Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?
Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.
Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?
Ben yazmaktan çok okumaktan zevk alan biri oldum hep. Kitabı eline aldığında okşayan çocuklar vardır ya videolarda, öyle bir şeydim. Köyde doğdum. Yakınındaki elektrik işletmesinin avantajını yaşayan bir köy okulunda ilk ve ortaokulu okudum. İyi çalışan kaloriferler ve her sınıfta ağzına kadar dolu bir kitaplık vardı. Sonrasında edebiyattan uzak alanlarda eğitim aldım. Bir rehberim olmadı, bu yüzden iyi kitaplara el yordamı ile ulaştım. Bu güne gelinceye kadar epey berbat şey de okudum yani.
Oturup yazmak, liseden itibaren günlük tutmakla başladı. Üniversite yıllarında farklı şeyler de yazmaya başladım günlüklere. Karaladığım şeylerin bir derdi vardı elbette ama bir dili yoktu bence. Geçenlerde o günlüklerin hepsini -11 tane falan- yok ettim. Şöyle bir baktım, aralara küçük öykü notları koymuşum. Atmosfer falan hazır ama belli ki zor gelmiş, bırakmışım. O zamanlar da öykü yazmaya çalışıyormuşum meğer.
İlk kez yazılarımı basılı olarak, yirmi yıl önce falan, takip ettiğim Öküz ve Hayvan dergilerinin arka kapağında gördüm. O mutluluğu anlatamam. Gönderiyorsun, çıkıp çıkmayacağını bilmiyorsun, dergiyi alıyorsun, yazın orada. Çok güzel bir duyguydu. O kadarla yetindim. Okumak daha çok işime geldi. Yazmaya hiçbir zaman okumak kadar mesai harcamadım.
Gerçek anlamda yazdıklarımı öyküye dönüştürmek, 2014 yılında yakın arkadaşımın Homeros Kısa Öykü Yarışması’na katılmam için beni zorlamasıyla oldu. “Sen yaz, imlasını düzeltmek, çoğaltmak, postalamak bana ait” dedi. Bu nasıl bir lüks düşünsenize. Öykü yarışmalarının adil olduğuna çok da inanmıyordum ama tamam dedim. Sonra yarışmayı kazandım. O benim için dönüm noktası oldu diyebilirim. Bir anda yazma işi ciddiye bindi. İnternet sayesinde, yazdıklarımı paylaştım, okuma grupları buldum. Şimdi dostum olan, okuyan yazan insanlarla tanıştım. Arkasından İzmir Life dergisinde bir köşem oldu. İki sene kadar dergide yazdım. Edebiyat dergilerine öyküleri gönderdim, bazıları basıldı. Bu arada dosyamı da hazırladım.
Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?
Başlangıçta hemen yazıp sonucu görmek içindi sanırım. Uzun uzun yazmak vakit ve konsantrasyon istiyordu, o da bende yoktu. Sonraları iyi öyküleri okudukça, “bunu ben de yazarım” yerine, “bunu nasıl yazmış böyle?” dediğim bir noktaya geldim. Bu kadarcık yere bunu nasıl sığdırmış? Öykünün şiire ne kadar yakın durduğunu fark ettim. Şiir için çok gevezeydim, sanırım bu yüzden öyküyü seçtim.
Bir de; kafamda, ben anlatmazsam sesi duyulmayacak, derdini söylesin istediğim çok fazla insan var. Çok fazla öykü. Bir romanı hem kalabalık yapacak kadar çoklar, hem de ezilip giderler orada. Ben hak ettikleri gibi anlatabilir miyim bilmiyorum ama onlara hak ettikleri yeri ancak bir öykü kitabı verebilir. Orada, yoldan geçen adam bile olsalar, üç sayfa boyunca o yol onların olur.
Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?
Bu dosya yaklaşık dört beş sene bekledi. Büyük yayınevlerinden bazıları yayın politikalarına uygun bulmadılar, bazıları okudu mu bilmiyorum çünkü dönmediler. İlgilendiğini söyleyen küçük yayınevlerinden bir tanesi, biraz daha politik şeyler yazmamı istedi. Hatta bana kitabını bastıkları bir yazara bakmamı da önerdiler. Öyle yazabilir miyim diye. Başka bir yayınevi de, dosyamı çok heyecan verici bulduğunu söyledi ama acaba aralara bir iki sosyal içerikli, popüler konulu öykü sıkıştıramaz mıyım diye sordu. Kabul etmedim. Sonrasında hiç çabalamadım. Kendim bastırmayı da düşünmedim. Basılmasa da olur dedim. Paylaşmak istersem bir sürü yöntem vardı. Bence kitap olmayı hak eden bir dosyaydı ama basılmıyorsa yapabileceğim bir şey yoktu. Ben bıraktım arayışı ama arkadaşlarım benden çok gayret etti. Monokl yayınlarının öykü kitabı bastığını bilmiyordum. İlk kitaplarla ilgili böyle bir karar aldıklarını da yine arkadaşımdan öğrendim. Yurt dışına çıkıyordum. Göndersene dedi, ben de tamam dedim. Açıkçası kitabın dosya haline o kadar alışmıştım ki, yayınevi bana yüz yüze görüşmeyi teklif ettiğinde, dosyama güvendiğim halde şaşırdım.
Sanırım benim kitabım Monokl ile karşılaşmayı bekledi. Editöründen, düzeltmenine çok ilgili, bu işe gönül veren ve yazdığınız şeyin daha mutfakta güzel koktuğunu söyleyen bir ekiple çalışıyorsunuz. Bu çok keyifli bir şey.
Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?
Dosyayı oluşturduğumda, beş sene önce yani, ilk okumasını yazar arkadaşlarım Yıldız İlhan ve Nermin Sarıkaya yaptı. Bu ön okuma bir çeşit editör dokunuşuymuş, o zaman ne olduğunu bilmiyordum. Emek ve zaman harcadılar karşılıksız. Her zaman şükran duyacağım ilgileri için. Ayrıca yine başka bir yazar arkadaşım Zeynep Uzunbay, dosyanın ilk okumasını yapanlardan biriydi. Başından sonuna, ben yayınevi arayışını bıraktığımda bile o yüreklendirdi. Daha bir sürü arkadaşım var adını sayamayacağım. Yani bu dosya kitap olmadan önce, aynı zamanda çok iyi okuyucu da olan yazarların karşısına çıkıp, kendine çeki düzen vermişti.
Beş sene sonra, basıma gelindiğinde, bir tırnak işareti yüzünden bunaldığımda da Nermin’e ulaşabildim. Şanslıydım kendisi aynı zamanda iyi bir editör ve sanırım beni seviyor. Sonrasında bir şeyler ekleyip çıkardım ama o ön okumalar işimi çok kolaylaştırdı.
Monokl’da da editörüm Volkan Çelebi idi. Benim öykü dilimi anlamış ve sevmiş biriyle çalışmanın konforunu yaşadım. Hem bana istediğim özgürlüğü verdi hem de öykülerde bir daha bakmak isteyebileceğim yerleri nokta atışı ile gösterdi. Dosyam iş çıkaracak bir dosya değildi ama tekrar tekrar gözden geçirildi. Bu en çok beni rahatlattı. Ayrıca yayınevinden, çok dikkatli bir okuyucu olduğunu düşündüğüm Ayşegül Ergül Aslan “ben bunu nasıl fark etmemişim” dediğim yerleri görmemi sağlayan düzelti işini yaptı. Hasılı, kitap bu açıdan da şanslıydı.
İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?
Kitapların, benim çevremde yani, ortaya çıktıktan sonra bir hayatı değiştirdiğini görmedim. Bence yazılırken hayatınızı değiştiriyorlar. Kapanıyorsunuz, zamanınızı farklı şekilde harcıyor, alışkanlıklarınızdan ödün veriyorsunuz. Sonra sular duruluyor. Kitabımın içindeki öykülerin çoğu dergilerde çıktı, basılmış olarak gördüm. O duygu, yani yazdığını basılı görmek çok iyi gelen bir şey. Kitap olarak elime alınca daha mutlu olacağımı biliyordum, oldum da. Şimdilik bu kadar.
Bende net olarak değişen şey; ikinci dosya için programlı çalışmaya başlamak oldu. Yani “ne gerek var, dursunlar, sonra bakarım” demiyorum artık. Kitap derli toplu eve girince, ortalıkta yarım bıraktıklarımın sesi duyulmaya başladı. Şu sıra hiç olmadığım kadar disiplinli çalıştım diyebilirim. Bir de evden çıkamamak vardı tabii.
Telif aldınız mı?
Hayır almadım ama eğer basımı tekrarlarsa alacağım.
Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?
Bence yeterli zamanı geçirdiğimi söyleyebilirim. 2014, yarışma sonrası yani, benim için yazdıklarımı dergilere gönderme döneminin başlangıcı oldu. Genelde basıldı gönderdiklerim, ama ne yazarsanız yazın basmayacak dergiler olduğunu, aynı dergilerin çok kötü öykülere farklı nedenlere sayfalarında yer verdiklerini de gördüm. Dergilere verdiğim anlam azaldı diyebilirim zamanla. Eski heyecanımı kaybettim ya da. Yazar yazmaz koşarak arka odadan gelen biri değilim zaten. Dergi ya da kitap için ayrımı yapmadan, ortaya çıkarmadan önce defalarca okumam, yazdığım şeyin fena olmadığına önce benim ikna olmam gerek. Böyle bakınca dergilere göndermek için öykülerim üzerinde çalışmak bir bakıma iyi bir şey oldu. Aynı şekilde iki yıl İzmir Life dergisinde her ay yazılarımı paylaşmak, bir sayfalık yerde insan hikayeleri anlatmak, beni daha da ekonomik bir dile hazırladı. İyi bir antrenmandı.
Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?
Yakın çevremde “yazıyorsun ve beni ihmal ediyorsun” diyebilecek, ihmal ettiğim kimse yok. Zaten ben de geçmişte yazıya çok zaman ayırmış biri değilim. Okuma alışkanlığımın bir tuhaflık ve uyumsuzluk gibi kaldığı anlar daha fazla. Eskiden aynı iş yerinde çalıştığım birisi, kitabı kutlarken “biz de fazla okuyor diyorduk, demek ki bu yüzdenmiş” dedi. Kitap, geçmişimi temize çekti sanırım.
Aslında kitap asıl benim kendime kurduğum bahane cümlelerini değiştirdi. Öncesinde bir öykü için oturmuşsam ve yazdığım şey beni ikna edememişse, “okumak ve izlemek için bir sürü güzel şey varken, bununla niye uğraşıyorum ki?” der kalkardım. Kitaptan sonra kendine “işte bu yüzden oturmalısın” falan diyorsun. Yine de bu duyguya fazla güvenmemek lazım. Kaçmaya çok müsait bir bünyeniz varsa hele.
Kitap, çevremde önem verdiğim herkesin sevgiyle bahsettiği bir şey oldu. Bebekmiş gibi gülümseyerek konuşuluyor hakkında. İnsan mutlu oluyor gerçekten. Sanırım bizim kuşağın kitaba verdiği anlamla da ilgili bu. Okuyun ya da yazın, kitap güzel bir şey nihayetinde.
Peki, bundan sonra?
Bitmek üzere olan ikinci bir öykü dosyam var. Sanırım yılsonuna gelmeden hazır olur. Uzun bir öykü ya da romana dönüşebilecek, yazıp yazıp biriktirdiğim bir çalışmam daha var. Oradaki kahramanım, yanında bir sürü öyküye de yer açtığı için onun uzun konuşmasına izin vereceğim. Ama o 2021 için. Epey mesai isteyecek bir yas öyküsü. Onların dışında, tasarı halinde olan ya da yazılmış ama işçilik isteyen çok öyküm var. Okumanın zevkine kapılmazsam onları toparlarım. Belki de toparlamam, uzanıp bir kitap alırım. Yazarken okumayı çok özlüyorum çünkü.
Ne mutlu ben de okumayı ama özellikle yazmayı çok seviyorum..Sahifeme beklerim.
Yeni öykülerinizi merakla bekliyoruz. Güzel öyküler güzel insanların eseri oluyor.