İlk “Atatürk” şiiri nasıl yazıldı? Nurullah Ataç’ın şeytanı neyin nesiydi? Yusuf Atılgan, şiir deneyimiyle ne söyledi? Edip Cansever, hangi şiir yarışmasına katıldı ve hangi dergileri çıkardı? Özdemir Asaf, “Yuvarlak Masa”sına kendinden başkalarını çağırdı mı? Sezai Karakoç’un “Mona Roza”sına yazılan nazire, neyi sabitledi? Cemal Süreya, eşten dosttan edindiği hangi takma adlarla yazdı ve yayımlanan iki hikâyesinin hikâyesi neydi? Ülkü Tamer’in itleri, neler havladı? Bunaltı diye bir “hareket” var mıydı?

Güzel Sayfa Kapak

Basın bülteninden:

Mehmet Can Doğan, Güzel Sayfa-Popüler Edebiyatın Sapa Yolları’nda, dergi ve gazetelerin herhangi bir sayfasındaki bir yazıyı merkeze alarak, dairesel bir hareketle bu yazının gerek şair veya yazarın yazma sürecinde gerek edebiyatın gelişimi veya değişiminde nasıl bir göstergesel değer taşıdığını ve edebiyat kurumunun söz konusu yazı yayımlandığı günlerde nasıl işlediğini gösteriyor. Varlığı bir olguya karşılık gelen metinlerde, bu olgunun ne olduğunu belirginleştiriyor. Sıradan gibi görünen bir metnin yayımlandığı dönemi başka bir deyişle günceli aşarak nasıl bir olguya dönüştüğünü, spekülasyonda bulunarak değerlendiriyor. Modern Türk edebiyatının kurucu veya yönlendirici ve bu yönüyle de hem döneminde hem de daha sonra güncel kalabilen şair, yazar ve çizerini, edebiyat kanonunun işleyişi açısından sorunsallaştırıyor. Şair ve yazar algısını nelerin belirlediği ve bunda şair ve yazarların nasıl bir etkide bulunduğu sorusuna karşılık veriyor.

Güzel Sayfa-Popüler Edebiyatın Sapa Yolları, arkeolojik kazılarda bulunup çıkarılanların pek çok görsel malzemeyle sergilendiği özel bir kitap. Şu sorularla okuru hem kışkırtıyor hem de çağırıyor: Yahya Kemal Beyatlı, Ali Emîrî’nin “Gazel”ini eleştirirken hangi korkuyu yenmeye çalıştı? Ahmet Hamdi Tanpınar, ilk denemesinde yazgısını nasıl okudu? Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu adlı romanı nasıl “bestseller” oldu? Peyami Safa, Sözde Kızlar’ını nasıl ifşa etti? Nâzım Hikmet, edebiyat kanonuna hangi tema üzerinden eklendi? Abdülhak Hâmid Tarhan’a Nobel Edebiyat Ödülü verilmesi girişimini hangi etkenler hazırladı? Aka Gündüz’ün Zekeriyya Sofrası adlı romanı, erken bir postmodern metin miydi? İlk “Atatürk” şiiri nasıl yazıldı? Necip Fazıl Kısakürek’in “İstiklâl Marşı” olarak yazdığı metin, nasıl “Büyük Doğu Marşı” oldu? Nurullah Ataç’ın şeytanı neyin nesiydi? Yusuf Atılgan, şiir deneyimiyle ne söyledi? Edip Cansever, hangi şiir yarışmasına katıldı ve hangi dergileri çıkardı? Özdemir Asaf, “Yuvarlak Masa”sına kendinden başkalarını çağırdı mı? Sezai Karakoç’un “Mona Roza”sına yazılan nazire, neyi sabitledi? Cemal Süreya, eşten dosttan edindiği hangi takma adlarla yazdı ve yayımlanan iki hikâyesinin hikâyesi neydi? Ülkü Tamer’in itleri, neler havladı? Bunaltı diye bir “hareket” var mıydı?

Kitaptan tadımlık bir bölüm sunuyoruz:

Adsız4

ABDÜLHAK HÂMİD’İN NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLÜ’NE GİZLİ ADAYLIĞI

Türk edebiyatının modernleşme sürecinde önemli bir isim ve gördüğü deneyimlerle dikkate değer bir gösterge olan Abdülhak Hâmid, uzun ömründe pek çok lezzeti tatmıştır. Tattığı lezzetlere şöhretin hazzı da dâhildir. İlk kez Süleyman Nazif’in söylediği “Şair-i Âzâm” önce Burhanettin Tepsi’nin ardından Florinalı Nâzım’ın söylediği “Dâhî-ı Âzâm” sözlerinin yaygınla- şarak benimsenmesi sonrasında şair, bunları kendini işaret eden birer sıfat olarak taşıdıkça şöhretin hazzını da kesintisiz yaşamış olmalıdır.

“Abdülhak Hâmit ve Nobel Mükâfatı” başlıklı yazı, “on beş günlük inkılâp ve kültür mecmuası” sunumuyla 1 Ağustos 1930’da yayımlanan ve dört ay sonra çıkarılabilen ikinci sayısıyla kapanan Garba Doğru’nun ilk sayısında yer alıyor. Derginin Abdülhak Hâmid’e Nobel Edebiyat Mükâfatı (Ödülü) verilmesine yönelik kampanyası uzun sürebilse ve istenen sonuca ulaşsaydı şair şöhretini taçlandıracağı gibi, hep şikâyet ettiği para sıkıntısından da kurtularak ömrünün sonunda müreffeh bir yedi yıl yaşayacaktı. Ayrıca 1931’de ikinci kez milletvekili seçilmesinden bir yıl sonra “Büyük Millet Meclisi Reisi Kâzım Paşa Hazretlerine” bir mektup yazarak kendisine hayattayken ödenen maaşın ölümünden sonra Lüsiyen Hanım’a verilmesi yönünde bir “maruzat”ta bulunmasına da[1] gerek kalmayacaktı.

Garba Doğru’da imzasız yayımlanan yazıyı her kim yazdı ise, hem Nobel Edebiyat Ödülü’nün Abdülhak Hâmid’e verilmesi konusundaki isteğinde hem de şairi Goethe ve Shakespeare’den üstün görüşünde besbelli ki samimidir. İmzasız yayımlanan yazının kime ait olabileceğine ilişkin iki tahminde bulunmak mümkün. Yazının içeriği kadar yazanın kimliği de önemli. Çünkü yazıda- ki samimiyet gösterisini hazırlayan bazı etkenler var. İmzasız yazının derginin “imtiyaz sahibi” Kâzım Sevinç’e ait olduğu ve dergide şiirleri de yayımlanan Sevinç’in o yıllardaki pek çok şair adayı gibi Abdülhak Hâmid’e hayranlık duygusuyla dolup taştığı söylenebilir. Bu, şair tercihi yönüyle her ne kadar edebiyat kanonunun hazırladığı sosyal bir etken gibi görünse de genç birinin duygularının dışavurumuyla daha çok bireysel bir etken olarak belirginleşir. Dolayısıyla bireyin, kendini kanona Hâmid üzerinden gösterdiği söylenebilir. Yazının kimin olduğuna ilişkin diğer olasılığa aşağıda değineceğim.

İmzasız yazıdaki samimiyet gösterisini hazırlayan başka bir etken, bir yıldan fazla bir zaman önce Haziran 1929’da Nâzım Hikmet’in Resimli Ay’da “Putları Yıkıyoruz-Aptülhak Hâmit: No: 1” başlıklı yazısıyla başlattığı kampanyadır. Bu putkırıcılık kampanyası, Nâzım Hikmet’in şöhretini hazırlayan adımlardan biridir. Hâmid, yazının yayımlanmasından sonra Nâzım Hikmet’i evine davet etmiş, inceliği ve bilgisiyle onu utandırmıştır. Nâzım Hikmet, bu ziyareti ve etkisini, Resimli Ay ekibine, “Şu Abdülhak Hâmit, büyük adam, büyük şair” diye başlayıp ayrıntısıyla anlatmıştır.[2] Ayrıca Orhan Selim müstearıyla yayımladığı “Öptüğüm El…”[3] ve “83 Yaşında Delikanlı” başlıklı yazılarında, Abdülhak Hâmid’e saygısını bildirir. İkinci yazıdaki şu sözler, onun yıkmak istediği puta karşı nasıl bir pozisyon aldığını gösterir: “Ben Hâmid’i şimdi anlamağa başlıyorum. Onun yürek derisini yüzerken bu sert kabuğun içinde tutuşan alevle gözlerim yeni yeni kamaşıyor…”[4]

Abdülhak Hâmid her ne kadar Nâzım Hikmet’i hoş karşılayıp incelik gösterse ve verdiği söyleşilerde onu beğendiği şairler arasında ansa da bunun diplomatik bir tavır olduğu söylenebilir.

Adsız3

Resimli Ay’ın Haziran 1929 tarihli sayısı, belki de okura ulaşmadan Hâmid muhipleri dergiyi görüp şairle ilgili yazıyı okumuştur. Hikmet Feridun [Es]’un Akşam gazetesinde yayımlanan “Edebiyatımız ne halde?” sorulu anketini, Hâmid, muhipleriyle bir arada iken evinde cevaplamıştır. Nâzım Hikmet’in Resimli Ay’daki “Putları Yıkıyoruz-Aptülhak Hâmit: No: 1” başlıklı yazısından “Hamid’in en kuvvetli yazısını başka bir dile çevirin, bakın nasıl sırıtır, başka bir dile değil hattâ konuştuğumuz Türkçeye tercüme edin lâkin dâhinin dehası nasıl sabun köpüğü gibi dağılıverir.”[5] sözlerini anıp, kendisini savunmayacağını, bunu “büyük Türk gençliğine bırak[tığını]” söyler. “Putları Yıkıyoruz” kampanyası üzerine Türk gençliğinin refleksi hatırlanırsa bu mesajın muhatabına ulaştığı anlaşılır. Hâmid, anılan söyleşideki “Nazım Hikmet B[ey], benden yanlışsız bir sayfa okuyamaz, beni anlayamaz.. Anlamadığı halde nasıl tenkit eder..” sözleriyle de Nâzım Hikmet’i küçümser. Bununla birlikte, “Beyefendi bugünün şairlerinden kimleri beğeniyorsunuz?” sorusuna, “Ben hak tanıyan adamım.. Nazım Hikmet’i kendi janrında beğenirim.. İstidadı var.. Lâkin pek mahdut, biraz tenevvü lâzım değil mi?.. Meselâ ben her tarzda yazdım.. Hattâ zenbereksiz nazım bile..”[6] cevabını vermekten sakınmaz. Bu cevap bile onun ne denli diplomatik bir tavır sergilediğini gösterir. Nâzım Hikmet’in biçimde ve temada “mahdut” bulunması ve yazma tarzının “zenbereksiz nazım” olarak görülmesi, haktanırlığın ironik bir ifadesi olsa gerektir. Kamuya açık olan bu sözlerde, Hâmid kırgınlığını gizlemiş gibi görünmektedir; özelde ise durumun öyle olmadığı açıktır. Hıfzı Tevfik Gönensay, “Hâmid bu terbiyesizliğe hayli içlenmişti. İşte sanıyorum ki ‘Gazup bir şair’ ve ‘Gazup bir şairi takip’ adlı manzumelerini bu ruhî haletin tesiri altında yazdı.”[7] der.

_____________________________________

[1] Abdülhak Hâmid’in Mektupları-2, Hazl.: İnci Enginün, Dergâh Yay., İstanbul, 1995, s. 765-766.

[2] M. Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1968, s. 164-165.

[3] Orhan Selim, “Düşünceler-“Öptüğüm El…”, Akşam, nr. 5807, 17 Kânun-ı Evvel 1934, s. 1.

[4] Orhan Selim, “Düşünceler-83 Yaşında Delikanlı”, Akşam, nr. 5810, 20 Kânun-ı Evvel 1934, s. 1.

[5] Alıntılanan sözler, “Putları Yıkıyoruz-Aptülhak Hâmit: No: 1” başlıklı yazıda, şöyledir: “Dahii âzâmın en kuvvetli yazısını başka bir dile çevirin, bakın nasıl sırıtır. Başka bir dile değil, hatta bugün konuştuğumuz Türkçeye tercüme edin, bakın dahinin dehası nasıl sabun köpüğü gibi dağılıveriyor.” (Resimli Ay, Haziran 1929, s. 24-25.)

[6] Hikmet Feridun, “Edebiyatımız ne Halde? Şairi Âzam Abdülhak Hamit Beyin Fikirleri”, Akşam gazetesi, nr. 3817, 31 Mayıs 1929, s. 1-2.

[7] Hıfzı Tevfik Gönensay, Hâmid’in Son Yılları ve Son Şiirleri, Vakıt Matbaası, İstanbul, 1943, s. 56.