TRT-2’de yayımlanan Kelimeler ve Şeyler programında Furkan Çalışkan romanı ikna edici biçimde övünce ben de gidip onu raflarımda aradım. Gerçi pek ihtimal vermiyordum, kitabı çoktan elden çıkarmış da olabilirdim, çünkü Günlerin Köpüğü, hatırladığım kadarıyla, okumaktan en çabuk vazgeçtiğim romanlardan biriydi – aklımda kalan tek şey (okuduğum kısmından aklımda kalan tek şey, yani) lavabolardan çıkıp gelen yılanbalıklarıydı! Bu ünlü eser hâlâ kitaplığımda bir yerde olabilirdi, fakat orada bulamasaydım da şaşırmayacaktım.

Ama buldum! Hiçbir işaret, yazı vs. yok kitabın sayfalarında – ne not almışım ne de isim ve tarih yazmışım. Bir kayıt düşseydim şüphesiz araya giren mesafeyi ölçebilirdim. Öte yandan, bunun hoş bir tarafı olduğunu da inkâr edecek değilim. Kitaplığınızın size yaptığı sürpriz: İşte yepyeni bir kitabınız oldu!

Anladım ki hayatta pek çok şeyde olduğu gibi okurluk meselesinde de tepkilerimizi belirleyen önemli bir etken var: Hazırlıklı olma durumu. Bazen okuyacağınız şeyle ilgili zihinsel bir hazırlığınız yoksa pekâlâ ters köşeye yatabiliyorsunuz. Sanırım ben o günlerde Vian’ın mizahi ve düşsel tarzına (bu kitap için konuşuyorum) hiç mi hiç hazırlıklı değildim. Günlerin Köpüğü’nden birkaç sayfa okumuş, belki sonra, diyerek kitabı bir kenara koymuştum. O zaman şu sonuca varmıştım: Kitaplar hakkında hiçbir beklentimiz olmadığını düşündüğümüz zaman bile aslında bir beklentimiz var. Ben, herhalde diyorum şimdi, Günlerin Köpüğü gibi bilinen bir yapıta el atarken soğuk su borularından çıkıp gelen yılanbalıkları ya da küvette bacak bacak üstüne atıp oturan fareler beklemiyordum, doğal olarak. Fantastik edebiyata da çok yatkın olmadığım için bu dili yadırgamıştım. Fakat bu sadece bir tarz meselesiydi ve hiçbir metin onu oluşturan ögelerden birisi için kurban edilemezdi. Bunu da tabii büyüdükçe öğrendim!

Günlerin Köpüğü’nde fantastik unsurların anlatıya yaptığı katkı çok büyük. Mesela, Colin’in yeni girdiği işin detaylarını anlatan 51. Bölüm, gerçekliği çarpıtarak insanı çarpıyor! Bu kısmı ürpererek okudum; Boris Vian birkaç sayfada yazın tarihinin en etkili savaş karşıtı metinlerinden birine imza atmış. Toprağa ekilen silah tohumları için insan ısısına ihtiyaç duyulması ve bunun anlatılış biçimi, oradaki diyalog, net bir şekilde yazarın dehasına işaret ediyor. Aman dikkat, toprağın bağrında namlular yetişiyor ama uçlarının kıvrılmaması gerekiyor! Chic’in romanın başka bir yerinde başka bir mevzu için dediği gibi, bu da varoluşçu bir şaka olmalı…

“Tarz” sözünü Günlerin Köpüğü için oldukça açıklayıcı bir deneme yazan Gilbert Pestureau’dan ödünç aldım. Ellingtoncı Bir Başyapıt adlı bu yazıda Pestureau romanla caz müziği arasındaki bağlantıyı (da) işlemiş:

“Cazdaki Swing’in mantıkla bir araya gelemeyecek unsurları, ölçüyle kargaşayı, düzenli ritimle müzikal kaymayı sihirli bir biçimde birleştirdiği gibi, Vian’ın yazım tarzı da gerilimle mizahı birleştirir, biçimdeki katılıkla esindeki fantezinin ya da yumuşaklığın üzerinde kendini gösterir, duyarlılığımızı içine katıp sözcüklerle oynayarak korkuyu güzelliğe mizaha ya da eğlenceye dönüştürür; lirik duygular korkuyla, farsla ölüm öyküleri birbirine karışır, büyük hüzünlerin içinden komedi, heyecanın içinden ironi, acımasız ya da kara mizah, öldüren sonun sıkıntısına hakim olmaya çalışır. Böylece Vian’ın tarzı çelişkili anlatım biçimlerini ve bakış açılarını etkileyici bir simyada birbirleriyle karıştırır.”

Romanın önsözündeki şu satırlar da yazarımızın kurmacaya nasıl baktığını, nasıl bir yazı dünyası kurmayı amaçladığını net bir şekilde anlatıyor:

“…ileride gelecek olan sayfalar tüm gücünü tamamen gerçek bir öyküden almıştır, çünkü başından sonuna kadar ben hayal ettim.”

Bugün fare de, yılanbalığı da, önünüze çıkıp sizi içine alan bulut da, müziğin ritmiyle boyut değiştiren oda da tuhaf gelmiyor bana. Minik dozlar halinde ve aralıklarla gelen fantastik öğeler anlatıyı zenginleştiriyor. Yani ikinci okuyuşumda beni nelerin beklediğini biliyordum, belki bu yüzden elim daha rahattı. O kısımları da severek okudum, hatta belki biraz bekledim de. Boris Vian kurduğu düşsel dünyada aşk, acı ve yas gibi duyguların bir tarafını hınzır bir mizaha yaslıyor, zaten kısa bölümlerden oluşan kitap böylece akıp gidiyor. Colin’in İsa ile konuştuğu sahne, ondan hesap soruşu ya da rahiple cenaze masrafların dair girdiği diyalog… Vian’ın kurmacası, bütünüyle parlak bir fikir açıkçası…

Şimdi buradan yazarın diğer kitaplarına da gidilmeli mi? (Kelimeler ve Şeyler’de o gün bu mevzu da konuşuldu.) Ben belki ikinci bir Vian kitabı olarak Mezarlarınıza Tüküreceğim’e uzanırım. Ya da yeni basılan öykülerini içeren (ve muzip ismiyle beni daha çok çeken) Geceyarısının Yarısına Doğru’yu edinirim. Ama Günlerin Köpüğü hep kitaplığımda kalacak. Bundan eminim.

Mesut Barış Övün