Sinemamızda sanatının zirvesine tırmanan Nuri Bilge Ceylan’ın Uzak adlı filmini, oynadığı sırada Beyoğlu Sineması’nın küçüklüğüne rağmen dolmamış olan salonunda seyretmiştim. Film, perdede bir gül goncası gibi yaprak yaprak açılıyor, her katman seyirciyi yeni bir sürprizle karşılaştırıyordu. Konunun örgüsünde, ince bir güldürünün gümüş simli ipliği ‘filmin zamanı’ içerisinde bir görünüp bir kaybolarak uzayıp gidiyordu. Komikliğin, aniden ortaya çıkması beni güldürürken, bir an farkettim ki, sinemanın çoğunluğu genç olan seyircileri arasında benden başka gülen yoktu. Bu durum, beni etkilediği kadar benim için bir gözleme de dönüştü.

Sinemadan çıktıktan sonra, gençlerin filmi ‘okuyamamış’ olmalarını, filmin dilini anlamayışlarına bağlamıştım. Çünkü, komik unsurların kültürel nitelikleri ile dikkat çekmemesi olanaksızdı. Filmi, sözlerini anlamadıkları bir dilden şarkı dinler gibi izlemişlerdi. Sanatın dili de, bir yabancı dil gibi öğrenilmeyi bekler.

Ceylan’ın sinema dilini, filmlerini dikkatle seyrederek anlayabiliriz. Yönetmen, dünya sinemasında ender de olsa bazıları (Örneğin Peter Greenaway ve Roy Andersson) gibi bana göre popüler sanatın içinde kalması gereken sinemayı Yüksek Sanat (Fine Art) katına çıkarmak için uğraşmıyor; o, sanatını üretirken popüler sanatın sınırını aşmadan, ona yeni bir dil ve biçem getiriyor. Bu, filmlerinin izleyici sayısını artırdığı kadar, dünyada yaygın bir beğeniyi yansıtan ödüllerinin fazlasıyla hak edilme sebeplerinden biri olarak görünüyor.

Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı (2018) filmini gecikerek seyretmiş olmamı pek affedemiyorum. Basiret bağlanması mı diyelim, şanssızlık mı, bir şeyler engel olup durdu. Filme gelirsek: Bir kere, çekim yerlerini ve mekânlarını tanımam filmden aldığım zevki katladı —Çanakkale ve Çan. Çan’ı Çan yapan Çanakkale Seramik Fabrikası’dır, dense yeridir. Filmde fabrika önemli bir yer tutmasa da buhar dumanlı bacalarıyla göze çarpıyor. İlçenin bir çanağa benzeyen, tepelerle çevrelenmiş yerleşiminin yol açtığı ısrarlı sisinin yönetmence unutulmadığını da belirtelim. Ve tabii, manzaraların panoramik görüntüsü, izleyicinin alıştığı ve aradığı özgün sinematografi bu filmde de kendini parlak bir biçimde gösteriyor.

Filmde, yalnızlığın sembolü olan ahlat ağacı, kendine has bir bilgeliğin ve aynı zamanda mükemmel olmayışın, noksanlığın da sembolüdür. Yalnız insanların, her koşulda tek başına ayakta kalma başarısını gösteren, yıl be yıl yalnızlık tacını gururla taşıyan ahlat ağacıyla eş tutulması, filmin adıyla ilgili söylenecek söz bırakmıyor.

Ahlat Ağacı, babası gibi öğretmen olan, okulunu yeni bitirmiş, fakat ülke şartları gereği atama beklemekten sıkkın, geleceği belirsizliklerle dolu bir genci (belki de aynı durumdaki binlerce genci) merkeze alıyor. Filmin, Ceylan’a has bir şekilde, merkezi çevreleyen anne, baba, kız kardeşli aile çemberi ve giderek köy, ilçe ve il çemberleriyle genişleyen dairesi, sonunda ülke çapına gelinceye dek büyür. Orada da kalmayıp evrensel düşüncelere doğru açılan, yaşanan hayatlar yanında dünya görüşlerine de yer veren epik anlatımlı bir film —Ahlat Ağacı.

Filmi okumak, filmin merkezindeki Sinan karakterinin duygu ve düşüncelerini okumakla paralel gidiyor. Üniversite öğreniminin ona kazandırdıklarıyla çevresindeki arkadaşlarından uzaklaşan ve gönül ilişkilerinden bilerek kaçan Sinan, yazdığı bir kitap dosyasını bastırmak peşindedir. Evinde, anlamaya çalıştığı ama kendini ele vermemeye azimli babası, kaderine çoktan razı olmakla kalmamış, aynı kaderi yeniden yaşamaya hazır annesi ve duygu dünyası karmaşık yeni yetme kız kardeşiyle beraberken de yalnızdır. Yalnızlığını, her konuda geliştirdiği farkındalığıyla ve dışa dönük karakteriyle aşmaya çalışır.

Yalnızlığın yaşı yoktur, ama genç bir yaşta kendini, kendi eksiklikleriyle birlikte yalnız hissetmek ve yazarlık hayallerine tutunarak zaman içinde ilerlemeye çalışmak, hele ki, insanları sevme duygusunun kendi yakın çevresinden başlayarak tükenmesi, Sinan’a kendisi için tasarladığı geleceği, hayatın gerçeklerine göre yeniden gözden geçirtecektir; onu “vıcık vıcık” olmayan akılcı bir sevgi arayışına yönlendirecektir. Kültür, insanın kendi eksikliklerini ve fazlalıklarını anlayarak hayat karşısında pozisyon almayı doğurmayacaksa, neye yarar?

Sinan’ın bir yazarla ve imamlarla yaptığı uzun yürüyüşlü konuşmalar, taşra-merkez sorunsalını ve hayatın anlamını toplumun ve dinin yargısına bırakmaya gönülsüz bireyi ele alıyor, filmin yolunu edebiyat ve felsefeyle kesiştiriyor.

Yaşamın içinden gelen ve kendiliğinden doğan güldürü öğelerine düşkün bir yönetmenin elinden çıkan Ahlat Ağacı, yerel olamayanın evrensel de olamayacağını bize hatırlatan ve insanın sadece yerel çevresiyle değil, duygusal çevresiyle birlikte var olduğunu gösteren ender güzellikteki bir sinema olayı.

Nazmi Özüçelik