Askerlik anısı anlatacak halim yok.
2013 kışından kalma bir günden bahsetmek isterim hazır yeri gelmişken.
Tesadüf askerdim. Ama konumuz bu değil.
Konumuz işlediğim bir suça dair detaylar. Aşırı kişisel kriminal hikayem. Hırsızlık, kamu malına zarar verme, işbu suçların unsurları, belki hafifletici sebepler, hırsızlık suçundaki değer kriteri belki.
Bölük komutanım hakkında görevi ihmalden dava açılmıştı. Bir şey çıkmayacağı belliydi ama pimpirikli bir adamdı. Şuna bir cevap dilekçesi yaz avukat dedi.
Dedim emredersiniz komutanım.
“Da… elimde mevzuat yok. Müsadenizle haftada bir gün çarşıya çıkayım mevzuat çalışayım, çıktı alayım. Bir gün de kütüphanede biraz çalışayım toparlayayım.”
Tamam, dedi. Çarşı kağıdım yazıldı. Millet ulan bu herif hayırdır hafta içi çarşıya çıkıyor 5 ayda uzun dönem gibi oldu çarşı kağıdı diye bana bilendi.
Elbette söylediklerimden hiçbirini yapmadım. Çarşıya çıktım mı Edirne tava ciğeri gömüp, kütüphanedeyken de kitap okuyordum. Dilekçeyi yazmak 15 dakikamı alacaktı en fazla. Kütüphane dediysem de bir nevi artıkları atmışlardı önümüze. Okunmayan klasikler, büyük yazarların zayıf kitapları. Keçi boynuzu gibi bir dirhem bal için bir çeki odun yani. Olabilecek en kötü kütüphaneydi. Birkaç iyi parça bulunca seviniyordum.
O. Henry mesela. New York’u Nasıl Sevdi kitabındaki “Unutma Hastalığı” hikayesi neden o kadar tesir etmişti ki bana.
“Ne yazık ki onunla ben, soda tartratıyla antimuan tartratı gibi aynı rafta buluşamıyoruz. Ama ne dediğimi anlayamazsınız çünkü eczacılar ulusal kurultayına katılmadınız” cümlesine neden vurulmuştum.
Ama konumuz bu da değil.
Konumuz o zayıf kütüphanenin içerisinde Deniz Eskisi’ni bulmam. Konu kitabı açar açmaz önüme gelen “…üç kez seni seviyorum diye uyandım” dizesi.
Konumuz o şiirin finalindeki “eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun” dizesi.

Konumuz kitabı okumaya doyamayışım, nöbete çağrılışım, elimde kitapla nöbete gitmek TSK bünyesinde lüzumsuz bir entelektüellik gösterisi olacağından kitabın 43 ila 48. sayfalarını koparıp yanıma alışım.
Konumuz nizamiyede çaprazdayken HK33’ümü boynumda sallayıp sol elimle kundağı yalandan tutarken sağ elime sıkıştırıp okuduğum şiirler ve TSK iç hizmet yönetmeliğine aykırı olarak yaptığım diğer şeyler.
Konumuz aşık olduğum dizeler.
“Böyle çıktık sonra akşama akşam dediğimize
Bir denize bir denizin birdenbireliğine”
Konumuz tüm bunları yıllar sonra hatırlamam ve kopardığım o sayfaları bulmam. Konumuz memleketten böyle bir şair geçmiş olması.
Konumuz İlhan Berk.
Ne büyüksün İlhan Berk.
Giray Kemer