Basın bülteninden:
Yarım asırdan fazla bir süre yayımladığı Servet-i Fünun/Uyanış dergisiyle edebiyatımızda önemli bir boşluğu dolduran Ahmet İhsan Tokgöz, matbuat tarihimizin öne çıkan simalarından biridir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Ahmet İhsan olmasa Servet-i Fünun muharrirleri, Ebüzziya olmasa Namık Kemal yarım kalırdı” sözü, hayli anlamlıdır. Tanpınar’a göre Tokgöz, ülkemizde “yeni edebiyat”ın oluşmasında “edebî inkişaf”ı sağlayan yayıncıların başında gelmektedir.
Bu kitapta Ahmet İhsan Tokgöz’ün Matbuat Hatıralarım’ını tamamlayacak mahiyetteki portre yazıları bir araya getirilmiştir. 1896-1942 yılları arasında yayımlanan ve yayımlandıkları süreli yayınlarda kalan bu yazıların büyük çoğunluğu, bir dostun yahut tanıdığın ölümünün ardından kaleme alınmıştır. Ahmet İhsan; portre yazılarında Ahmet Mithat, Recaizâde Mahmut Ekrem, Halid Ziya Uşaklıgil, Şemseddin Sami, Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Ahmet Rasim, Safveti Ziya gibi edebiyat tarihimizde yer etmiş ünlü şahsiyetlerle birlikte nisyana terk edilen Zeki Megamiz, Mustafa Reşid, Besim Ömer Akalın, Halil Halid, Mustafa Âsım, Halil Edhem, Hâmid Naci, Âkil Muhtar Özden gibi isimlere de eğilmiş; bu yazıların satır aralarında ele aldığı şahısla birlikte dönemin panoramasını yansıtan bilgiler de vermiştir. Bu bakımdan Bâbıâli Yokuşu’ndan Portreler, anılan isimlerin hayatları hakkında bilgi içermesinin yanı sıra dönemin edebiyat hayatına, kültür ve basın tarihine ışık tutacak zenginlikte bir kitaptır.
Kitaptan tadımlık bir bölüm sunuyoruz:
Üç Sima: Hüseyin Cahit Yalçın, Hasan Âli Yücel, Cezmi Ersin
Yeni vakaların, hadiselerin meydana geldiği hafta içinde tebarüz ettirdiği [ön plana çıkardığı] şahsiyetleriyle isimler vardır. Son haftamız tebarüz ettirdiği şahsiyetlerde çok zengindir. Partinin yeni mebus namzetleri [adayları] listesi ve heyet-i vekilede [milletvekili heyetinde] olan değişiklikler dolayısıyla adları öğrenilmiş görünen yeni vekiller. Ziraat kongresinin çok şayan-ı dikkat [dikkat çekici] müzakerelerinde kendilerini gösteren vilayet ziraat mümessilleri [temsilcileri] ve köylüleri… Bunlar kendileriyle herkesi çok alakadar etti ve isimlerini daha ziyade tanıttırdı ve sevdirdi. Dediğim isimlerin hepsi beni de candan alakadar etti. Hele bunlardan üç tanesi çok samimi düşüncelerime yol açtı ve tazeledi.
En başta gelen Hüseyin Cahit’tir. O benim tam 45 senelik arkadaşımdır. Servet-i Fünun’un ilk çıkışında kurulan yeni gazete ailesi meyanına [arasına] Hüseyin Cahit pek genç olarak girmişti. O kadar genç ki elbisesinin kolları üstünde, devam ettiği Vefa İdadisi’nin sınıf işaretleri vardı.
Bu kıymetli arkadaş Tevfik Fikret’in reisliğindeki Edebiyat-ı Cedide hayatında çok ehemmiyetli roller aldı, kıymetli yazılar yazdı, Garp hayatındaki mühim müellifleri [yazarları], muharrirleri bizim muhitimize tanıttı ve nihayet Abdülhamid devrinde iğrenç bir jurnalcinin müzevirliğine [ispiyonculuğuna] uğradık. Hüseyin Cahit’in “Edebiyat ve Hukuk” serlevhalı [başlıklı] makalesi iğrenç casusun tezvir [ispiyonlama] kâğıdına uydurma zemin oldu: Servet-i Fünun’u 1900 senesinde padişah iradesiyle kapattılar. Hüseyin Cahit’i ve gazetemizi Bâbıâli’de muayene eden mebus arkadaşım Veled Çelebi’yi ve beni cinayet mahkemesine verdiler. Meğer hepimiz, Fransız kralı 16. Luis’nin giyotinde kafası kesilmesi gibi bir büyük saray inkılâbı düşünüyormuşuz!!! O vakitten beri 38 sene geçti. Bu vakayı belki fırsat düşerek 38 defa yazmışımdır. Fakat ne de olsa Hüseyin Cahit’i görünce yahut adını duyunca bütün bu tarihî safhalar gözümün önüne gelir, Adliye’de cinayet mahkemesi müstantikinin [yargıcının] odasına sırayla taşınışımızı bugün gibi görürüm. O tarihte Abdurrahman Paşa gibi namuslu bir vezir Adliye Nâzırı bulunmasaydı ve Mabeyinci Arif Bey gibi bir Mekteb-i Mülkiye arkadaşım bizleri olabildiği kadar himaye etmeseydi üçümüz de mutlaka Fizan çöllerini boylamıştık. Artık o çöllerden dönüp dolaşıp Meşrutiyet’in ilanı yılına veyahut Cumhuriyet’e yetişebilir miydik, yoksa Afrika’nın kumları içine gömülüp kalır mıydık burasını keşif [tahmin etmek] zordur.
Büyük Millet Meclisi’nde kendisini arkadaş görmekle candan yürekten iftihar ettiğim Hüseyin Cahit’in en ateşli rolü 1908 İnkılâbı’nda oldu. Bâbıâli, Beyoğlu’nda mutasarrıflık eden bir kıdemli hafiyeyi [ajanı] Zabtiye Nazırı yaptığı zaman Hüseyin Cahit çok ateşli ve idealist bir makale yazmış, bu makale Servet-i Fünun’da Meşrutiyet’in ilanıyla beraber gündelik olan nüshasının 14-27 Temmuz 1324 [1908] tarihli nüshasında çıkmıştır. Diyebilirim ki bu makale, 1908 kanunu siyasi inkılâbında İstanbul’u ilk kaynatan canlı bir yazı olmuştu.
Hüseyin Cahit bir müddet sonra Tanin’i çıkardı ve onu da politika âleminin garip cilveleri ve didişmeleri yüzünden bıraktı. Fakat hiçbir zaman kalemini bırakmadı ve tam manasıyla mefkûreci [ülkücü] demokrat muharrir olmaktan geri durmadı.
Hüseyin Cahit’le bir hatıramız da 1911 yılında Almanya’ya yaptığımız 40 kişilik bir tedkik [inceleme] seyahatinde tebarüz eder [ortaya çıkar]. İnsanın iyisini anlamak için onunla yolculuk etmek yahut alışveriş yapmak lazımdır derler. Ben kendisiyle matbaacı olarak alışveriş yaptım. Bütün Almanya’da seyahat ederek yol arkadaşlığı ettim. Her iki cepheden dahi onun dürüst ve sevimli arkadaşlığına bağlı kalmıştım.
İşte son haftamızın vakaları içinde isimleri söylenen şahsiyetler arasında Hüseyin Cahit için düşündüklerimi yazdım. Şimdi Maarif vekilliğine büyük bir isabetle seçilen Hasan Âli Yücel’e geçiyorum:
Hasan Âli Yücel’i en çok sevip takdir ettiğim yıllar Ankara’daki arkadaşlığımızda olmuştu. Benden iki ve belki üç nesil sonra yetişmiş olan Hasan Âli Yücel’in tam manasıyla meftunu ve meclubu [tutkunu] olduğumu söylemekte tereddüt etmem. Hasan Âli Yücel ciddi olarak kültür adamıdır, ilim adamıdır. Matbuatı ve yazıcılığı idealist olarak yürekten sever. Maarif idare şebekesinin içinde hem bir idareci, hem kıymetli bir öğretmen olarak yetişmiştir. Maarif Vekâleti’nde memlekete, millete unutulmaz hizmetler edeceğine inancım var. Üçüncü isim geçen yıla kadar maliyede başmüfettiş ve müsteşarken Ziraat Bankası müdürlüğüne naklolunan [atanan] Cezmi Ersin’dir. Cezmi Ersin’i ben kendim mebusluğa seçilmezden evvel bir matbaacı olarak Maliye’ye derdimi anlatmaya gittiğim zaman, yani bundan on sene evvel tanıdım. Kendisi çok ciddi idare adamıdır, vazife masasını mükemmel doldurur. Maliyeciler, mükelleflerle temaslarda mutlaka kırtasiyecilik ve havalecilik illetlerinin alametlerinden kurtulamazlar.
Cezmi, ilk gördüğüm sağlam bünyeli ve dimağlı [zihinli] maliye memuruydu ve kendine maslahat [iş] namına gelen mükellefin derdini idarecilik ile adaleti birleştirip düşünen ve konuşan adamdı. Daha sonraları Meclis’teki maliye ve bütçe encümenlerinde ve başka türlü malî ve iktisadî müzakerelerde onu dinledim ve her defasında Cezmi’ye daha ziyade ve tam yürekten olmak şartıyla bağlı kaldım. Tereddüt etmeden derim ki, Cezmi memleketin yetiştirdiği iktisatçı, maliyeci ve idareci adamların en kıymetlilerinden birisidir.
Uyanış-Servet-i Fünun, Nu. 2210 (525),
29 Birincikânun [Aralık] 1938, s.82.