Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kâğıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

2008’de Ankara’da birkaç arkadaşımla birlikte Hariçten Gazel adlı bir edebiyat dergisi çıkarmaya başladık. Uzun soluklu olamayan bu girişim, yalnızca beni değil o dönemde “hevesli” sayılabilecek pek çok kişiyi bir araya getirmişti. Bugün öykücü ve şair olarak tanınmış birkaç ismin ilk metinleri o dergide yayımlanmıştı. Ben de ilk öykümü kendi çıkardığım dergide yayımladım. Bu, bir çeşit tatmin sağladı. Yazdığım öyküleri yayımlama veya yayımlatma fırsatı buldum hep. Dolayısıyla bir öykü kitabı yayımlama isteği hemen oluşmadı. Zaman içinde hem kendi dergimizde hem de diğer edebiyat dergilerinde yayımladığım öyküler bir hacim kazandı. Bunların tematik bütünlük sağlayanlarını bir araya getirmek isteğiyle ilk kitaba doğru gittim. Aslında geç kalınmış bir hamledir. Daha fazla geç kalmamak için 2018’de ilk öykü kitabım olan Yumuşak Oda yayımlanmış oldu.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Sanıyorum öykü, türün getirdiği olanaklar bağlamında, kalem tecrübesi kazanmak için uygun bir form. Daha sonra fark ediyorsunuz ki anlatmaya bağlı olan bu form, aslında başka bir tür. Mesele metnin uzunluğu değil. Görebildiğim kadarıyla edebiyatla yakından ilgilenenler dâhil pek çok heveslinin algısı, anlatmak istediği kısaysa öyküye; uzunsa romana meraklanmak yönünde ki bu çok yanlış.

Öykünün, romana göre her zaman daha çarpıcı olduğunu düşünürüm. Dramatik bir sahne kurmak öykünün dar alanında daha zorlayıcı. Bunun okuyucu tarafından anlaşılması da öyle, belki. Bu bağlamda hem kendimi hem okuyucuyu zorlamayı seviyorum. Öykü türünü daha çağrışıma açık buluyorum. Roman, bütün popüler ve kötü örnekleri dışarıda kalmak şartıyla, bütünlüklü bir zihnin, bir dünya anlayışının, ontik bir problemin etrafında şekillenmeli. Kendi adıma söylemeliyim ki çok daha fazla tecrübe istiyor. Şiir türünden bilerek söz etmedim. İyi bir şiir okuru olduğumu düşünüyorum ve Türkçenin bir şiir dili olarak üst düzey imkânları var. Ama şair olmak, hadi kısaca söyleyelim, “başka” bir iş.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Yayımlanma süreci konusunda şanslı sayılabilirim. Neredeyse hiçbir problem yaşamadım. Bunun iki nedeni var, birincisi bir miktar yayıncılık tecrübem olması. İkincisi ise mesleğim. Yine de tüm bu maceranın, kendisinin sayesinde gerçekleştiği bir isim var. Sonraki sorunuzda değineyim.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Üniversitenin lisans yıllarında tanıma fırsatı bulduğum hocam Sayın Mehmet Can Doğan’ın, hem akademik hem de öykücülük kariyerimde çok önemli yeri vardır. Onun teşvikleri ve yol göstermesi olmasaydı, bugün yapmış olduğum pek çok “iş” ya hiç olmaz ya da epey eksik kalırdı. Sanırım Yumuşak Oda ile ilgili en çok gönendiğim şey, Mehmet Can Doğan’ın bu kitabın editörü olmasıdır. Günümüzün en önemli şair ve eleştirmenlerinden biri olan Doğan, akademik çalışmalarımdaki desteklerinin yanı sıra Yumuşak Oda’yı yayımlamak konusunda da bana yol açtı. Her fırsatta kendisine teşekkür etmeyi bir borç bileceğim.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Açıkçası kitabın gördüğü ilgiden memnunum. Okur-yazarlığın günümüzdeki durumuna göre bakacak olursak, yazarını memnun edecek bir geri dönüş aldığımı söyleyebilirim. Burada satış sayısını filan kastetmiyorum. Yumuşak Oda üzerine birkaç yazı yazıldı. Birkaç kez üniversitelerde okur-yazar buluşması yaptık. Özellikle bu yıl daha fazlası da yapılacaktı ki araya salgın girdi. Tüm bu faaliyetleri bir arada düşündüğümde aradığımı bulduğumu da söyleyebilirim. Yazdığım ve yazmaya devam ettiğim başka öyküleri de kitaplaştırma isteği.

Telif aldınız mı?

Yumuşak Oda’yı yayımlayan Çolpan Yayınları, üç sene kadar kısa bir sürede elliye yakın nitelikli kitap basmış ve işini ciddiyet ve samimiyetle yapan bir kurum. Dolayısıyla telif konusunda da hiçbir amatörlüğe mahal vermediler. İçten bir teşekkür de kendilerine sunarım.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Daha önce de değindiğim üzere yayımladığım ilk metin kendi dergimdeydi. O zamandan bu yana öykülerim, eleştirilerim, makalelerim ve çevirilerim 21. Yüzyıl’da Eğitim ve Toplum, Bilim ve Ütopya, Dil Araştırmaları, Gazi Türkiyat, Hayal, Kitap-lık, Kurgan Edebiyat, Natama, Roman Kahramanları, Son İstasyon, Türk Dili, Türk Edebiyatı, Türk Kültürü, Varlık gibi pek çok dergide yayımlandı, yayımlanmaya da devam ediyor. Hâlihazırda iki akademik derginin editör ekibinde yer alıyorum. Diyeceğim o ki mutfaktan henüz çıkamadım ve çıkacak gibi de görünmüyorum. 🙂

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Özellikle öğrencilerimden ve yakın arkadaşlarımdan aldığım geri dönüşler enteresandı. Çoğunluk, kitabı karamsar bulduğu için benden böyle öyküler çıkmasını beklemiyordu galiba. Onları bütün bunların birer kurgu olduğuna ikna etmek zor oldu. Bununla beraber çevremdeki tepkiler çoğunlukla “artık zamanı gelmişti” ekseninde birleşiyor. Zaten yazıyla iç içe olduğumdan ötürü okuma-yazma uğraşıma karşıdan bakışın değiştiğini düşünmüyorum. Bir akademisyenin kurgusal metin üretmesi, sosyal çevresinin gözünde takdirle karşılanan bir eylem görebildiğim kadarıyla. Akademik bir makale yazmakla bir öykü yazmanın arasında farklı bir tatmin hissi de oluşuyor. Öykülerin bir kitap hâlinde yayımlanmasının en büyük katkısı, sizi yeni bir okur kitlesiyle buluşturması. Bu bağlamda kendimi mutlu hissediyorum.

Peki, bundan sonra?

2021’de hazır olmasını dilediğim ikinci bir öykü kitabı var zihnimde. Bu sefer daha önce yayımlanmış öyküler yerine, ilk kez okuyucu karşısına çıkacak üç uzun ve birbirine bir yönüyle bağlı metin tasarlıyorum. Ortak yazarlı ve deneysel başka bir öykü kitabı projesi var, şu an nereye gideceği belirsiz. Kısa süredeki faaliyetler bunlar olacak gibi görünüyor. Uzun vadedeyse yazmayı sürdürdüğüm öyküleri (eskisi kadar çok yayımlatamıyorum) çeşitli dergilere göndererek bir yazı temposu içine girmek niyetindeyim. Bir süre sonra bunların da tek başına bir kitap olmasını çok isterim.