Dünya’nın oluşumundan itibaren (50 Milyon yıl hata payıyla)

4 milyar 540 milyon 874 bin 672. yıl, 251. Gün:

MASALDAN GERÇEĞE: FELSEFE

Küresellik olarak da anılan neoliberal dönemde başka alanlar gibi felsefe de ciddi yara almıştır. Gasp savaşlarının milyonlarca insanı evinden, yurdundan edip “sığınmacı” adı altında sisteme ucuz işçi sağlamaya yaradığı, maaşa bağlanmış kullanışlı aydın düşüncesinin “Yeni dünya düzeni”nin değirmenine su taşıdığı bir zamanda felsefeden bekleneni bulamamak acı veriyor.

İlginç olan, felsefe tarihine göz attığımızda bu durumun yalnızca dönemimize ait bir olgu olmadığını anlamamız. İngiliz filozof, editör ve eleştirmen Martin Cohen’in Felsefi Masallar adlı kitabında belirttiği gibi, dinlerin ortaya çıkışıyla felsefe, Tanrı’nın varlığını kabul ederek dine destek olmuş, dinin etkin olduğu ve din adamlarının ve din kuruluşlarının yönetimde olduğu Ortaçağda da dine hizmet etmeyi sürdürmüştür. O dönemde kilise, bebeklerin hayata tutunma çabasını bile günahla ilişkilendirecek kadar ileri gidiyordu.

IMG_5445

Konusuna özgün açılardan bakabilen yazara göre, insanlığın yüz karası olarak nitelenen 350 yıl sürmüş köle ticaretinde, kızılderililerin soykırımında ve 20. yy’ın başındaki faşist savaşları haklı göstermede zengin ve güçlü aristokratlara ve burjuvalara hizmet eden filozofların da katkıları vardı. Kölelik, savaşlar, soykırımlar felsefeyle normalize edilmeye çalışıldı. Her insan eylemi felsefeyle rasyonelleştirilmek ihtiyacındaydı ve yönetici sınıflar bu ihtiyaca cevap verecek felsefeyi kurabilecek filozofu da her devirde bulmuşlardı.

O halde, felsefeye güvenebilir miyiz? Haklı gibi duran bu soru, aslında bir genelleme sorusuydu ve o nedenle de yanlıştı.

Yazar, felsefe tarihinin filozoflar açısından utanılacak olaylarla dolu olduğunu örnekleriyle ortaya koyduktan sonra, gene de Sezar’ın hakkını Sezar’a vermekten geri durmaz:

“Kendi kendileriyle çelişen filozoflar dahil, öyleleri vardır ki, kendi zamanlarında tabu olan konuları eleştirel bir gözle ele aldıkları için toplumdan soyutlanmışlardır. Bazılarının cesaretle söyleyip yazdıklarını bugün bile tekrar etmek birçokları için olanaksızdır.”

Martin Cohen’in sağlık konularında, özellikle salgın hastalıklarla ilgili yazıları da vardır.

Koronavirüs salgını sonrası, yakın gelecekte felsefenin sesini yükselteceğini öngörmek bir kehanet sayılmamalı. Filozoflar kendilerinden beklendiği gibi dürüstlükle Etik’i ve Erdem’i aramalı, felsefe doğrunun ve iyinin tarafını tutmalıdır.

O filozoflar ki, görünen gerçeklerin üzerindeki gerçeğe ulaşmaya kendilerini adamışlardır; adı anılan ve anılacak olanlar da onlardır.

255. Gün:

EDEBİYAT ÖDÜLLERİ *

Geçenlerde, sık sık el değiştirmesiyle ünlü bir gazetemizin kültür sayfasında bir habere rastladım. Haberi kendi sözcüklerimle günlüğüme almaya niyetlenmiştim ki, Türkiye’de edebiyat dünyasını yakından ilgilendiren ödül konusunun bazı odakları rahatsız etme potansiyeli taşıması olasılığını göz önüne alarak, habere ilişmeden doğrudan gazetede yayımlanan şekliyle aktarmayı daha uygun buldum. Haber şöyle idi:

ŞAŞIRTICI JÜRİ KARARI

“………… Yayınları tarafından her yıl düzenli olarak verilmekte olan öykü ve roman dallarındaki edebiyat ödülleri, bu yıl her iki dalda da hiç bir eserin ödüle değer bulunmaması sebebiyle verilmedi.

Okuyucular tarafından tepkiyle karşılanan edebiyat jürisi kararının ertesinde görüştüğümüz ‘Edebiyatın Fizyolojisi Derneği’ Başkanı Fahri Okur açıklamasında, söz konusu yayınevini kınadı ve bu sonucu doğuran asıl nedenin, ödül yönetmeliğinde Avrupa Birliği’ne uyum düzenlemelerine göre yapılan zorunlu değişiklik olduğunu belirtti.

Yeni kurala göre: Organizasyonun sahibi yayınevinin yazar-yöneticileri ve anlaşmalı yazarları kendi yayınevlerinin ödülleri için başvuru yapamıyorlar ve başkaları tarafından da aday gösterilemiyorlar.

Okur, sözkonusu yayınevinin ödül dağıtımına başladığı 15 yıl öncesinden bugüne kadar, yalnızca kendi anlaşmalı yazarlarının kendi yayınevlerinde basılan kitaplarını ödüllendirdiğini de sözlerine ekledi.

İstatistiklere göre, edebiyat ödülleri okuyucuyu ödül kazanan kitapları satın almaya sevkediyor.

Yayınevinin Genel Yayın Yönetmeni ve jürideki eleştirmenler ve yazarlar görüşme talebimizi meşguliyetlerinden dolayı geri çevirdi.”

(*) Günlük metni tamamen kurmacadır ve kendi gerçeğinin dışındaki gerçeklere yakınlığı -eğer varsa- rastlantısaldır.

259. Gün:

GERÇEKLEŞMİŞ BİR FOTOĞRAF SERGİSİNİN GERÇEKLEŞEMEMİŞ AÇILIŞ KONUŞMASI

İspanyolca yazan bir yazarın şakalı sözünü ödünç alacak olursam, diyor ki: “Yazar arkadaşlarım bana yeni yazdıkları kitaplarını imzalayarak gönderirler. Bunu beni edebiyattan soğutmak için yaptıklarını sanıyorum.”

IMG_5446

Neyse ki, fotoğraf için benzer bir söz sarfedilemez. İmzalı ya da imzasız, fotoğraftan soğuyamazsınız. Fotoğraf ekolü olmayan bir sanat türüdür. Şöyle ki: Edebiyatta bir öyküyü veya Güzel Sanatlar’da örneğin bir resmi tarzına ve sanat kriterlerine göre iyi ya da kötü olarak damgalayabiliyoruz. Gelgelelim, fotoğrafta üzerinde anlaşılmış değerlendirme kriterleri yok. Bu da fotoğrafın bir sanat formu olmayışında, ama her türlü konuyu sanata çevirebilen bir araç olmasında yatıyor. En azından, ben Susan’ın (Sontag) yalancısıyım. Fotoğraf Üzerine adlı geçen yüzyılda yazılmış ve elan aşılamamış kitabında böyle diyor.

Diğer yandan, fotoğrafın gücü, bize gerçeği göstermesinden ve bunu demokratik bir yolla yapmasından ileri gelir. O yüzden, sergimizin mekanını bile isteye sokak olarak seçtik ve sokaktan çıkan fotoğrafı yeniden sokağa çıkardık.

Hoşça vakit geçirmeniz dileğiyle…

260. Gün:

Kutsal kitapta yazıldığı gibi, melekler Allah’ın muhbirleriyse eğer, onlara “iyi” diyebilir miyiz?