“İnsanın kurtuluşuyla ilgili olarak tarihteki en büyük tehditle karşı karşıya olduğumuza göre, yok olma ihtimalimizin, kendisinin tam tersi olan var olmayı daha da ön plana çıkardığına inanıyorum. İnsan denilen yaratıklar hala merak eden, bir sanatla kendinden geçen, sembolleri bir araya getirip şiirler oluşturarak yüreklerimizi neşelendiren, büyük bir hayranlık ve huşuyla gün doğumunu seyreden bireylerdir”[1]
Varoluşçu felsefenin yanı sıra hümanist psikolojinin temsilcilerinden biri olan Rollo May kitaplarında, insan yaşamına varoluşçu yaklaşımı öne çıkaran öncülerden olarak gördüğü Nietzsche’nin, Böyle Buyurdu Zerdüşt’de “Ve Yaşam’ın ta kendisi bana bu sırrını söyledi. ‘Bak’ dedi Yaşam, ‘Ben kendimi daima aşmakla yükümlüyüm.’” sözleriyle dile getirdiği gibi, insanın kendini nasıl aşabileceği, potansiyelini ne şekilde ortaya çıkarabileceği ve bunun önündeki engellerin üstesinden nasıl gelebileceği konularına odaklanmıştır. Ona göre insanın kendini gerçekleştirmesinin önündeki en büyük engeller kaygı ve endişedir. Ancak bu engeller bu süreçte birer anahtardır aynı zamanda. Onun sözleriyle ifade etmek gerekirse “Nörotik endişe bir türlü açığa çıkmamış çelişkilerden kaynaklanır ve bu çelişkilerin ne olduğunun anlaşılmasıyla giderilebilir. Nörotik endişe bize çözülmesi gereken bir sorunu işaret eder. Aynı şey normal endişe için de geçerlidir. İçimizdeki güce başvurmak ve savaşa başlamak için bir çağrıdır endişe.”[2]

İnsan kendi içinde bir takım gizilgüçlere (potansiyel) sahiptir ve bunların açığa çıkmaması insanı sakatlar. Rollo May, bu noktada günümüzde endişenin kişinin kendi gizil güçlerinden korkmasından ve bu korkudan kaynaklanan çatışmalardan kaynaklandığını savunuyor. Ve günümüzde asıl tehdidin gruptan atılmak, bir başına yapayalnız kalmak olduğunu söylüyor: “Bu aşırı katılımcılıkta kişinin kendi istikrarı da bozulur zira istikrar, hep başkalarına uyum göstermek durumundadır.”[3]
Rollo May’in yoğunlukla üzerinde durduğu diğer bir duygu ise kaygıdır. Kaygının kişinin içinde bulunduğu dünyayı tanıyamaması ve kişinin kendini kendi varoluşuna yerleştirememesinden kaynaklandığını gördüğünü söylüyor Yaratma Cesareti adlı eserinde.

Rollo May’e göre kaygı birey için içsel bir tehdittir. Kaygı, kişinin “hiç” olacağına dair farkındalığına ilişkin bir duygudur. Korku ise dışsaldır. Kişi korkusuna dışarıdan bakabilir. Kişinin içinde ortaya çıkan potansiyel, bir yandan onun kendini tamamlama ihtimalini içerirken diğer yandan halihazırdaki güvenli konumunu ortadan kaldırmaya adaydır. Bu nedenle de bu yeni potansiyelin kişi tarafından yadsınma olasılığı oldukça yüksektir. Çünkü bu durum kişide kaygı oluşturur. Burada Rollo May, Kurt Goldstein’a[4] atıfla kişinin var olan güvenliğinin sarsılacağı duygusunun onu bu kaygıdan kurtulma umuduyla özgürlüklerinden vazgeçmeye, katı doğma duvarlarının ardına saklanmaya ve giderek kolektif bir şekilde faşizme yönlenmeye götürdüğüne işaret ediyor.
Peki diğer yol nedir? İnsan tüm bu kuşatılmışlık içinde, kaygıları, korkuları ve endişeleriyle yüzleşip nasıl başka bir noktaya varabilir? Burada şu an yaşadığımız dünyada hayatımızı daha çok kaplayan madde dünyasının bize sunduklarıyla dolduramadığımız bir büyük boşluktan da söz etmek gerekir. Bu boşluk duygusu Rollo May’in de işaret ettiği gibi kaynağını beklentilere uygun yaşama saplantısından alıyor olabilir. İşte tam da bu noktada özgürlük, o büyülü sözcük devreye giriyor. Rollo May’e göre özgürlük insanın kendi gelişimine hükmedebilmesi, kendini şekillendirme kapasitesidir. Nietzsche’nin deyimiyle “gerçekte ne isek o olma” becerisi.
Peki nedir bizi özgürlüğe ulaştıracak olan? Rollo May buna da şöyle cevap veriyor:
“Kendini özgürlüğüne adamış birey gerçeklerle savaşmak için zaman kaybetmez, bilakis gerçekleri sevmeyi öğrenir.”[5]
Burada karşımıza çıkan gerçekleri sevmek Nietzsche’de “kaderini sevmek”, Spinoza’da “hayatın kanunlarına boyun eğmek” olarak karşımıza çıkar. Ancak bu bir teslimiyet değil kişiyi “öz disipline” ulaştıracak yoldur. Yine Rollo May’in cümleleriyle “Öz disiplin olgunluğa erişmek isteyen kişinin mücadelesi esnasında öğrendiği bir derstir. Ne istediğini bilmek olgunluğa ulaşmada ilk adımdır. Olgun bir insanı kendi seçimi olan amaçlarının etrafında kenetlenmiş olmasıyla ayırt ederiz.”[6]. Özgürlüğe giden yol (bireysel ve toplumsal) öncelikle kişinin kendi iç potansiyelinin farkına varması, kendini tanıması, şu anda içinde bulunduğu gerçekliği (kendisinin ve dünyanın) kavrayarak kendi seçimi olan amacına kenetlenmesinden geçiyor gibi gözüküyor.

Son olarak kişinin yaşamında olmazsa olmaz olan bir duygudan, sevgiden söz ederek bitirelim. Nietzsche sevebilmenin kişinin “hakiki birey”, “tek başına kişi” olması, olabilmesinden geçtiğini söyler. Rollo May ise sevgiyi diğer insanın varlığından duyulan sevinç ve insanın kendisinin olduğu kadar onun da değerini ve gelişimini onaylaması olarak tanımlıyor. Bu şüphesiz kişinin üst düzeyde bir farkındalık ve sürekli bir çaba içinde olmasını gerektirir. Birey olmak her gün yeniden girişilen bir yolculuktur ve cesaret gerektirir. Cesaret ise “umutsuzluğa rağmen ilerleyebilme yetisidir.”[7]
Eylem Hatice Bayar
[1] Rollo May, Varoluşun Keşfi, Okuyanus Yayınları, 2014.
[2] Rollo May, Kendini Arayan İnsan, Kuraldışı Yayıncılık, 2000.
[3] Rollo May, Varoluşun Keşfi, Okuyanus Yayınları, 2014.
[4] Kurt Goldstein, Human Nature in the Light of Phychopahology.
[5] Rollo May, Kendini Arayan İnsan, Kuraldışı Yayıncılık, 2000.
[6] Rollo May, Kendini Arayan İnsan, Kuraldışı Yayıncılık, 2000.
[7] Rollo May, Yaratma Cesareti, Metis Yayınları, 2001.