Salâh Birsel’in “Halley Kimi Kurtarır” adlı deneme kitabının yeni baskısı Sel Yayınları tarafından yapıldı. Kitaba adını veren denemeden “tadımlık” bir bölüm sunuyoruz.

Halley Kimi Kurtarır
İpşir Mustafa Paşa 1654 yılında sadrazamlık postuna çöktüğü vakit, kimi İstanbullular düşlerinde kuyrukluyıldız görmüşlerdir. Kuyrukluyıldız da iyiye yorulmadığı için Padişah-ı Âlempenahın tüm kulları sonbahar yaprakları gibi tir tir titremişlerdir.
İpşir Paşa, Anadolu ayaklanmalarıyla ün salmış Abaza Mehmet Paşa’nın yeğenidir. Veziriazamlığa getirilmeden önce Sivas Beylerbeyliği ile Halep Valiliği’nde İstanbul’a kafa tutmuş, halka büyük zulümler etmiştir. Ahmet Refik onun eşkiya reisliğinden sadrazamlığa geldiğini söyleyecektir. Paşa eblehliği ile tanınır. Kimseye yüz vermeden surat asmayı sadrazamlık gereği sanır. Bilinçsizce bir sofuluğu vardır. Kahve yerine süt içer. Tütün içenlere de içki içmiş gözüyle bakar. Kıskançlıkta ise –kıskançlık olmadan hiçbir şey olmaz– üstüne yoktur. Denilebilir ki, Sultan İbrahim’in kızlarından Ayşe Sultan’la evlendirilip sadrazamlığa kondurulması biraz da göz önünde bulundurmak düşüncesinden doğmuştur. Gelin görün, göreve başlayışından 2 ay 12 gün sonra Kara Murat Paşa’nın kışkırttığı sipahilerle yeniçeriler –sen eşkiyasan, ben de eşkiyayım– kellesini isteyeceklerdir. Bunda ayak diretilince de “kaydı görülüp” kesik başı ayaklananlara gönderilecektir.
Bağnaz kişiler kuyrukluyıldızın düşünü değil de kendini gördükleri vakit, vaaaaşşş, korkuları daha bir ıslık çalmaya başlar. Bütün kötülüklerin gelip kendi üstlerine yağacaklarını sanırlar.
Naîmâ, o ünlü tarihinde şunları yazar:
“İşbu 1651 yılı kasımının dördüncü çarşamba günü, akşam namazından sonra, gökyüzü alametlerinden bir mızrak kadar uzun, kol kalınlığında, beyaz ve parlak ateş gibi ışıklı bir kuyrukluyıldız, doğu ile güney arasına düşüp dünyayı gündüz gibi aydınlattı. Ramazan Bayramından beri veba illeti çıkmıştı. Melhame sırlarından habersiz olan kimileri bunu, vebanın artacağına, kimileri de yok olacağına işaret saydılar. Ama denenmiş melhame kitaplarında [güneşin kanlı savaşlarını anlatan gökbilim kitapları] yeri yüksek bir kişinin halk elinde telef olacağına ve Devlet-i Rumda (Osmanlı İmparatorluğu’nda) ihtilal ve kılıç ile rezillerin idamı diye yazılmıştı. Yine öyle oldu.”
1858 Ağustosunda İstanbul üstünde yine bir kuyrukluyıldız peydahlanır. Melhame kitaplarına merakı kalkanlar onun yine Müslümanların üstüne kılıç ve yatağan ve hançer ve top tüfek ve piştov ve palyoş ve kasatura ve harbe ve gaddara boca edeceğine inanırlar. Hele iki hafta sonra yıldız, yüzünü yeniden gösterdiği vakit –bu casus bir kuyruklu da olabilir– paşalar hazeratı ile tüm İstanbullular kıyamet laklakasına başlarlar.
Bunlar adları bellisiz yıldızlardır. Ama bu sonuncusunun yörüngesini 6 yılda bütünleyen ve 1852 yılında yine yeryuvarlağımız üzerinde görünen Biela kuyrukluyıldızı olduğu kestirilebilir. Bu yıldızı Recaizade Mahmut Ekrem’in babası Recai Efendi de görmüştür. Ama ona ne gördüğü sorulsa “Necm-i dünbaledar gördüm” diyecektir. Sizin anlayacağınız, o yıllarda kuyrukluyıldızların adı böyledir. Bir 50 yıl daha geriye gidecek olursak bu kez onun “ahter-i dünbaledar” diye anıldığını da görürüz. Bu yüzden de 1807 Eylülünde İstanbul’un kuzeybatısında beliren ve üç ay İstanbul semalarında taklalar attıktan sonra –bu ne kaplumbağa yürüyüşlü yıldız!– gözden yiten kuyruklu için, şair Sururi Seyit Osman (l752-1811) tarih düşürmeye kalkışınca “ahter-i dünbaledar asam kıldı tulu” diyecektir.
Ama biz geçen yüzyılı bırakalım da kendi yüzyılımıza bakalım. 1910 yılında da İstanbul gökkubbesini Halley kuyrukluyıldızı şavklandıracaktır. Yıldızın ilk kez yörüngesini hesaplayan İngiliz gökbilimcilerinden Edmund Halley’dir (1656-1742). Nedir, bu kez kuyruklu şavkının insanlığa yararlı olacağı pek söylenemez. Yıldız daha görünmeden Batı’nın bütün bilginleri onun dünyamıza çarparak, onu eşekten düşmüş karpuza döndüreceğinde ağız birliği etmişlerdir. Amaaanın, Avrupa’nın, Amerika’nın ve de Asya’nın bütün insanlarının bedenleri günler, haftalar öncesinden koçan kesilmiştir. Topumuz 1978 yılına değin ulaştığımıza göre bilginlerin kestirimlerinde yüzde yüz yanılmış olduklarını söyleyecek değiliz ama o yılın beş mayısını altıya bağlayan gecede olsun –bilginler pandomimanın o tarihte patlayacağını söylemişlerdir–, o gecenin öncesindeki gecelerde olsun, palamarını ve demirini koparmayan kalmaz.
Daha sonraki yıllarda ise her yerde boş-inan kazanları kaynatılmaya başlanır. Trablusgarp ile Balkan Savaşları’nın Halley’in işi olduğunu söyleyenler ne kadar kalabalıksa Birinci Dünya Savaşı’nı başlatanın da o olduğunu ileri sürenler o kadar çoktur. Kimileri ise Halley’in gizlice geri döndüğünü, ayın arkasına saklanarak Türklere zulümlü bakışlar savurduğunu davulzurna ile ilan etmişlerdir.
Ama asıl neşeli mangır 1010 Nisanının son haftası ile Mayısın ilk haftasındadır. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç adlı romanında anlattıklarına inanmak gerekirse, Halley denilen o başı açık orospunun dünyamızı yok etmeye yeltenmesinin nedeni yapıların pek çoğalmış olmasıdır. Belki bir neden de seyir yerlerine giden arabaların ücretlerinin artmasıdır. Bu nedenlerin en önemlisi de ahlakın bozulmuş olması ve kadınların, guguruklarının tepelerine yalancı pırlantadan birer iğne iliştirip çarşaflarının eteklerini birer arşın yerlerde sürüyerek sokaklarda gezinmesidir.
Burada Hüseyin Rahmi’ye yüz bin yaşa çekmemiz gerekir. Çünkü Türk romanının bu büyük ustası bu zerzevatlıklara karşı çıkacak ve gerçek bozukluğun yalancılık, ikiyüzlülük, yaltaklanma, kaşkarikoculuk, it dalkavukluğu ve de aldatmaca ile sıvanmış ahlak kurallarında olduğunu göstermeye çalışacaktır.