sozcuklerdir-butun-derdim-cevirmenin-cemberi-800x425

Sesten başladım. Ses vermek istiyordum çünkü. Çıkan sesi kulağım duyduğunda doğru bir ses olup olmadığını tartıyordum. Bu yazarlık işinde terazi şart, doğru ölçen bir terazi. Hayal gücü teraziye gelmez diyebilirsiniz, ama aslında terazi bir sınır çekmez. Aksine anlatmak istediklerinizi daha özgürce yaşamanızı sağlar. Zaten sesi ölçen desibel her zaman yazılanı ölçemeyebilir. Yani Orhan Pamuk’un şu romanı bu kadar desibel demeyiz. Romanın sesini okurken duyduğumuzda anlayabiliriz ancak. El yordamıyla anlayabiliriz. Her şeyin bir yolu, yordamı var elbette. Ursula K. Le Guin de aynı yerin altını çiziyor. Oradan devamla: “Yazdıklarınızın Sesi” bölümünden: “Dilin sesi, her şeyin başladığı yerdir. Bir cümleyi sınamanın yolu, kulağa düzgün geliyor mu diye sormaktır. Dilin temel unsurları fizikseldir: Kelimelerin çıkardığı tınılar arasındaki ilişkiyi belirten ritimleri oluşturan sesler ve sessizlikler yazının anlatımı ve güzelliği bu sesler ile ritimlere bağlıdır.” Bazen, sözle anlatınca bazen, yapıtın “sır”ı kayboluyor gibi sanki. Ama ona da fazla kulak asmıyorum.

Bakın ne diyor “Yazdıklarınızın Sesi”nde, Ursula K. Le Guin:

“İyi bir yazar, tıpkı iyi bir okur gibi, metni zihninde duyar. Genellikle düzyazıları sessizce okuruz ancak pek çok okurun metni duyan keskin bir iç kulağı vardır. Sıkıcı, değişken, monoton, inişli çıkışlı, zarif… Anlatıya yönelik tüm bu eleştiriler aslında onun sesi ile ilgili kusurlardır. Canlı, hızı yerinde, akıcı, güçlü ve güzel… Bunlar da düzyazının sesiyle ilgili özelliklerdir. Bu tür metinleri okudukça keyif alırız. Yazarlar, kendi yazılarını dinlemek ve yazarken duyabilmek için kafalarının içindeki bu kulağı eğitmelidir.”

Okuduğunuz ya da yazdığınız bir metnin sesini zihninizde duyuyorsanız ne alâ, duymuyorsanız bir yerlerde bir sıkıntı var demektir.

“Yazdıklarınızın Sesi” bölümü epey verimli: “Gürültü çıkarın ya da tamamen sessizleşin. Kelimelerin inişli çıkışlı veya akıcı hareketinde eylemi yeniden üretmeyi deneyin. Kelimelerin sesinde, cümlelerin ritminde her ne olacaksa onu yapın. Eğlenin, kurtlarınızı dökün, oyalanın, tekrarlayın, başınıza icatlar çıkarın, özgür olun.” Bu ipuçları dizisi ne kadar sade ve vurucu. Yazarkenki halinizi size net bir biçimde yansıtıyor. Yansıtabilmesi için camın arkasında bir “sır” olması gerekir. İşte kendi sırrını okurlarıyla açıkça paylaşan bir yazar daha.

“İnsan kelimelerle yaşar. Sokrates’in şu sözü uzun süre çalışma masamın üstünden bana baktı: “Dilin suistimal edilmesi, ruhtaki kötüyü kışkırtır.” İlham verici bir cümleye takılmış Le Guin. Takıldığımız yerde, takıldığımız ruhta kışlamak gerekir. Çünkü ruhun temizlenmesi zaman alır. Yaptığın işi, dili bozmak, kötü kullanmak ruhlarımızdaki kötüyü de kışkırtır. Bu cümle Le Guin’in ne kadar iyi bir okur olduğunu da açık ediyor. Yine “iyi okur olmadan iyi yazar olmaz” noktasına geliyoruz.

Yalnızlık, işte sanatın en yaratıcı hali, zemini, temeli, iklimi… Kendi sesini bulmanın yolu biraz da yalnızlıktan geçer. Biraz da değil, epey bir yalnızlıktan geçer. Yalnızken kendini ölçersin, kendi sesini ölçersin. Başkalarının sesi bulaşmadan kendi sesini yakalamalısın. Bu niye bu kadar önemli? Tek başınayken daha çok kendin olursun da ondan. Kendiliğin, kendiliğinden geliverir. Başkalarıyla olduğunda bunu beceremezsin. Sen piyanist değilsin, binlerce kişinin karşısına çıkıp bir eseri çalmayacaksın. Bazen yeni bir dünya yaratmak için başka dünyalara kendini kapatman gerekir. Sen yalnızkensin!

Üstüne düşmek. İşte bize lâzım olan deyim bu. Çok da fazla önemsemeden ama savsaklamadan yapmamız gereken şey. Biteviye üstüne düşmek. Çünkü bazen günlerin yapamadığını yıllar yapabilir. Çünkü bazen üstüne düştüğümüzde şahane bir iz bırakabiliriz. Çünkü bazen üstüne düştüğümüzde kendimiz oluruz. İşte o kendimiz olduğumuz anlar, kendi metnimizi yazdırır bize. Bıraktığımız bu izi çok az insan fark edecektir ama önemli değil. Kalıcı bir iz bıraktıysan eninde sonunda fark edilecektir. Kalıcı ses diye bir şey yok ancak her metin tekrar okunduğunda kendi atmosferini yeniden yaratacaktır. İnsan dünyaya iğneyle tutturulmuş gibi. Teyelli gibi. Yazmak belki o dikiş izini sıkılamaktır. Bu da az şey değil.

Bütün bunları niye sıraladım. Yazmamak için… Evet yazmamak için…

Tarhan Gürhan

Haziran 2020 / Ankara, yazarın kendini akort ettiği yer…