Geçenlerde Orhan Veli düştü zihnime. İlginçtir, imgesi boyalıydı. Boyanmış, çizilmiş bir resim. Uzun, aşağıya kadar uzanmış bir surat, ona yetişen yine uzun bir burun. Orhan Veli. Bir resmi vardır. Metin Eloğlu boyamıştır. Veli, Eloğlu’nun resminde sakallıdır. Alacalı bir fon önünde uzun, süzülür. Resme zamanında çok bakmış olacağım ki zihnimde öyle boyalıdır hâlâ. Eloğlu, Oktay Rifat’ı da boyamıştır. Uzun boyunludur Oktay Rifat resimde. Metin Eloğlu uzatıyor şairleri. Kiminin suratını ve burnunu kiminin de boynunu.
Bu olaydan sonra boyalı şairleri düşünmeye başladım. Ne çok boyanmışlar. Nazım Hikmet çıktı karşıma. Önce annesi boyamıştır, Celile Hanım. Bir daha boyamıştır, bu sefer altına ‘Benim gözümle oğlum’ notunu da iliştirmiştir. Nazım kendini de boyamıştır, otoportresi vardır bir sürü. Mavi gözlerini almıştır, zindana koymuştur. Zindandan çıkarıp boşluğa, uzaya atan kişi de Semiha Berksoy’dur. Nazım’ı boyamıştır, sarıya boyamıştır onu, açık sarı saçları vardır, gözleri de açık mavidir. Berksoy Semiha yaşatır Nazım’ı. O masaldan çıkmış gibi odasında, yaldızlı şamdanlar arasında, başucunda. Nazım’ın resmi deyince çok derinleşir bu sohbet. Az evvel internet haberlerinde arattım, ilk haber otuz ressamın yaptıkları Nazım portreleriyle bir sergi açtığı haberiydi. Bu kadar derinlikli değinemeyeceğim fakat Balaban ve Cihat Burak’ı anmam gerektiğini biliyorum. Balaban, Nazım’ın çırağıydı. Hapishanede Nazım’dan resim öğrenmişti. ‘Köylü Ressam’dı, Nazım böyle demişti İbrahim Balaban’a. O köylü ressam da ustasını boyadı işte, renkli.
Cihat Burak resmiyle hep tarih düştü. Süleyman Demirel’i, gençlik ayaklanmalarını, pavyonları, Dolmabahçe’yi, Zeki Müren’i, kedileri ve aslanları ve ayıları ve maymunları, her şeyi boyadı. Bir de öykü yazdı, bina yaptı. Süleyman Demirel’i anlatırken semboller koydu tuvale. Biliyordu, tarihçiler, sosyologlar, resim imcileri inceleyecekti onu. I. Ahmed’in Rüyası’nı boyadı. Kalabalıktı resmi. Nazım’ı bir triptik tabloda anlattı. Nazım’a tarih düştü. Üç yan yana tablo, triptik. Ortadaki, diğerlerine göre daha büyükçene olan tuvale Nazım’ın ölümünü (Şairin Ölümü) boyadı. Sokakta, parke taşlarının arasından sızan kanlarla, arkada seyreden protokolle ve şairin göbeğinden çıkan rengarenk çiçeklerle boyadı-anlattı şairi. Bir diğerinde, yine cezaevinde kucağında bir Van kedisiyle boyadı. Şairler kedileri sever. Ayaklarında güvercinlerle boyadı ki bu güvercinler hep uçmak isterler, Nazım’ın hayalindeki yere. Triptiğin son tuvalinde Nazım’ın dedesini, annesini arkadaşlarını ve gençliği anlatır-boyar. Bana göre Nazım’ı en iyi anlatandır Burak Cihat. Tarihçidir, resmin içinde tarihçisidir resmin. Bir de Cansever’i boyamıştır.
Bu tabloda Cansever’i ayan göremeyiz. Kelinden ve alnından anlarız. Edip Cansever deriz. Masaya başını yaslamıştır, yanında uzun tüylü seyirciye bakan bir kedi vardır ki şairler kedi sever. Önlerinde, masada bir bardak vardır, yanında, kedinin önünde, raylar üzerinde tren vagonları. Benim çocukluk oyuncağımdır o tren, Kemeraltı’ndan almışlardı, oturma odasında, sobanın yanında gider dururdum çocukluğum boyunca, belki Nazım’ın hayaline giderdim, güvercinler gibi. Cansever Edip’i şair arkadaşı Süreya Cemal de çiziktirmiştir. El yazısıyla, Sevgili Edip! yazmıştır. Benzer, Cansever’dir o. Bir mektubun sonuna mı yoksa bir kitabın ilk sayfasına mı çiziktirdi bilmem. Öyle bir sayfa kenarı, Edip Cansever’in çiziği, Süreya’nın güzel imzasının kalemiyle.
Çiziktirme. Alelade, bir not kağıdına, deftere karalama. Hızlı ve yaşayan resimler. Burak Fidan, instagram hesabında –bir yazıda instagram, facebook ve hatta internet gibi laflara alışmamız gerekiyor. Ben daha alışamadım, bu zor. 1997 doğumluyum– Orhan Duru’nun defterinden birkaç fotoğraf paylaşmıştı. Fotoğraflarda İlhan Berk’in gözlüklü pembe yanaklı bir çiziktirmesi vardı. İlhan Berk bir kaplumbağaya benzer. Bu resimde de benzemişti. Şairi kaplumbağaya kim benzetmişti ansımıyorum şimdi. (F. Edgü ansır, B. Karasu da, onlardan duydum bu sözcüğü.) İlhan Berk’in yanında Ece Ayhan Çağlar vardır. Sarı çizmiştir, iyi mor değildir. Karikatürüdür Ece Ayhan Çağlar’ın. Boynu uzundur, ayaklarını uzatmış oturur. ‘L’ harfine benzer. Görebildiğim kadarıyla Orhan Duru bir de Dağlarca’yı çizmiştir. Dağlarca dik oturur kağıdın üzerinde, büyüktür.
Şair resimleri bitmiyor. Hatırıma düşmeyen boyanmış daha ne çok şair vardır. Can Yücel’i, boyalı şairi anlatmalı. Önce Burhan Uygur’un Can’ı. Burhan Uygur ki ne özenirim ressamlığına. Bir de İlhan Berk’in ressamlığına. İlhan Berk meselesine daha var. Burhan Uygur, Can Yücel’in arkadaşı imiş, içki içerler, şiir düşünürler imiş. İçkinin sonunda -içkinin sonu var mıdır, sonu gelir mi bilinmez, ama muhakkak gelir- dünyayı da kurtarırlar imiş. Uygur Burhan da o gecelerden birini boyamıştır. Can masadadır ve her halinden bellidir, şairdir. Yalçın Küçük, ‘Şair gibi yaşayan iki şair vardır.’ der. Biri Can Yücel, diğeri Nazım Hikmet Ran. (Cihat Burak’ın resmindeki, Şairin Ölümü) Burhan Uygur’un boyasında da şairliğe devam eder Can Yücel. Heybetlidir, bıyıklarının arasından hırıltılı dökülecek gibidir dünya. Bir feylesof gibidir o tabloda, masada konuşan. Konuşmak, şairliğe ve feylesofluğa aittir. Anlarız onu bu tabloda.
Can Yücel daha pek çok boyacı tarafından boyanmıştır. Civan Canova’nın Can Yücel resmini de severim. Can yine şairdir, yaşıyordur. Hâlâ. Beyazdır sakalları, karışmıştır saçlarına, anlatır yine masada oturmuş. ‘Ölü Bir Ozanın Sevgili Karısı’ Güler Yücel. Ressamdır, kocasını boyamıştır. Yastır belki bu resim, ozanın ardından karısının yaktığı. Can Yücel, Güler Yücel’in resminde uzun bir kağıda yazı yazar. Bu kağıdın bir ucu Datça’ya açılan bir pencereden çıkar gider. Dünyaya açılan bir pencerenin resmidir. Şiirdir, Can Yücel’dir.
Bakmadım İlhan Berk’in resmi yapıldı mı yapılmadı mı diye. Hatırlarım. Necati Abacı birkaç çizgiyle anlatmıştı İlhan Berk’i. Bir de Orhan Duru’nun Berk’i. Severim Orhan Duru’nun Berk’ini. İlhan Berk bir ressamdı, boyacıydı. Ben şiirinden önce ressamlığına özendim onun. Düşündüm. İlhan Berk şair bir arkadaşının resmini yaptı mı? Yapmıştır belki. Ama İlhan Berk başka işlerle meşguldü. Dünyayı yazmak, -otları, her şeyi- bir de kadınları boyamakla. Kadınları siyah bir düzlemde yüzdürdü Berk İlhan, ilkel çıplak kadın bacakları boyadı, bir de şiirini yazdığı hamsinin resmini. Kadınları, defter kapaklarında, mektuplarda, kitaplarının sayfalarında posta pullarıyla damgalarla, mühürlerle yapıldı. Rüyanın bulanık imgesi, kadınları İlhan Berk’in.
Şairler boyandılar, devam edecekler boyanmaya. Kimi şairler şimdi sadece bir duvarda, boyalı, seyirlik. Kimileri daha dünyada ve boyanmayı bekliyor. Belki önce okunmayı.
Cem Çakıcı