Sen bir deniz kızısın, yaşamla ölümü
İki kaşının arasında öpüşür buldum
Ahmet Erhan

“Gemisiz” öyküsü, 2017 yılında Pelin Buzluk’a Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandıran üçüncü öykü kitabı En Eski Yüz’de yer alır. İki kardeşin hikâyesini okuduğumuz öyküde abi, babasının verdiği emir üzerine kız kardeşi Hatice’yi öldürmeye götürür. Olay zamanı sırasında iki kardeş kayıkla denize açılmıştır ve her ikisi de kendi düşüncelerine dalmıştır. Bu düşünceler monolog olarak bize aktarılırken kardeşleri iki ayrı anlatıcı olarak görürüz. Öykü, Hatice’nin deniz üzerine izlenimlerini içeren bir paragrafla başlar. Abinin anlatıcı olduğu kısımlar ise daha içeriden yazılan ayrı paragraflarla verilir ve böylece öykü, iki kısımdan oluşur. Hatice’yle abisi arasındaki ilişkiyi burada paylaşılan kısa bilgiler aracılığıyla anlamaya çalışırız. Pelin Buzluk’un öykülerinde klasik bir olay örgüsü çizgisi izlenemediği için geri kalan bilgileri okur olarak bizler tamamlarız. Bu yüzden Gemisiz’in farklı okumalara açık ve her okunduğunda yeni çıkarımlar yapılabilecek bir öykü olduğunu söyleyebiliriz.

Öyküde Son Feci Bisiklet grubunun Bikinisinde Astronomi şarkısında geçen “denizler cinayet işlemezler / aslında kimseyi istemezler” cümleleri epigraf olarak kullanılmıştır. Şarkının sözlerini yazan Arda Kemirgent’in bir röportajında belirttiği gibi şarkı, denizin ağzından orada boğulmuş bir kadın için yazılmıştır.[1] Gemisiz öyküsü denizin ağzından yazılmasa bile içeriği şarkının ortaya çıkış hikâyesiyle örtüşür. Çünkü burada da öldürülmek için denize götürülen bir kadının yaşadıklarını okuruz. Dolayısıyla öykü, isminden başlayarak deniz ve gemi metaforları üzerinden ilerler. Bilindiği gibi su; yaratılış efsanelerinde, mitlerde ve dini ritüellerde önemli bir yer kaplamaktadır. Özellikle deniz, birçok edebiyat eserinde metafor olarak sıkça kullanılır. Klasik Türk şiirinden modern edebiyata, Robinson Crusoe romanından Rimbaud’un Sarhoş Gemi şiirine kadar deniz ve çağrıştırdıkları, edebiyatçılar için zengin bir imgelem alanı yaratmıştır. Çünkü su hayatın kaynağıdır. Özgürlük, sonsuzluk ve berekettir. Gemi de çoğunlukla özgürlük ve kaçış temleriyle özdeşleşmiştir. Kimi zaman kişiyi ölüme götüren vasıta olarak da görülmüştür. Gemisiz öyküsünde su metaforunun neyi karşıladığını söylemeden önce karakterleri biraz daha yakından tanımak gerekir.

İsmi verilmeyen abi, tersanede işçidir. Çalışma şartları ağırdır, kimi zaman otuz saat boyunca durmaksızın çalışır. Diğer abi Hasan da aynı işi yapar. Hatice ise okumaya merak sarmış ve babasını zor da olsa ikna ederek resim eğitimi almıştır. Baba, “Okuyacaksa mesuliyet sizde olacak” (s.43)[2] demiştir abilere. Bir de ne işle meşgul olduğunu bilmediğimiz bir kız kardeşleri daha vardır. Anneleri ölmüştür. Denizin olduğu şehre bozkırdan gelmişlerdir.

Olay zamanı esnasında abi, kız kardeşini babalarının ayarladığı tekneye bindirir ve ellerini bağlar. Kardeşini sever aslında, öldürmek istemez. Onunla paylaştığı güzel anları aklına getirir. Hasan’la birlikte yorganların üzerine çıkarak kızlara nasıl yüzme öğrendiklerini gösterdikleri günü, Hatice için boya malzemeleri almasını, hatta Hatice’nin doğduğu anı hatırlar. Ancak baba hükmü vermiştir. Eğer bu hükmü yerine getiremezse sıra öbür abiye, Hasan’a geçecektir. Otoriteden kaçmak mümkün değildir. Hatice de abisine dair iyi şeyler düşünür. O da abisini sevmektedir. Sevgilisiyle buluşacağı günlerde abisinin ellerine bulaşan zifti tinerle nasıl ovduğunu hatırlar. Bunun dışında iki kardeşin hayatlarına ve kişiliklerine dair fazla bir şey öğrenemeyiz.

ARALIK 2010 254

Hatice, öykünün girişinde “Denizi gemisiz düşünemem” der (s. 41). Gemilerin olmadığı bir denizde kendini Repin’in “İşte Enginlik” tablosundaki kişiler gibi hisseder. Burada bahsi geçen tablo, Rus ressam İlya Repin tarafından yapılmıştır (1903). Resimde dalgalarla mücadele eden bir çift vardır. Adam kadının elini tutar, kadınsa uçmasın diye elindeki şapkayı. Deniz mavi değil, pastel bir renge bürünmüştür ve bulanıktır. Rus sanat eleştirmeni Vladimir Stasov tarafından aktarıldığına göre dalgalarla mücadele eden çift, “Büyük güçler karşısında bile cesur beklentilerini ve ümitlerini yitirmeyen Rus gençliğini” temsil etmektedir.[3] Dalgalara rağmen ayakta olmaları geleceğe umutla baktıklarını düşündürür. Tıpkı kayıkta eli kolu bağlıyken “Yaşamak istiyorum” (s. 44) diyen Hatice gibi. Hatice’nin aksine abi, suyu bomboş görmek ister. “Denizi anlamak için insanı unutacaksın” (s.42) der. Tersanede hızla gemiler yapıp denize saldıkları için denizi gemiden ayrı düşünemez olmuştur. Deniz uzaktan seyredilen bir manzara olarak güzeldir aslında. Pek çok sanat eseri için romantik bir dekor oluşturur. Bu yüzden “Manzara resimleri hep ezbere ve mutludur. Felaketlerden uzak” (s.42). Ancak öyküde denizin bu yüzünü görmeyiz. Deniz, Hatice için şehre yerleştiklerinden beri korku unsurudur. Yalnızca abilerin denizi görmelerine ve yüzme öğrenmelerine izin verilmiştir.

Baba, Hatice’yi kayığa gönderirken, abisine “Gönder gitsin anlamadan” (s.42) demiştir. Kızından bu kadar kolay vazgeçebilen baba kimdir? Baba karakteri öyküde pek tanıtılmaz ama bu “baba”yı gayet iyi tanırız biz. Pelin Buzluk, ilk öykülerinden beri baba imgesiyle ve otoriteyle hesaplaşır. Bunu özellikle Puslu Bahçe, 62 Tavşanı ve Düğün Gecesi öykülerinde görebiliriz. İmgelemi bir mücadele alanı olarak gördüğünü söyleyen[4] Buzluk, öykü anlayışıyla paralel olarak belli bir babadan yola çıkmaktan çok, -Lacancı terminolojiyle söylersek- simgesel düzendeki baba kavramını deşmeye ve onunla ilgili dertlerini kurmaca yoluyla aktarmaya çalışır. Zaten ataerkil sistem kadınlar üzerinde tahakküm kurmayı sürdürdükçe tek tek babalarla değil, sistemin kendisiyle mücadele etmek gerekecektir. Bu sebeple Buzluk, “olumsuz” baba karakterleri yarattığı yönündeki eleştirilere yönelik, “Ama benim, babanızla değil, babalıkla, öğrenilmiş kan bağının her türü ile derdim var”[5] demektedir. Gemisiz’de Hatice’yi öldürmek istemeyen abinin “Yapamadım desem… Hasan’la yollayacak bu kez babam” (s.44) diye düşünmesi boşuna değildir. Baba otoritesinin hâkimiyeti altında yaşamak zorunda olan sadece Hatice değildir çünkü. Kardeşini çok sevmesine rağmen onun ölüm hükmünü yerine getirmesi gereken abi de otorite tarafından zarara uğratılır. Bu açıdan öyküde iki anlatıcının kullanılmasının yerinde bir tercih olduğunu söyleyebiliriz. Olayı bir de abinin gözünden okumak, öykünün gücünü artırır.

Öykünün sonlarına doğru abi, Hatice’nin ayaklarını bağlar. Hatice ise ağlamakta ve abisiyle göz teması kurmaya çalışmaktadır. Ancak abi, gözlerini Hatice’den kaçırır. Suya atılma anı yaklaşırken Hatice’nin abisine belli belirsiz bir şekilde, “Bari birilerine benden bahset. Resimlerimi göster, beni anlat” (s.45) dediği duyulur ve sonra Hatice, aniden bir deniz kızına dönüşüverir. Öykünün son paragrafı, kız kardeşinin deniz kızına dönüştüğünü gören ağabeyin ağzından yazılmıştır. Gördüğü şey karşısında hayrete düşse de kardeşinin “yaşamasına” sevinir. Bilindiği gibi deniz kızı; sinema, resim, heykel ve edebiyat sanatlarında sıkça karşılaştığımız bir figürdür. Özellikle Danimarkalı yazar Andersen tarafından yazılan Küçük Deniz Kızı masalındaki deniz kızı Ariel, oldukça popülerdir. Aslında deniz kızlarıyla ilgili inanç ve efsanelerin kaynağı oldukça eskidir. Bilinen ilk deniz kızı hikâyesi Asurlulara aittir (M.Ö.1000). Yunan mitolojisindeki Sirenler ve su perileri Nemfler (Nympha) de deniz kızına benzeyen efsanevi deniz canlılarıdır. Birçok kültürde deniz kızlarıyla ilgili çeşitli efsaneler üretilse de deniz kızlarının genellikle iyi kalpli ve yardımsever canlılar oldukları görülür. Birçok efsanede boğulma tehlikesi geçiren erkekleri kurtarırlar.

d368f1daf03784b7fc0cfb08d9db20f3

Gemisiz öyküsünde karşılaştığımız deniz kızı ise umudun sembolüdür aslında. Pelin Buzluk’un -sözcük düzeyinde hiç geçmese de- öyküde bir töre cinayetini merkeze aldığı açıktır ve ölümü istenen bir kurban olarak Hatice’nin deniz kızına dönüşmesi; başlangıca, her şeyin kaynağına ulaşarak başka bir formda da olsa yaşamını sürdüreceği anlamına gelir. Çünkü su; hayatı, arınmayı ve yenilenmeyi temsil eder. Mircea Eliade’ın dediği gibi “… çünkü suya batan her şey ‘ölür’, suya batan kişi, tıpkı günahsız bir çocuk gibidir, geçmişi yoktur, ‘yeni’ bir yaşama başlayabilir, yeni bir aydınlığın eşiğindedir”.[6] Hatice bu eşiktedir işte. Buzluk, bu coğrafyaya ait bir gerçekliği yansıttığı öyküsünün sonunda gerçekçi boyutu simgesel boyuta taşımıştır. Zaten böylesine zor bir konuyu katı bir gerçeklik anlayışıyla sunmak, öykü sanatı açısından çeşitli açmazlara yol açabilirdi. Hatice’nin yaşadıklarına benzer olayları gazetelerde sıklıkla okumaktayız. Gemisiz’de içerik, biçemin önüne geçmemiş ve bu ikisi arasında bir denge tutturulmuştur. Bu özelliği Buzluk’un diğer öykülerinde de görebiliriz. Buzluk’un öğrenilmiş cinsiyetlerle, erkle, kayıplarla, otoriteyle ilgili dertleri vardır; ancak önceliği iyi metin kurmaktır. Röportajlarında öykü ve hikâyenin ayrı türler olduğunu sık sık vurgulayan Buzluk, her şeyi açık açık söylemez okuruna. Öykü dilini de buna göre kurar. Birçok meseleyi tek bir öyküde ele almaya çalışarak öyküyü şişirmez. Günümüz öykücülüğündeki yaygın eğilimin aksine okurda yoğun bir katharsis yaratma hevesinde değildir. Hatta birçok öyküsünde karakterleriyle özdeşlik kurmamıza izin vermez.

Pelin Buzluk, 2010’ların öne çıkan öykücülerinden biri. Deli Bal (2010), Kanatları Ölü Açıklığında (2012) ve Gemisiz’in de bulunduğu En Eski Yüz (2016) isimli üç öykü kitabı var. Eleştirmenler tarafından da övgüye değer görülen Buzluk’un öyküleriyle tanışmak, yeni nesil yazarların edebiyatta nasıl bir yol açtığını görmek açısından da önemli. Ayrıca Buzluk’un öyküleri, edebiyatın mücadele alanı olarak nasıl kullanılabileceğini de örnekliyor. Her şeye rağmen umudu diri tutmak gerektiğini bir de.

Sibel Yılmaz

[1] Link

[2] Pelin Buzluk, En Eski Yüz, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016.

[3] Link

[4] Link

[5] Link

[6] Mircea Eliade, Dinler Tarihine Giriş (2. Baskı), Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 2018, s.222.