Yaşanmamış Aşkların Tanığı: Çamlıdağ

Küçük kasabanın kırık dökük kaldırımında terzilerin, manifaturacıların, bakkalların arasından geçip ilçenin en merkezi yeri olan “taksi meydanı”na doğru ilerliyorum. Kaldırımda ilerledikçe insanların ve dükkanların arasından değil de anıların içinden geçiyorum sanki. İşte ilçenin merkezi: bir avuç yeşilliğin ortasında yalnız bir direk, ucunda düştü düşecek bir lamba, sağında çarşı okulu denen ilkokul, okulun hemen önünde meydana adını veren, toplamda üç taksisi olan taksi durağı, durağın karşısında [resmi bayramlarda öğrenciler sığamadığı için] yarım asırlık çam ağaçları kesilerek genişletilen betondan bayram alanı, alana yüzünü dönmüş, kalan tek tük ağaçlara sırtını dayamış Atatürk büstü…

Çocukluğumda, ağaçlar kesilmeden önceki haliyle park, biz çocuklar için serin, huzurlu bir oyun alanıydı. Sıcak yaz günlerinde bisikletlerimize biner, yarım asırlık ağaçların gölgesi altında koşup oynar, sonra da parkın içindeki kahvehanede soğuk Çamlıdağ gazozlarımızı içerdik. Parkın içindeki küçük imalathanede üretilen gazozlarımızı –garson pipet vermediği için– şişeleri kafamıza dikerek, asitten gözlerimizden yaş gele gele ve boğazımız yanarak içerken babalarımızdan arakladığımız muhabbete koyulurduk: Bu gazoz var ya bu gazoz, reklamı yapılamadığı için kıymeti bilinmiyordu, yoksa Koladan da iyiydi Pepsiden de…

Eski haliyle park, arabalar için de doğal bir park yeriydi. Parkın meydana bakan tarafında arabalar sıralanırdı. Burada bütün sakinliği ve sanki gülümser gibi bakmasıyla kırmızı bir vosvos dururdu. Vosvos, az önce dükkanının önünden geçerken yine kitap okurken gördüğüm, “elektrik-elektronik ve bilumum işler” yapan gözlüklü adamındı. Sanki bu adam kitap okumasını meşrulaştırmak için açmıştı dükkanını. Kitap okumaya meraklı ve kırmızı vosvosu olan bir adamın o zamanlar benim gözümde nasıl büyüdüğünü söylememe gerek yok sanırım.

Kırmızı vosvos sanki bir araba değil de o adamın arkadaşıydı. Bazen dükkanının önüne koyardı onu. Bir gün oradan geçerken konuştuğunu duydum adamın. Kimse yoktu çevresinde, sanırım vosvosla konuşuyordu. Çok şaşırmıştım. Ama daha büyük şaşkınlığı arabanın ön kaportasını kaldırıp elindeki alet çantasını içine koyduğunu gördüğüm gün yaşamıştım. Zamanla şaşkınlığımın yerini hayranlık almaya başladı. Kaplumbağaları sevmeye başlamam bu kırmızı vosvosu görmemden önce miydi sonra mıydı, hatırlamıyorum. Ama şunu çok iyi hatırlıyorum. Lisedeyken, akşamüstleri okul dönüşünde eve giderken, bir bahane bulup yolu uzatır ve kitap okuyan adam ile huzurlu vosvosunun oradan geçerdim. Çoğu zaman –kimseye faş etmeden– vosvosa bir şeyler fısıldardım yanından geçerken. Hatta ilk kez aşık olduğumda işi abartıp sürekli oralarda dolanmaya başladım. Hele vosvos, elektrikçi görünümlü kitapçı abinin dükkanının önüne değil de alandaki yere park edilmişse değmeyin keyfime. Hakkı yenmiş kasaba gazozumu alır, kırmızı tosbağa dostumun karşısına kurulurdum. Dertleşmeye başlardık ama o konuşmaz, dinlerdi. Muhabbetimiz uzun sürsün diye gazozu pipetle [artık büyük olduğumuz için garson pipet verir olmuştu] yavaş yavaş içerken, kırmızı dostuma yaklaşan üniversite sınavından, insanların anlayışsızlığından, bu küçücük kasabadan çok sıkıldığımdan ve tabii ondan söz ederdim. Kırmızı dostum öylece kıpırdamadan durur, bana mantıklı birkaç söz söyleyip rahatlatacağına, aşık olduğum kıza nasıl açılabileceğimin yollarını göstereceğine, gülümseyerek hüzünlenmeme neden olan şarkılar söylerdi: Ezginin Günlüğü’nden Martı, Kül Vakti, Aşk Bitti… Bu üç şarkıyı ardarda dinlediğinizde aşkın tüm evrelerini oturduğunuz yerden yaşayıp bitirmiş oluyordunuz zaten, başka bir şey yapmanıza gerek kalmıyordu.

Ezcümle: Kişisel tarihimin rakıya, biraya ve tütüne alışmadan önceki devrinin tanığı ve yoldaşımdır Çamlıdağ gazozu.

Zenginliğin Gazoz Kapağıyla Ölçüldüğü Yıllar

Bugünün çocuklarının insanı imrendiren oyuncakları, tabletleri, türlü türlü teknolojik eğlenceleri var. Bizim en büyük eğlencemizse gazoz kapağı toplamaktı. Sesimizin çatlayıp kalınlaşmaya başladığı, daha çok çıksın diye sürekli sakal traşı olduğumuz delikanlılık yıllarında kendimize dert ortağı yapacağımız Çamlıdağ gazozuna, çocukluk yıllarımızda biz de haksızlık etmiştik doğrusu. Kahve kahve dolaşıp naylon poşetlerde biriktirdiğimiz gazoz kapağı koleksiyonumuzdaki en harcıalem parçaydı çünkü Çamlıdağ. Sizi diğer koleksiyoner rakiplerinizin önüne geçirecek olan şey herkeste bolca bulunan Çamlıdağ kapakları değil, diğerleriydi: Fruko, Pepsi, Fanta, RC Kola [nam-ı diğer Recep Kola], hatta ve hatta bizim Çamlıdağ’ın kuzeni, komşu kasaba Bergama’nın yerel gazozu Ender. İşte bunlardı sizi farklı kılacak olan. Rakiplerinizden bir adım öne çıkmak istiyorsanız Çamlıdağ kapaklarını değil bunları toplamanız gerekirdi.

O gazoz kapaklarını biriktirmekten başka ne yapıyorduk hatırlamıyorum. Bilye [biz huma derdik] oynar gibi yere dizip taşla vurmuyorduk galiba. Hafızam beni yanıltmıyorsa yalnızca topluyorduk. Poşet poşet gazoz kapağımız vardı, taşırken çıkardığı o metalik şıngırtıyla gurur duyuyorduk…

Yeni Şişe, Yeni Kapak, Eski Tat

Reklam sloganı gibi duran başlığa aldanmayın, bu yeniliklerden hazzettiğimiz söylenemez. Tahmin etmişsindir sevgili okur, Çamlıdağ’ın şişesi, boyutu ve haliyle kapağı da değişti. Hakkını yemeyelim yalnız: tadı, kokusu, çağırdığı anılar aynı. Benim çocukluğumdan beri alıştığım klasik şişesi bakkallarda satılmıyor artık, yalnızca kahvelerde bulabilirsiniz. O yüzden ben kasabama her gittiğimde kahvenin birine oturup öyle içerim Çamlıdağ’ımı. Yeni şişesi daha güzel belki, hatta daha pratik ama ne gelir elden, alışamadım gitti.

Eğer yolunuz İzmir’in bu ücra kasabasına düşerse siz de öyle yapın. Oturun bir kahveye, Çamlıdağ’ınızı söyleyin, keyifle yudumlayın çocukluğunuzu…

Onur Çalı