Bekir Dadır, edebiyatımızın çalışkan isimlerinden. Dergilerdeki üretkenliği, soruşturmaları ve şiirlerinden sonra çeşitli öykülerini de yazın dünyasına dâhil etmeye başlayan Bekir Dadır, daha önce 2018 Ali Rıza Ertan ödülünü alan “Çöl Bahçıvanı” dosyasını kitaplaştıralı da çok olmadı. Şiir ile devam ettiği bu yolculuğunda bu kez “Ödünçleme” (Daha sonradan adını değiştirerek “Suyun Ödünç Yansıması” yaptığını öğrendim) adlı dosyasıyla 2020 M. Sunullah Arısoy Şiir Ödülü’nü aldı. Ben dosyayı okudum. “Çöl Bahçıvanı” kitabından sonra bu denli farklı bir format ile karşımıza çıkacağını tahmin etmezdim. Kitap üç bölüme ayrılıyor. “Yansıma”, “Ödünçleme” ve “Türkü”. Açıkçası ilginç bir konsepti okuyucuya sunuyor “Suyun Ödünç Yansıması”. İlerleyen zamanlarda kitaplaşarak okurla da buluşur umarım.
Sinan Onur

Öncelikle son dönemde yayımladığın şiirlerinde ve henüz yayımlanmamış olan dosyandaki şiirlerinde, imgelerindeki yoğunluk sanki daha da durgun ve olgunlaşmış bir halde seyrediyor. Şiirinin artık imgelerden uzaklaşmaya başladığını ve lirizm etkisinden arındığını düşünüyor musun?
Şiirimi imgeden ayırmam mümkün değil. Bunun için de herhangi bir çalışmam yok. Sadece son dönemde yazdığım şiirlerde daha sade bir dil kurmaya çalışıyorum hatta kimi zaman somut şiire de kayıyorum diyebilirim. Bekir Dadır’ın şiir dilini kurmaya ve bunu şiirlerimde oturtmaya çalışıyorum. Haliyle kendi dilimi kurmam da çok basit olmuyor, deneye deneye gerçekleştirmeye çalışıyorum. “Ödünçleme” (Sonradan adını Suyun Ödünç Yansıması olarak değiştirdim) dosyamdaki şiirler ileride gün yüzüne çıkarsa görülecektir ki daha kendinden emin bir dil yaratmaya çalışıyorum. Yine imgelerle kurulu ancak daha ayağı yere basan bir dil.
Bekir Dadır deyince, benim aklımda hep üç imge uyanır. Kirpik, tünemek ve benlik. “Varoluş Bahçıvanı’na Zeyl”, “Babam Adıma Baba Dedi”, “Zamanın Kekeme Hali”, “Gassalı İşinden Eden Barış”, “Yedi Askı”… Çöl Bahçıvanı’ndaki bu şiirleri örnek olarak verebilirim. Senin şiirinde olmazsa olmaz bir yer teşkil eden bu olgular, hep belirli bir ahenk içerisinde soyuta dökülüyor ve ardından tekrar maddeye tekâmül ediyor. Sende bu olguların yeri nedir?
İsmini verdiğin şiirlerimde bahsini ettiğin olguları iyi yakalamışsın. Her şairin birkaç sözcüğü olduğuna inanıyorum. Haliyle benim de senin saydığın ve saymadığın birkaç sözcüğüm var. “Kirpik” bunlar arasında en fazla kendini gösteren. Birçok arkadaşımdan bu konuda eleştiri alsam da, kendi dilimi yaratma sürecinde olduğum için bu sözcüklerle kurulan bir şiirin ve benim dilimi az çok bilen birisinin şiirin bana ait olduğunu anlayacaktır. Özellikle kirpik sözcüğüne yüklediğim anlamlar ve anlamsızlıklara bazen ben de şaşırıyorum. Bu sözcüğü binlerce farklı şekilde imgelerle kurabiliyor ve kurmaya da devam ediyorum. Kirpik kimi zaman bir ölüm tasavvuru oluyor, kimi zaman ise tam zıt bir anlamda yaşamın. Benlik olgusu ise daha çok varoluş olarak kendini gösteriyor şiirlerimde. Şiirlerimin personasını kendimden uzaklaştırdığım zamanlar da oluyor. O zamanki ben ile personanın Bekir Dadır olduğu ben, apayrı iki olgu olarak çıkabiliyor şiirlerimde.
Dürtüler, yaşantılar ve uzun yürüyüşler. Artık klasik bir şair algısından uzaktayız. Sosyal medyadaki benliğimiz ile evdeki benliğimiz farklı oluyor. İster istemez kendini dizayn edilmiş bir halde buluyorsun. Sence yazmak, özellikle günümüzde, saf bir teslimiyetin simgesi midir?
Klasik şair algısından kastın nedir tam olarak? Romantikleştirilen şair algısı mı? Şaire bu sıfatı ya da bu hırkayı giydiren okurun kendisidir. Şaire üst mertebe gözüyle bakılmasının sebebi budur. Halk şairlerinin günümüze kadar uzanan o rüyaya yatma ve bade içme seanslarından sonra şairliğe kavuşmaları günümüzde ve hatta son yüz yıldır yok. Şiir artık bir yetenek işinden çok çalışma işine dönmüştür. Mallarme’nin “ilk dize tanrı vergisidir” sözünü savunarak, sonrasında şiirin yapılabilecek bir iş olduğunu savunanlardanım. Sosyal medya çağının bu kadar bedenlerimize, beynimize hükmettiği bir dönemde şair ya da yazar olmak gerçekten de zor. Gösteri sanatını bizler ilk zamanlar televizyonda, sinemada ya da tiyatroda zannederken artık herkesin, hepimizin elindeki telefonlar oluverdi. Sosyal medyadaki beğenilme hasreti hepimizin içindeki Narkissos’u çıkardı. Yazmak, teslimiyetin kurbanı olmak da olabilir tam karşıtı olarak olmamak da. Bu yüzden geleceğe kalacak şiirler, metinler bırakmalıyız. Yoksa hepimiz teslimiyetin kurbanı olacağız.
Kaybolan bir his sende neyi çağrıştırıyor? Belki eskisi kadar bir denizi izlemekten keyif almıyoruz. Her an etrafımız kuşatılmış bir medeniyet izbesi gibi ve üstelik bunun farkındalığını duyumsayan sanatçının işi daha da zor. Artık şiirlerinde de kaybolan ve tükettiğin hislerinin peşine düştüğünü düşünüyor musun?
Sabahattin Kudret Aksal bir öyküsünde şöyle diyor: “Benim için eşyada duygu aramak, önüne geçilmez bir alışkanlıktı bir zaman. Kullandığım zaman eşyanın duygularının farkında olmazdım. Pencereyi açtığım zaman pencerenin, gemiye bindiğim zaman geminin konuşan bir hali yoktur da asıl açmadığım pencere, binmediğim gemi dile gelir”. Ben de Aksal gibi düşünüyorum. Hem eşyada hem de hislerde. Ne kadar bu çağın içine fırlatılmış olsak da, ne kadar hislerimiz körelmeye başlasa da, hislerin ancak ve ancak bir süreliğine üstü örtülebilir. Hissetmeseydim yaşayabilir miydim, bilmiyorum. Yaşamayı hissetmek, öleceğini hissetmek, aşık olmak, acı çekmek bunlar bu çağda boyut değiştirmiş gibi görünse de his, halen derinlerimizde duruyor. Ben şiirlerimde senin kaybolduğunu düşündüğün, benim ise üstünün örtüldüğünü düşündüğüm o hisleri oradan çıkarıp günışığına çıkarıyorum. Çıkarmaya çalışıyorum.
Edebiyat tarihimizde şiirle birlikte seçkin başka edebi türlerden de örnekler vermiş isimleri biliyoruz. Yakın dönemde de bu gibi şairlerle karşılaştık. Şiirle tam olarak derdini anlatamayan, kısıtlandığını düşünen isimler diğer edebi türlerde de örnekler verdiler edebiyatımızda. Son dönemde birkaç öykü sitesinde ve dergilerde öykülerini de okudu okurlar. Şiirden bir kopuş ve öyküye geçiş oldu diyebilir miyiz ya da öykü ve şiiri aynı anda mı götüreceksin? Son dönemde bu kadar öyküye ağırlık vermenin sebebi nedir? Bu öyküleri de bir dosya yapma düşüncen var mı?
Pek bilinmez ama ben edebiyat hayatıma öykü ile girdim. Tam olarak senesini hatırlamıyorum ama iki sene içinde aralıklarla Ihlamur Dergisi’nde öykülerim çıktı. Sonradan nedendir bilmem şiire ağırlık verdim. Öykü, uzun zaman bekledi bende. Sonrası ise şiir işte, biliyorsunuz. Son iki yıldır ise, özellikle 2018 ilkbaharından itibaren öykülere de ağırlık vermeye başladım. Öykü Gazetesi’nde, Oggito’da ve İshak Edebiyat sitesinde öykülerim çıktı. Daha önceleri, daha doğrusu ilk yayımlanan öykülerim genel itibariyle bir “içkonuşma” metinlerinden ileriye gidememişti. Son yayımladığım ve halen yayımlanmayan birkaç öykümde ise kurguya, karakter analizlerine, çatışmaya, zamana ve mekâna dikkat ettiğim öyküler yazmaya başladım. Öykü üzerine çok okumalar yapmaya başladım, hem bizim edebiyatımızdan hem yabancı edebiyatlardan. İyi metinler çıkarabilmek için çalışıyorum. Okuyanlar görecektir ki öykülerimde de şiirin olanaklarından, şiir dilinin varlığından çokça yararlanıyorum. Belki de bundan uzaklaşamıyorum ya da uzaklaşmak istemiyorum. Direkt olarak şiirden öyküye bir geçiş söz konusu değil. Bir hikâyeyi, anıyı, bir resmi, duyguyu nerede daha iyi anlatabiliyorsam onu yazıyorum. Bu bazen bir şiirde oluyor, bazen kısacık bir öyküde, bazen de roman niceliğinde uzun bir öyküde. Dil beni nereye götürüyorsa ona eğiliyorum. Bir öykü dosyam oluştu aslında. Belki daha erken ama bir dosya hazırladım. Ne olur bu dosya, üzerinde daha oynayacak çok şey var mı yok mu bilmiyorum. Bakarsın kısa zaman içinde yayımlanır dosya, bakarsın yıllarca bekletirim, bilemiyorum.