Yazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun.
Tuğba Gürbüz

Eskiden Türk sanat müziği sanatçılarına müziğe nasıl başladıkları sorulduğunda, Üsküdar Musiki Cemiyeti’nin adını verirlerdi. Bana da ilk yazı çalışmalarına ne zaman koyulduğum sual edilirse, İzmir mahallelerinde geçen çocukluğum, diye cevap veriyorum.
Altmışlı ve yetmişli yılların İzmir’i henüz beton ormanına dönüşmemişti, mahalle yaşamı çok canlıydı. Biz çocuklar da yeşil alanlarda ve sokak aralarında oyunlar oynardık. Bunları Teksas, Tommiks gibi çizgi romanlardan ve Define Adası, Tom Sawyer gibi eserlerden esinlendiğimiz konularla taçlandırır, o kitaplarda olduğu gibi kendimizce hayal dünyası oluştururduk.
İşte ben de o yıllarda basit ve kısa macera hikâyeleri yazmaya başladım. Mesela hayalet görmek amacıyla arkadaşlarla, apartman olmayı bekleyen metruk evlere girerdik. Akabinde iki-üç sayfalık korku hikâyeleri kaleme alırdım. Agatha Christe, Conan Doyle ve Carter Dickson gibi ustalarla tanıştığım senelerdir. Jules Verne de elimden düşmezdi. Söz açılmışken, bu yıllarda çizgi romanla uğraştığımı da belirteyim. Fena da çizmezdim hani. Yarıda kaldı.
Bu arada mahalle büyüklerinden dinlediğim ve çocukluğumda beni hayli ürperten mahalle söylencelerini de unutmamak gerek. Cinler, karakoncoloslar, kanatlanan tabutlar gibi. Bunları seneler sonra Detektif Sokratis Polisiyelerinde kullandım. Türklere ve Rumlara dair mahalle söylencelerini toplamaya hâlâ devam ediyorum. Ailecek ziyaret ettiğimiz Rum ve Levanten tanıdıklarımızın eski evleri de romanlarımda ayrıntısıyla yer alır.
On dört-on beş yaşımdayken okuduğum casus romanlarının etkisiyle casus romanları yazmaya giriştim. Bir nevi James Bond taklidi… Seksen-doksan sayfalık sarı defterlere… Lise döneminde ise toplumsal konulara ağırlık veren Gorki ve Orhan Kemal tarzı hikâyelere yöneldim. Nâzım’dan, Enver Gökçe’den, Ahmet Arif’ten esinlenerek şiirler kaleme aldığım oldu. Bunlar, defterlerde, kâğıtlarda kaldı, atıldı. Yine de yazarlık arzumun tomurcuklandığı yıllardır. Diyalektik ve tarihsel materyalizmi de keşfettiğim dönemdir. Romanlarımın tarihsel altyapısında bu felsefeyi kullanırım.
İş yaşamı ve akademik çalışmalar, edebiyatla olan ilgimi sadece okumakla sınırladı. Uzunlu, kısalı yazı çalışmalarım olduysa da hiçbiri tamamlanmadı ve çöp kutusunu boyladı. Hayatımın bu döneminde edebi metinler kaleme almasam da yazıyla bağlantım kopmadı. Tabii, bilimsel makalelerden söz ediyorum.
Bu dönemin polisiye roman karalamalarıyla geçtiğini de belirteyim. Yaşım kırkı aşmıştı. Thule Büyücüsü adlı casusluk romanımı ite kaka yazmaya çalışıyordum. Aynı zamanda İzmir tarihiyle yakından ilgilendiğim dönemdir. Hem belge inceledim hem de koleksiyoncuları, antikacıları ziyaret ettim. Kentin tarihiyle ilgili bilimsel toplantılara katılıp uzmanlarla tanıştım. Çok sayıda Levanten, Rum ve Yahudi arkadaşım var. Onlardan geçmişin aile hikâyelerini dinledim, mazinin kozmopolit yapısına dair notlar aldım. Tarihî dokümanlarım gün geçtikçe arttı. Niyetim, şehrin büyük yangın öncesindeki durumuna dair bilimsel kitaplar yazmaktı aslında. Amacıma ulaşabilmek için emeklilik dilekçemi verdim ve ellisine basmadan emekli oldum. Bu sırada Thule Büyücüsü yayımlandı. Her şeyin değiştiği andır.
Roman piyasaya çıkar çıkmaz imza günleri, söyleşiler ve kitap fuarları derken yazarlık arzum iyice depreşiverdi. İzmir tarihi hakkında kitap yazmaktan vazgeçip edindiğim bilgilerle polisiye kaleme almaya karar verdim. Nereden nereye? Böylece on dokuzuncu yüzyıl İzmirinden sahnelerle yazmaya başladım ve Simirna Cinayetlerinin ilk kitabı Düello doğdu. Bunu diğerleri izledi ve on iki yılda Rum detektif Sokratis Eliseos’un son serüveniyle 1913’ün Simirnasına ulaştım. Şimdi 1914 yılındayım. Elbette arkası gelecek.
Hülasa, yazarlık yolculuğum böyle. Zaman zaman bunaltıcı ve zorlayıcı, zaman zaman keyifli… Çocukluk hayalimi kırkından sonra gerçekleştirsem de hâlimden memnunum.
Suphi Varım