki henüz çocuk yaşta bunu bir inada bindirdiğim duygusu var bende. Bunun neden kaynaklandığını hatırlamıyorum. Ölümle çok erken tanışmış da değilim. Hayatımdaki ilk kayıp dedemdi. On üç yaşındaydım ki o yaşta şiirlerim, hikayelerim vardı; bir süre sonra da yayınlamaya başlayacaktım. Şimdi zar zor hatırladığım bir sebepten yatağa düşmüş ve birkaç ay çıkamamıştım yataktan. Hatırladığım tek şey bostandan geliyordum, çöldü, geceydi ve çok korkuyordum. Sonrası yatak döşek bir hastalık. Öyküdeki çocuğa benzer bir durum.

Bu inadın hayatınıza getirisi oldu mu ya da bir şeyler götürdü mü? 

Bugüne kadar aklımdaki, kalbimdeki hiçbir şeyin peşini bırakmadım. Hep de öyle olacak. Öyküde inat dedim buna. İnanmakla demlenen bir inat. Bir enerji türü olarak da kullanılabilecek bir inattan bahsediyorum. Yoksa yanlışı üsteleyeceğin bir inat sadece hayattan götürür. Kaybettirir.

Bana getirisi hep oldu. Götürüsü oldu mu? Çok düşünmedim, belki de yorgunluk. Buna da bir sürü sonra alıştım. Çünkü kısa bir ömre karşılık boyutları hesaplamayan hayallerimiz var. Evren şöyle dursun, küçük gezegenimiz olan Dünya’da görmeyi arzuladığım sayısız yer, yazmak istediğim birçok hikaye var. Tabii ki sadece bunlar değil! Çizmek istediğim resimler, görmeyi istediğim müzeler, okumayı istediğim kitaplar, seyretmek isteğim filmler ve oyunlar var. Hepsinin sonunu görmek istiyorum. Yaşam müsaade ettiği sürece.

Eğer yaşamayı seviyorsanız size bu yaşama motivasyonunu sağlayan neydi ve ne?

Ailem ve kitaplarım motivasyonumun kaynağı. Okuduğum kitaplarla başlayan motivasyonum sonra yazdıklarımla bütünleşti.

Çocukken “Şair mi olacaksın?” diyen ve verdiğiniz “Evet” cevabı üzerine size tokat atan babanız ilk kitabınız çıktığında bu durumu nasıl karşıladı? 

Sorularınızdan kitabın otobiyografik olduğu izlenimini yarattığını anladım. Az bir kısım öyle tabii. Bahsettiğiniz hikayedeki çocukla benzer şeyler yaşadım. Tabii o, hep ben değilim. Ama “Şair mi olacaksın?” azarını ben de yedim. Babam, haklı olarak okumamı istiyordu. Derslerime çalışmamı. Bense çoğunlukla hikaye roman okurdum, ders kitaplarını değil, test de çözmezdim. Sınav örneklerini, test kitaplarını lise bitince elime aldım. Öyle olunca babam, zor şartlarda okuttuğu oğlunun, derslere karşı ilgisizliği karşısında üzülüyordu. Şiir kitapçığım da son damla oldu. Hafif bir tokat atarak bana kızdı. Bense öğretmen olunca onu anladım. Daha dengeli bir çalışma takvimi uygulayabilirdim mesela. Tüm kitaplarım anne ve babama ithaftır. Bu konuda hiç konuşmadık ama ikisinin de gurur duyduğunu, mutlu olduğunu fark ediyorum.

Parıltı hikayesinde bahsettiğiniz olay bizim karmaya olan inancımızı kuvvetlendirdi. Olayı bizzat yaşayan kişi olarak, karmaya inanıyor musunuz?

Lisede karmayla tanıştım. O günden beri, evrenin döngüsü içinde bunu içselleştirdim. Biz evrenin parçasıysak evrende bizi tekrar bulacak, duruma göre bize iyi gelecek ya da bizi sorgulayacak bir döngüdeyiz demektir.

Küçükken bütün iyi niyetinizle kitaplara, filmlere ve süper güçleri olan kahramanlara, hatta onlardan biri olabileceğinize inanıyorsunuz. Aslında bu yaptığınız imkânsıza inanmak. Bir şeyleri daha az bildiğimiz veya bilmediğimiz için imkânsıza bile inanıyoruz. Büyüdükçe hayat bize bazı şeylerin imkânsız olduğunu yaşatarak öğretiyor. Size sormak istediğimiz şey şu; bilmek iyi bir şey mi? Çünkü bir şeyler öğrenmeye başladıkça inançlarımızdan, umutlarımızdan vazgeçiyoruz. Bilgi sınırımız oluyor. 

Bir çocuğa imkânsızın ne olduğunu anlatamazsınız. Dünyası henüz kafasının içindedir. Büyürken dışardaki dünyayı öğrenmeye başlar ve kafasını dünyanın içine bırakır. Büyüklerin dünyasıdır ve bu başlı başına bir hayalkırıklığıdır. Gerçeklik algım biraz geç gelişti. (Gelişti mi?) Küçükken neden uçamadığımızı bilmiyordum. Çok istiyordum uçabilmeyi. Defalarca damdan saman yığının üzerine atladım. Naylondan kanat yaptım, öyle denedim. Koşarak denedim. Olmadı. Uçma özelliğimizin olmadığını öğrenmeseydim hâlâ bunu deniyor olacaktım. Öğrendim ve bunu beni mutsuz etmedi. Düş diye bir şey vardı neyse ki. Ayağını kırmadan uçmayı deneyebiliyorsun.

Anladığımız kadarıyla kitapta kendi çocukluğunuzdan bahsediyorsunuz. Kitabın adı da buradan geliyor galiba. Son güzel günlerimizden kast ettiğiniz çocukluğunuz mu? Sahiden son güzel günleriniz miydi? Neden büyüdükçe güzel günlerimiz kayboluyor?

Otobiyografi söz konusu olunca yazar istese de kendini yazamaz, diyenler de var, yazar kendinden başka bir şey yazamaz diyenler de. Son Güzel Günlerimiz’i yazarken iki karşıt görüşün birden doğru olabileceğine inandım. Ama sonuçta bu kurmaca bir kitap, kısmen de çocukluğumun üzerine kurulmuş bir kurmaca. Güzel günlerimizin kaybolduğunu düşünmüyorum. Onlar yaşanmıştır ve onları hatırlamak bile mutlu ediyor. Geçmişten çağırabiliyoruz o günleri. Büyüdüğümüzde başka güzel günler yaşayabiliriz ama fikrimce çocukluktaki güzelliğin yerini tutmaz.

Sizin gençliğiniz ve şu anki gençlik arasında gözünüze çarpan en büyük fark nedir? Sizce nasıl olunmalı?

Bilgiye ulaşım imkânları bakımından çok şanslı bir gençlik. Nasıl olmaları gerektiğini benden daha iyi bilirler.

Şu an bizim yaşımızda olsaydınız “kesin yapardım” dediğiniz bir şey var mı?

Şair Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Üç Dil şiirindeki öğüdünü dinlerdim. En az üç dil öğrenirdim.

Gençken yaptığınız en büyük pişmanlık nedir?

Pek yok. Ama kitabı yazarken çocukluk günlerime döndüm. Birçok şey hatırladım. İlkokulda, kavga sırasında bir arkadaşımın taç şeklindeki tokasını kırdığımı hatırladım. Pişmanım.

Bize son güzel gününüzü anlatır mısınız?

Bu söyleşiyi yanıtlamak.