Evren Uzar’ın Çolpan Kitap etiketiyle yayımlanan kitabı “Sesin Sahibi”nden “Bir Kış Kahvesi” adlı öyküyü tadımlık olarak sunuyoruz…

Bir Kış Kahvesi

Bu eve akvaryum nerden geldi. Eski bir sehpanın üzerinde, kenarları siyah bir akvaryum. İçinde altı tane turuncu balık, birinin burnunda kara bir leke. Ara ara onların hızlı hareket edişlerine hayretle bakıyor, bir taraftan da suyun içindeki motorun, suyu içine alıp üfledikten sonra nasıl baloncuk çıkardığına şaşıyordum. En çok da motorun ön kısmına doğru hareket ediyorlardı. Balıklar, motorun çıkardığı baloncukları küçük ağızlarını açarak yakalamaya çalışıyor ve hızla oldukları yerden uzaklaşıyorlardı.

İçlerinden bir tanesi, en çok da o, dikkatimi çekti. Zayıftı hem de çok zayıf. Diğerlerinden ince bir gövdesi, daha sivri bir yüzü vardı. Hem onlar gibi de yüzmüyordu. Sırt kısmı aşağıya bakıyor, hızlı olmaya çalışırken tepe aşağı yüzüyordu. Ara sıra ağzını açıp kapatıyordu. O da diğerleri gibi motorun baloncuklarına doğru yüzüyordu. Bir an yoruluyor, ne vakit güçsüzleşse akvaryumun içindeki uzun, ince lambanın üzerine gövdesini hafifçe bırakıyordu. Neden diğer balıklar gibi yüzmüyor, onlar gibi sakin davranmıyordu. Biraz dinlendikten sonra lambanın üzerinden gövdesini tekrar suya -onu en çok yoran, sarhoşluğunu belli eden, bütün eksikliklerini ortaya çıkaran saflığa- bırakıyordu. Ters yüzen bir balık…

Akvaryumun üzerindeki saat on ikiyi geçiyordu. Ceplerimdeki eşyaları tek tek masaya koyarken onları gün boyu her an biri görmek isteyecekmiş gibi niçin taşıdığımı aklımdan geçirdim. Kavanozun suyu kirlenmiş, içindeki çiçekler solmuştu. Kuru bir yaprağın üzerine konan kelebeğin kanatları, sert ve siyah damarlı kesilmiş ağaç gövdelerini anımsatıyordu.

Telefon çaldı. Kartını almayı unutma. Daire 12… Dar sokakların, minik dükkânların, küçük hesaplarla meşgul olan soğuk bakışlı esnafın bir arada olduğu kahve… İçerisi kalabalıktı. Günlük tıraşlı adamların dip dibe oturduğu, içerinin dumanla kaplandığı alçak tavanlı bir yer… Herkes bir şeylerle meşgul. Dışarıdan bakınca pek de bir şey görünmüyordu. Kömür sobanın ısısı camları buğulandırmıştı. Dışarıda bir şemsiyenin altında duran her köşesi birbirine denk beyaz zeminli, etrafı gümüş renkli bir kemerle sarılmış siyah bir masaya ilişti gözlerim. Masanın çevresindeki mavi plastik sandalyenin üzerinde bulunan kahverengi, siyah renklerle bir uyum içerisinde çeşitli geometrik motiflerin olduğu minderin üzerine yavaşça oturdum.

Hiçbir şey dikkatini çekmiyordu. Fazla uzun boylu da denilemezdi. Ellerini ceplerinden çıkarır çıkarmaz kendinden emin bir edayla siyah fakat kahverengimsi renk almaya başlayan sakallarına götürdü. Elmacık kemiklerinde bile sakal bakiyelerini görmek mümkündü. Siyah montunun fermuarını sonuna kadar çekmişti. Sakalları boğaz kısmını kapatmış, aşağıya doğru özenle sarkıtılmıştı. Yeni aldığı montuna henüz alışamamış, elleri ikide bir ceketinin fermuarına gidiyor ve birkaç deneme yaptıktan sonra büyük bir derdi başından atmış gibi etrafa bakıyordu. Daha masaya oturmadan öğle saatine kadar uyuyan gözleriyle etrafı iyice süzdükten sonra bir şey söylemeden oturdu. Sigara yaktı. Bakışlarını kaçırdı. Bir el hareketiyle çay istedi. Kahveci bu el hareketini içeriden anladı ve masaya bir çay daha getirdi. Sürekli bir yere bakıyor, göz kapaklarını hiç mi hiç kıpırdatmıyor, sigarası sönünce diğerini yakmaya çalışıyordu. Dişleri bakımsızdı. Yüzünde soluk bir renk belirmişti. Amaçsızca bakışları vardı…

“Üç kardeşiz biz.” dedi. Yalnız, bir Neşe Ablam, Eskişehir Tıp Fakültesi’nden emekli olan. Ondan gördüğüm iyiliği diğer kardeşlerimden görmüyorum. Allah razı olsun. Okumuş insan bir başka oluyor. Biz liseye kadar bitirdik ama üstünü okuyamadık. Anlamıyorlar, anlamıyorlar. “Çay alır mısın? Tanıştığıma memnun oldum.” dedi.

Evim biraz eski, tadilat istiyor. Eski, tuğla bir ev. Belediye başkanı sağ olsun evin ön odalarını iptal etmiş. Düşünebiliyor musun? Orada eşyalarımızı saklıyorduk. Olur ya herkesin kendine göre eşyaları vardır dolabın içine koyduğu. İşte biz de öyle kullanırdık orayı. Her neyse orayı iptal etti. Neymiş hakkımız yokmuş orada, lafa bak var mı böyle bir hayat… O oda yıkıldığı için tavandan yatağımın üstüne şırıl şırıl su akıyor. Kendi evlerini düşünmüşler, bizim eve gelince ilgi göstermediler. Korkuyorum her yağmur yağdığında hasta olacağım diye. Ben ne fatura işinden anlıyorum ne de yapı işinden. Abim de yapmıyor, “Evin akmayan yerinde otur sen de.” diyor. Şükür iki yüz kilo kömür aldım. İki torbasını yaktık sayılır. Bu aralar ısıtıyor evi…

Kahveci yaklaştı. İnce, zayıf bir adamdı. Bıyıkları sigara içmekten sararmıştı. Yanaklarındaki çukurluklar zayıflığın belirtisi gibiydi. Kibar bir adamdı. İşinde dikkatliydi. Bardakların boşaldığını gördüğü anda masaya hızlıca yaklaştı. İki çay. Geçen sene de görmüştüm ben sizi değil mi? Emindi, bir şey diyemedim. Ameliyat oldum. Doktorluğun ne demek olduğunu kaldığım hastaneden öğrendim. Adamlar yemediler, içmediler, baktılar abi. Ben yeniden dünyaya geldim. Çamaşır suyu içmişim de… İntihar anlayacağın, intihar işte. Ama ölemedik işte bizi toparladılar yani. Birden kahveci masaya yaklaştı. “Yok, yok abi buradan…” diye söylendi. Para üstünü sayarak aldı.

Dikkatliydi. Hiçbir şey düşünmüyordu. Birden doğrularak; epey oldu intihar edeli… Önce babamı sonra annemi kaybedince dayanamadım. Şimdi evde yalnızız. Bir biraderim var. Hayırsız, hayırsız bir biraderim var. Bir, ablam anlıyor benim derdimden. Ne yapayım, yalnızım. Şükür ekmeğimi yapıyorum, yemeğimi pişiriyorum. Muhtaç değilim. Mahallede de kimseyle uğraşmam. “Çok teşekkür ederim.” dedi kahveciye. Böyle… Evsiz görünce

ağlayasım geliyor yolda. Hele mecbur kaldılar mı… Hedefimizde memurluk vardı, nasip olmadı. Babam memur çıkaracaktı beni. Olmadı. Böylesi güzel be! Hiç olmazsa sorun yok. Emekli ettiler beni babadan. Şükür, şükür. Bizim bir tanıdık vardı rahmetli Yıldıray Abi aynı ona benziyorsun.

Kahveci masaya yaklaştı. “Şeker kullanmıyorsunuz, çayı çay gibi içiyorsunuz.” dedi. Afiyet olsun. Sahipsiz kalmayalım da. Kıyıda köşede abilerimiz var sağ olsunlar. Tanımıyoruz birbirimizi belki ama Allah razı olsun nasiplendiriyorlar çaylarından. Ne kadar güzel bir şey! Eskişehir’e ablamı ziyarete gittim. Bir simit aldım geçerken. Simidin içine neler koymuşlar, neler ya Rabb’im! Yalnız Şener Abi’ye anlattım bu durumu. Şener Abi’m Saburhane Mahallesi’nde fırıncı. Kendi abim değil. Manevi bir abimiz sağ olsun. Bir ara simit işi ile meşgul oldu ama geçmedi… Simit çay yapmıyor millet. Varsa yoksa başka eğlenceler…

Şu karşıdaki dükkânı Hüseyin Abi işletirdi. Eskiden kuşçu dükkânıydı. Ondan sonra bakkala çevirdiler burayı. Yanındaki dükkân da Mehmet Abi’nin su dükkânı. Su işleri yapıyor. Yıllardan beri orayı çalıştırır. Her su tesisatından da anlar. Fakat yaptığı işleri dört dörtlük yapar. Apartman işleri filan hepsinden anlar. Mehmet Abi bakır işlerini bile becerir. Herkesin attığı, kullanmadığı bakırları toplar, onları cezve hâline getirir. Çok dürüst bir insandır. İki annesi vardı. Sonra ikisi de kafayı bozdu. Yapmadığı iş kalmadı Mehmet Abi’nin. Fakirdir ama dürüst insandır. Pahalıya iş yapar, bozukluk çıkarmaz. Buradan yak. Kahveci masadaki şekerleri aldı. Ameliyatım iyi geçti. Hiç problemsiz. Burada bir doktorumuz var, Çetin Bey. O yaptı ameliyatımı. Fakat zaman zaman çok soğuk olursa bedenim sızlıyor. Onu da bir yandan psikolojik destekle beraber on beş günde bir ilaçla hallediyoruz. Biraz hastayım abi, kusura bakma. Ama saldırgan bir huyum yoktur. Velhasıl, psikoloji uzmanı sağ olsun destekli ilaçlarla beraber bedenin dengesini ayarlıyorlar.

Neydi ismin? Sigarayla çayı fazla kaçırıyorum ama hayatın böylesi de güzel… Ne yapayım, seni görünce Yıldıray Abi aklıma geldi. O, biraz rahatsızdır. Evinden çıkartmışlar. En son karısından ayrıldı. Karısı onu reddetmiş. “Eve para bulmadan gelme.” demiş. Zavallı, belediyeye girdi olmadı. Bir tane de çocuğu olmuş. Oğlan çocuğu, Allah bağışlasın. Fakat adam vefat etti gitti abi! Dağ gibi adamdı. Saburhane’de yapmadığı iş kalmadı adamın. Çatıdan tut komple ev işlerinden anlardı. Oldu, ben müsaadeni istiyorum. Hayırlı günler. Kahveciye döndü, “Kolay gelsin.” dedi. Kömür sobası, kahvenin camlarını buğulandırmıştı. Sokak dumanla dolmuştu. Masanın üzerinde duran gazetede, “İntihar eden genç kurtarılamadı.” yazıyordu.

Evren Uzar