5.Haziran.20

Ben yaşlı doğmuşum.

Üniversitedeyken bir arkadaşım, tiyatro kulübünün sahnelediği bir oyunda rol almıştı. Bendeniz, henüz 21 yaşımdaydım, gururdan ve sevinçten gözyaşları dökmüştüm. Arkadaşım hem sevinmiş hem de şaşırmıştı: “Oğlum annem bu kadar duygulanmadı lan” şeklinde hoş bir tepki vermişti.

Onu bunu bilmem, ben arkadaşlarımın sevinçleriyle sevinebiliyorum. Yaşlı doğmuşum demem bundan. Çünkü gençler, sevinseler bile böyle sulugöz tepkiler vermezler.

***

Az söz erin yüküdür
Çok söz hayvan yüküdür
Bilene bu söz yeter
Sende güher var ise

Yunus Emre

***

Bergama Poyrazı adlı projem baki.

Yeni Ahit’ten Yahya Kemal’e, Halim Yazıcı şiirlerinden Bergamalı Simo’ya, Can Yücel’den Sezai Karakoç’a, Enis Batur’dan Oğuz Atay’a, mitolojiden türkü sözlerine içinde Bergama geçen edebi metinleri yıllardır toplarım.

[Daha kimler kimler: Vüs’at O. Bener, Tarık Buğra, Ara Güler, Cengiz Bektaş, Metin Balay, Dinçer Sümer, Refik Halid, Yorgo Seferis, Melih Cevdet…]

Niyetim ve ümidim bunların [metinlerin tamamı olmasa bile tadımlık bölümlerin] Bergama Poyrazı adıyla kitaplaşması.

Bu listeye üst sıralardan giriş yapacak bir isim, hayırdır inşallah, neden daha önce aklıma gelmedi ki: Evliya Çelebi.

unnamed

Hikaye uzun ama biz kısaltalım: Evliya Çelebi’nin kız kardeşini, nişanlısı İlyas Paşa kaçırır, “nişanlısı iken nikâhlısı” olur. Sonra bu İlyas Paşa, haşa huzurdan, Padişah Hazretleri Sultan Murad’a [dördüncü efendim, dördüncü] isyan eder ve Evliya Çelebi’nin kız kardeşiyle birlikte Bergama’ya sığınır.

Olaylar gelişir. Sultan Murad Han, bu İlyas Paşa’nın kellesini vurdurur. Çelebi’nin kız kardeşi de Bergama’da ölür.

Evliya Çelebi, bu olayların üstünden 34 yıl geçtikten sonra gelir Bergama’ya:

“Hamd olsun, aradan 34 sene geçip bu Bergama Şehri’ne gelip kız kardeşimin kabrini ziyaret ettik. Lahdinin bazı yerlerini ve mezar taşının tarihlerini tamir edip Bergama Şehri’ni gezip dolaşmaya başladık. Ama Manisa gibi büyük şehir değildir. (…) Sonra Bergama’dan kıbleye doğru 5 saatte mamur ve şenlikli köyler geçerek (…)”

kizil-avlu-bergama
Bergama Kızıl Avlu

Tekrar: Bergama Poyrazı adlı projem baki. Yayıncısını arıyor.

Çünkü Sehi Bey’in “Heşt Behişt” adlı tezkiresinde yer alan ve 15. yüzyılda yaşamış Bergamalı şair Sarıca Kemal’e atfen yazılmış şu beyit, bu işin gerekçesini özetliyor:

Her diyârun bir metâ’ı vardır lâ-büd Kemal
Ab-u hâk-i Bergama mahbûb ile şair kopar

8.Haziran.20

Alakarga, yeni bir seriye başlamış: Ars Longa. Tasarımları beğendim. En tamam da boyları daha kısa olsa, daha da güzel olmaz mıydı? Şöyle cep kitabına yakın, cep kitabı gibi? Belki olurdu ama bu haliyle de çok güzel, şık tasarımlar. Selin Saygılı’nın kapakları da güzel.

0001871329001-1

Ars Longa serisinden çıkan ilk üç kitabın biri Enis Batur’un 71 kısasından oluşan Kısa Kısas Kıssası. Dokuzuncu kısa şöyle:

“İyi (sıkı) bir metnin (şiir nesir) kaybolup gitmesi için, günümüzde, yayımlanması yeterlidir.”

9.Haziran.20

Çeviri gerçekten çok çetin iş. Bıktırıcı. Öyle ki eviçi işlerle, ev işleriyle yarışır bıktırıcılıkta. Sanki hiç bitmeyecek gibi, tekrarlanır durur gibidir sonsuza dek.

Anlayan anlamayan yorum yapar işiniz hakkında. Bu anlamda futbol hakemleri birinciyse, tercümanlar ikincidir. Herkes işinize karışır. Sizden daha iyi bilir.

Üstelik nankör iştir. Kılçıktır. 500 sayfa kitabı güzelce çevirirsiniz, defalarca kontrol edersiniz ama bir yerde yaptığınız ufacık bir hatayı hemen buluverir okuyanlar.

Bu aralar el attığım bir kitapta, söz gelimi, “dinler tarihi” yerine “din tarihi” deyip durmuş çevirmen. Olsun.

11.Haziran.20

Çokça böyle öykü yazdım. Çevirdiğim de oldu. Okumayı zaten severim. Nasıl böyle öykü derseniz: Dini anlatılara gönderme yapan, mitolojik ya da dini hikayeleri tersyüz eden ya da onlardan yararlanan, din ve inanç üzerine düşünmeye vesile olan ya da kutsal metinlerin üslubunu anıştıran bir üslupla yazılmış ya da içinde sadece bazı dini figürlerin ya da kavramların adının geçtiği öyküler…

Daha çok vardır elbet, akıl tasıma ilk elden düşen ve sevdiğim, dönüp dönüp okunası birkaçını buraya konduralım, belki merak edip okumak isteyen olur:

– “o akşam söyleyecektim” (Mahir Ünsal Eriş)
– “Yahudilerin Dinden Dönüşü” (Philip Roth)
– “Ah Ya Rab Yehova” (Sevim Burak)
– “İlkoğul Belası” (Etgar Keret)
– “Azizin Çöküşü” (Dino Buzzati)
“Hasan Hüseyin ve İsa” (Sevgi Yücel)
– “Presbiteryen Koristler” (W. Saroyan)
“Adsız Öykü” (Anton Çehov)
“Solipsist” (Fredric Brown)
“Ha Gayret Keramet” (Nazlı Karabıyıkoğlu)
– “Uçan Daire” (Dino Buzzati)
– “Nuh’un Gemisi” (Semih Erelvanlı)
– “Gezegenler Arası Simetri Hakkında” (Julio Cortázar)
“Mesih” (Maria Fernanda Ampuero)
– “Yaradılış” (Dino Buzzati)

12.Haziran.20

Birçok kişiden duymuşumdur, bazen ben de kapılır(d)ım: Bazı büyük isimler, sırf isimleri böyük olduğu için dergilerde görünürler, kitapları çıkar boy boy, hatta ödüller bile alırlar. Alırlarken, siz kitabınızı yayımlatamazsınız. Bu tabii şaşı bir bakış da olabilir bazen: Sizin kitabınız sizin sandığınız kadar iyi olmayabilir; kafayı taktığınız böyük isimlerin kitapları sizin sandığınız kadar kötü olmayabilir. Mesele, metnin iyiliği-kötülüğünden ibaret de değildir üstelik. Gerçekten büyük olan isimlerin tüm yazdıklarının edebiyat tarihi açısından bir değeri vardır. Hem kitapların yayımlanmasında ticari kaygılar gibi piyasaya ait değişkenler de etkendir.

Edebiyat dünyası ya da edebiyat ortamı [saf okurlar bunu bilmezler, iyi ki bilmezler, ne güzel bilmezler] hiyerarşiktir. Diyelim yirmi yıldır kitapları yayımlanan bir yazar, eğer yeterince uslu durmuşsa, sağa sola sataşmamışsa, sivri sözler etmemişse ödülünü almaya başlar. Bu ödül, normalde yayımlanmayacak metinlerinin yayımlanması, kendisiyle söyleşiler yapılması, iyi bir yayınevine geçmesi ve hatta kendisine edebiyat ödülleri verilmesi olabilir.

Bazı genç arkadaşların, adı sanı bilinen yazarların kötü metinlerinin yayımlanmasına, hadi yayımlandı, beğenilmesine, çok satmasına ve ödüller kazanmasına anlam verememeleri işte bu hiyerarşi etkisini göz ardı etmelerinden kaynaklanır. Oysa edebiyat dünyası ya da edebiyat ortamı hiyerarşi üzerine kuruludur. “Bu işler böyledir” demiyorum, “Bu işler iyi ki böyledir” demiyorum, “Bu işler ne yapalım ki böyledir” demiyorum. “Bu işler maalesef böyledir” de demiyorum. Gördüğümü söylüyorum. Sadece.

Edebiyat, dibini göremediğiniz bir karanlık kuyuya taş atmaktır. Belki bir ses gelir. Belki bir ses gelir diye. Gelir ya da gelmez. Onu uzun vadede, çok şükür, saf okur bilir. O karar verir, sesin gelip gelmeyeceğine. İçinde reklamlar, etiketler, ödüller, yayınevleri de olan hiyerarşik sistem değil.

13.Haziran.20

Tang Hanedanlığı, 7-10. asırlarda Çin’de hüküm sürmüş. “Çin şiirinin altın çağı” olarak da biliniyormuş bu dönem. İlhan Berk, “Tang çağında memurları şiir bilgilerine göre seçerlerdi” der bir şiirinde. İşte o Tang çağında yaşamış Li Bai adlı şairden iki şiir, Ozan Çororo çevirisiyle:

Acı Aşk
Güzel bir kadın, aralıyor inci rengi perdeyi
Sessizce otururken, kaşları çatıldı birden
Görüyorum şimdi yaşları, parlıyor yanaklarında
Yine de bilmiyorum, kime ağlıyor acaba

IB_02

Sessiz Gecede Düşünceler
Yatağımın dibinde ayışığı
Kırağı vurmuş yere sanki
Başımı kaldırınca dalıp gidiyorum parlak aya
Eğince başımı, evim düşüyor aklıma

14.Haziran.20

Birkaç yıl olmuştur, duyduydum, bir meşhur yazarımızı Ankara’ya bir etkinliğe davet etmişler. Kendisi, sigara bağımlılığı nedeniyle uçağa binemediğini ancak özel araçla gelebileceğini bildirmiş. [Bu yazarımızı rüyamda dolmuş şoförü olarak görmüşlüğüm var, evvelce yazmıştım.]

img_1591699215112

Burhan Arpad’ın “Uçuş, Gezi, Avusturya” başlıklı üç parçadan oluşan leziz mi leziz günlüğünü okurken aklıma düştü bu sigara mevzusu. Burhan Arpad’ı aklıma düşüren de Nazmi Özüçelik oldu. Nazmi Özüçelik, günlüğünde [buradan yakabilirsiniz] çevirmen Burhan Arpad’dan açınca, bendeniz de internet kitapçılarında keşfe çıktım hemen. Nedir, Nazmi Özüçelik’in bahsettiği Zweig çevirilerine, şimdilik, elim varmadı. Zweig, kuşkusuz çok önemli bir yazar, okumuşluğum var elbette ama fazlaca popüler olmasından mıdır nedir, elim her zaman varmıyor Zweig’a.

Ezcümle, Burhan Arpad bu gezi günlüğünde uçaktan inip uçağa biniyor ve kemerler çözülür çözülmez sigarasını [Yenice] yakıp bulutlara karşı tüttürüyor. Ruhu şad olsun.

Onur Çalı