Dünya’nın oluşumundan itibaren (50 Milyon yıl hata payıyla)

4 milyar 540 milyon 874 bin 672. yıl, 289. Gün:

ZAMAN BİLMECESİ VE ŞİİR

“Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında / Yekpâre, geniş bir ânın / Parçalanmaz akışında”

Bir asır önce, daima şiiri mükemmelleştirme çabası ve titizliği içinde olan Ahmet H. Tanpınar’ın gençliğinde, Einstein ile Bergson arasında ‘zaman’ kavramıyla ilgili görüş ayrılıkları bilim insanlarıyla filozofları karşı karşıya getirmiştir. Einstein’e göre zamanın saat ölçümüne indirgenmesi bir yanılgıdır. Geçmiş, şimdi ve gelecek bir yanılsamadır. Evrende zaman hıza tâbidir ve hareketsizlik olan yerde zaman yoktur. İlginçtir, birçok bilim insanı bu tartışmada Einstein’a karşı çıkarak filozofların yanında yer almış ve “Mademki Dünya’da yaşıyoruz o halde kendi koşullarımızdaki zamanı kabul etmeliyiz” demişlerdir.

Değişim ve gelişme karşısında durağan değerleri reddeden Fransız filozofu Bergson’a göre, zaman akıcıdır. Bir süreklilik söz konusudur. Anılar kavrayışla ilgilidir. Diğer bir filozof Bachelard ise akıcılığı reddederek zamanın ‘an’da olduğuna inanır. Dolayısıyla, gerçek andadır. Öyle ki, onun bu görüşü şiirde ‘şimdiki zaman’ın kullanılmasını getirir ve ünlü Fransız şairi Apollinaire’in şiirlerinde örneklerine rastlandığı gibi ‘şiirsel gerçeklik’, ‘şiirsel an’da vücut bulur.

IMG_5640

Geçen yüzyılın başında sanatta başat akım olan İzlenimcilik, yarı-soyut özelliğiyle edebiyatı da derinden etkilemiştir. Hayat, üzerine düşen ışıkla birlikte varolur. Bu varolma anlarının farklı evreleri manzara ressamları tarafından yakalanarak, belirli bir anın ‘izlenimi’ resme aktarılmaya çalışılmıştır. Ahmet H. Tanpınar, izlenimciliğin etkisindeki şiiriyle zamanı ‘yaşanan an’ olan ‘şimdi’de ele alır ve ‘an’da gerçeğin -izlenimci ressamların resimlerindeki gibi- bir rüyaya benzeyeceğini bize gösterir. İçinde bulunduğumuz ‘an’da zaman, hiçbir şekilde net bir bilinçle algılanamayacaktır. Bir rüyada gibi “…fecirle (tan aydınlığıyla) değişen ağaç” misali bir ânın eşiğinde durmadan değişen şekillerle oyalanacağızdır: “…Ey eşiğinde bir ânın / Durmadan değişen şeyler! / Baş ucunda her rüyanın / Bu aydınlık oyun bekler…”

Tanpınar, fırça darbelerinden tanınabilen bir izlenimci ressam gibi şiirlerinin özgünlüğünden hemen tanınabilir. O, şiirinde döneminin sanatsal ve bilimsel (psikoloji dahil) gelişmelerini yansıtabilmiş, adı geçen filozoflardan etkilenerek, şiirimize önemli bir felsefi boyut kazandırmıştır. Şiirinde, mekâna, zamana verdiği kadar yer vermeyen Tanpınar’da değişimin ve değişimdeki geçişin sembolü ‘eşik’tir. Bu anlamda eşik, yani zamansal an, Bergson’un ileri sürdüğü gibi zamanı asimetrik olarak bölmekte, geçmiş ve gelecek algısını farklılaştırmaktadır. Ölümü, “geçen zaman” olarak tanımlayan şairin, zamanı kendi eşiği olan ‘an’da tutma isteği belki de bu düşünceden kaynaklanır.

Zaman, Rüya ve Eşik Tanpınar şiirinin sacayağıdır.

291. Gün:

MD

Popüler matematik dergisi, Matematik Dünyası’nın son sayısı (sayı: 107) meraklıları için yalnızca eğlendirici değil, matematik tarihimize ışık tutan önemli bir belge niteliğinde de. Birkaç örneği buraya almak istiyorum:

I. Mühendis yazar Oğuz Atay’ın, bir TÜBİTAK Projesi olarak, Mustafa İnan hakkında yazdığı romanı “Bir Bilim Adamının Romanı: Mustafa İnan”ın yazılış hikayesi Alp Eden’in makalesinde yer alıyor.

Yıllar önce, bir İTÜ’lü olarak okumaya kendimi zorunlu hissettiğim bu kitap beni çok etkilemişti. Kitap Almancaya Bir Matematikçi başlığıyla çevrilir. Oğuz Atay’ın biyografi çalışmasında kullandığı belgelerden birçoğu, daha sonra 1987’de üniversite yayınlarından basılmış. Atay’ın insan merkezli bakışı nedeniyle bazıları hayal kırıklığına uğrasa da, İnan’ın bilim insanı yönü kitapta yeterince ağırlık taşır.

“Oğuz Atay’ın ideal aydını, Bir Bilim Adamının Romanı adlı eserinin ana figürü olan Mustafa İnan’ın kimliğinde tarifini bulur. Bu aydın tipi, birey toplum sentezini gerçekleştirmiş, Doğu-Batı kültür ikileminin üstesinden gelmiş, tolerans, bilgi ve dürüstlük sözcüklerini kendine ilke edinmiştir. Atay’ın aydını; ütopik olmayan, ruhsal değerlerdeki tüm yozlaşmaya karşın geleceğine inandığı aydındır.” [Ecevit, Y. (1989). Oğuz Atay’da Aydın Olgusu. İstanbul: Ara Yayıncılık]

Bir Bilim Adamının Romanı, ayrıca edebiyat dünyası dışındaki bir biyografi konusu için, sınırlı sayıda okuyucusuna karşın, önemli bir yazarlık örneğidir.

IMG_5631

II. Derginin “Kısa Kısa” sayfalarında Muhammed Uludağ’ın derlediği haber, dumanı üstünde “Berlin, I Love You” (Berlin, Seni Seviyorum, 2019) postmodern filminin on öyküsünden -hiç beklenmeyen bir şaşırtmayla biten- ilkine bir gönderme gibi: Sürücüsüz arabalar.

Günümüzde, Princeton Üniversitesi’nden iki yazılım mühendisi, sürücüsüz yer ve hava araçlarının çarpışmasını engellemek için çalışmalar yapıyorlar. İlginç olan; çalışmalarının özü David Hilbert adındaki matematikçinin 1900 yılında ortaya attığı ve 1927’de Emil Artin’in ispatladığı tahmin üzerinedir. “Bu sayede insansız araçların asla çarpışmaması garanti edilebiliyor.”

Düşünelim: Bir araba kazasında ölmek, kaderin mi, yoksa özgür iradenin mi bir sonucudur? O anda kaza yerinde olmak özgür iradeyle açıklanabileceği gibi kaderle de açıklanabilir. Gelecekte bu tür sorular, kazaların sıfıra inmesiyle ortadan kalkacağa benziyor. Olayları matematikle anlatır hale gelecek, edebiyat ve felsefeden uzaklaşacak mıyız? Gelişmiş teknolojiler, zihni bir tembelliğe sürükleyecek olmasın bizi?

III. Son olarak: Derginin eski sayılarının “Okurlardan” köşesinden Ali Törün tarafından seçilen incilerden ikisi.

Soru: 0=1 Eşitliğini ispatlayarak, matematiğin çelişkili olduğunu gösterdim. Şimdi ne yapayım?

Yanıt: Fiziğe el atıp başımıza taş yağmayacağını kanıtla.

***

Soru: Hocam, tek sayıların olmadığını kanıtladım… Size gönderdim. Yardımcı olursanız sevinirim.

Yanıt: Şimdi de çift sayıların olmadığını kanıtla da Matematik Dünyası’nın kapısına kilit vuralım.

293. Gün:

YAZARIN DERDİ

Filozoflar arasında apayrı bir yere konan Spinoza, bir konuya başlarken okuyucunun dikkatini çekerek onu anlatılacak olana hazırlamak için yazıya mizah ya da çok kısa bir öyküyle girilmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu tür girişlerin yapılmasından yana tavır almasını bir amaca bağlar: “Okuyucunun zihnini temizlemek.” Kendi eserleri için ‘temizlik’ örneği metinlerini işaret etmekten de geri durmamış. Aslında, bu yöntemin günümüzde profesyonel konuşmacılar tarafından uygulandığına sık sık tanık olmuşuzdur. Bu tür başlangıçlar, kafasında günlük yaşamına dair binbir düşünceyle eline bir kitap alıp koltuğuna oturan herkes için de geçerli. Yazarlar bunları da düşünmek zorunda kaldığına göre, işleri tahminimizden daha da zor olmalı.

296. Gün:

Gerçek, düşünceyi ortaya çıkarır; düşünce gerçeği ortaya çıkarmaz, olsa olsa onu aydınlatır, anlaşılır kılar.