CockfightFirstRead
Maria Fernanda Ampuero

Her şey, henüz bebek olan erkek kardeşimin ateşinin yükselmesiyle başladı.

Okula o kadar uzun süredir gidememiştim ki, sanki hiç gitmemiş gibi hissediyordum, sanki doğduğum günden beri yaptığım tek şey kardeşime bakmaktı. Annem işe gittiğinde evde kalırdım, her saat başında ona bir kaşık pembe şurup verirdim, dört saatte bir de renksiz olandan.

Annem bana doğum günümde rakamları kocaman olan bir saat hediye etmişti.

Bebek kuş gibiydi, çok hafifti. Onu kucağıma aldığımda kırışmış kağıt mendil taşıyormuş gibi hissederdim. Hiç gülmezdi. Gözlerini nadiren açardı.

Bir gece, annemin arkadaşlarından biri, kardeşimin ağlamalarına dayanamayıp banyo kapısına bir yumruk attı.

“Kapat şunun ağzını,” dedi anneme. “Şu siktiğimin yaratığını sustur. Sen orospu olmasaydın, böyle bir yaratık doğurmazdın. Istırabından kurtar şunu.”

Böyle lanetler savurmaya ve kapıyı yumruklamaya devam etti.

Kardeşime ve anneme vurmasındansa banyo kapısını yumruklaması daha iyiydi. Ama anneme de vurdu biraz.

Annemin bu arkadaşını bir daha görmedik, pembe ilacı ve renksiz ilacı almak giderek zorlaştı, annem biraz sıcak suyla şurupları çoğaltmaya başladı.

Annem, kardeşimin ateşini ölçerken yumruklarını sıkıyordu. Parmaklarını tekrar açtığında beyaza kesmiş oluyordu. Termometreyi havada salladıktan ve ışığın altına tutup baktıktan sonra bir ses çıkardı annemden. Dilini dişlerine değdirerek çıkardığı küçük bir ses. Annemden ses çıkmaması, bebeğin daha iyi durumda olduğu anlamına gelirdi.

Bazı haftasonları beni dedemlere gönderirdi annem.

Dedem Fernando ilk önce ölü annesi Rosita’yı ziyaret etmem için beni mezarlığa götürürdü. Sonra vanilyalı dondurma ile Coca-Cola içmek için La Palma’ya giderdik. Dedesi ile küçük bir kız. Elbiseli. Erkek ya da kız kardeşi olmadan. Tek çocuk. Şımarık. Zaman su gibi akardı ve Pazartesi oluverirdi.

Bir öğleden sonra Ağaçkakan Woody’yi izlerken kardeşim ağlamaya başladı. Gidip bakmadım. Pembe şurubun zamanı gelmişti ama gidip ona bakmadım. Ağaçkakan Woody’yi izlemek istiyordum. Tüm bölümü. Hayatımda bir kez olsun, büyük rakamları olan saate bakıp durmadan, o büyük plastik kaşıkla şurubu ölçmeye çalışmadan, bebeğin şurubu yutması için uğraşmadan, üstüm başım o yapışkan ve kokulu ilaçla kaplanmadan bütün bölümü izlemek istedim. Ağaçkakan Woody’yi izlemekten başka bir şey yapmayan küçük bir kız gibi kokmak istedim. Bölümün komik olmayan yerlerinde bile güldüm.

Kardeşimin ağlamasını bastırmak için yüksek sesle, çok yüksek sesle güldüm, Woody gibi güldüm.

Bir süre sonra bölüm bitti ve hemen ardından Taş Devri başladı. Onu da izledim.

Bebeğe bakmaya gittiğimde çığlıkları kesilmişti. Ona dokundum. Elimi yanan bir muma tutmak gibiydi.

Komşuyu çağırdım, komşu da annemi çağırdı.

“Kardeşine pembe şurubunu verdin mi?”

Başımı salladım.

Doktor bize yeşil şurup ve fitil gönderdi.

Annem ona nasıl fitil vereceğimi gösterdi. Yapmak istemiyordum. Kardeşim, bir keresinde bir taksinin çarptığı ve sonra ölüme terk ettiği o küçük kahverengi köpek gibi çığlık atıyordu. Köpeğin bağırsakları kaldırıma fırlamıştı. Kardeşim, tam olarak onun gibi bağırıyordu.

Pembe, renksiz, yeşil, fitil.

Ertesi gün, kardeşimi dedemlere bırakıp Cristo del Consuelo Kilisesine gittik. Kilise, siyahilerin mahallesindeydi, yasak mahallede. Annem ve ben, Coca-Cola içinde yüzen iki vanilyalı dondurma topu gibiydik.

İri bir siyahi kadın anneme inancını kaybetmemesini söyledi. “İnan, Doñita. İsa mucize gösterecektir.”

Sonra annemden para istedi, biraz bozukluk. Neden İsa’dan istememişti? Eğer İsa mucize yapabiliyorsa, otobüs parası olmadığı için yürümek zorunda olan bizler gibi değildi herhalde, para içinde yüzüyor olmalıydı.

Siyahi kadın anneme, İsa’nın kahverengi kaftanına asması için küçük bir bez bebek sattı. Kiliseye girdiğimizde gördük ki her yer bu küçük bez bebeklerle doluydu. Ve tabii küçük kalpler, küçük bacaklar, küçük kollar, küçük kafalar ve anlayamadığım daha bir sürü uzuvla doluydu. Ve tabii fotoğraflarla, kartlarla, çizimlerle. Kartların birinde şöyle yazıyordu, Tanrım yardım et dokuz yaşımdayım ben ve kanserim var.

“Anne?” dedim, “İsa, tüm bu bebekler arasında benim kardeşimin hangisi olduğunu nasıl bilecek?”

“Bilir çünkü O çok zekidir.”

İçeride çok tuhaf bir koku vardı. Yaşlı insanlar gibi, toz gibi, saçlarımı günlerce yıkamadığımda koktuğu gibi, sıcak basmış gibi, elektrikler kesik olduğundaki gibi kokuyordu.

Gitmeden önce, annem boş bir Los Andes ketçap şişesi çıkardı ve bir musluktan doldurdu.

“Güzel su,” dedi, “İsa’nın kutsal suyu.”

Bana bir yudum verdi ama kutsal bir tadı yoktu suyun, ketçaplı ve biraz paslı bir tadı vardı, kendi kendime, ketçaplı suyun –ketçap şişesinin dibini gördüğümüz ay sonlarında pilavımıza koyduğumuzda bir şeye benzemediği gibi– mucizeler yaratamayacağını düşündüm. Kutsal su dediğin, karamel gibi kokmalıydı, double burger menü gibi kokmalıydı. Fakir insanlar gibi kokmamalıydı. Ağzımda o aptal tat varken, tüm dünyaya yanıldıklarını, buradaki tek mucizenin sulu ketçap kokan bir İsa’nın elbisesine iliştirilecek küçük uzuvlar ve küçük bedenler satan şu kadın olduğunu haykırmak istiyordum. Küçük kardeşim orada kaldı, daha doğrusu küçük bir bez bebek olarak orada kaldı, etrafındaki en az onun kadar ürpertici olan yüzlerce küçük bez bebekle; kafalar, kollar, bacaklar ve kalplerle birlikte. Sanki bir patlama olmuş da etrafa saçılmışlar gibi.

“Bebek burada kalacak,” dedi annem, birden öfkelenerek.

Eve dönüş yolu boyunca ağladım çünkü annemin de ne yaptığının farkında olmadığını anlamıştım.

Eve gidince annem, kardeşime o sudan içirdi, biraz da kafasına döktü. Kardeşim gözlerini ve dişsiz ağzını açtı. Nihayet gülümsedi bize.

Ertesi hafta, suratında aynı gülümsemeyle, onu küçük beyaz bir kutuya koyduk. Komşumuz bu kutuyu alabilelim diye bizim için bağış toplamıştı.

Okula geri döndüm. Yine dördüncü sınıftayım, herkesten büyüğüm ve hiç arkadaşım yok.

Bana kardeşim olup olmadığını sorduklarında, Cristo del Consuelo’daki kaftana asılmış küçük bebek geliyor aklıma ve hayır diyorum, kardeşim yok.

Anlatsam da anlamazlar.

Maria Fernanda Ampuero

Çeviren: Onur Çalı

Yazarın “Cockfight” adlı kitabında yer alan öykü, Literary Hub adlı siteden alınmıştır. “Cockfight” New York Times en Español tarafından 2018 yılının en iyi 10 kurgu kitabından biri olarak gösterildi.