değini
Hayata karşı güçlü, ayakları yere sağlam basan kaç kişi tanırsınız? Benim tanıdığım -en azından- birkaç kişi var, onlardan biri de şair: Emre Şahinler. 10 Nisan 1989’da İstanbul/Kartal’da doğmuş Emre. İstanbul Aydın Üniversitesi İİBF İngilizce İşletme Bölümü mezunu. Polonya’da ve Avusturya’da da eğitim görmüş (öğrenci değişim programıyla gitmiş). Arkadaşlarıyla birlikte “Babylon-Şiir Kenti” adlı dergiyi çıkarmış (12 sayı). Hayatı kitaplarla, dergilerle iç içe… Kendini, insanları, dünyayı ve evreni sorgulamaya devam ediyor. Hemen hemen hepimizin yaptığı gibi (değil mi?).
Hayatın getirileri olduğu gibi götürüleri de var. İnsan her şeye zamanla alışmakta usta. Neyi, nerede ve nasıl yapacağımıza dair birçok soru ve sorunla boğuştuğumuz aşikâr. Bu noktada bir şeyleri anlamlandırma çabamız/çabalarımız da devreye girmekte. Şikayetçi olduğumuz ama düzenin getirisi dediğimiz şeylere bakış açılarımız, tepkilerimiz paralel; en azından bu yazıyı okuyanlar için böyle bu. Bu kanıyı öne sürme nedenim birçok çağdaşımdan (şair, yazar) yüz yüze ya da yazınsal diyaloglarda duymuş/okumuş olmam. Bu durumda çabalarını gördüğüm, çabalarına yakinen şahit olduğum arkadaşım/şair Emre Şahinler’in güçlü ve ayakları yere sağlam basan bir birey/bir şair olduğunu tekrar söylememin bir sakıncası yok –kanımca-.
Emre, yakın zamanda yazdığı şiirleri “Porselen Güvercin” adlı dosyada bir araya getirdi. Dosyanın yaratı sürecine ben de yakinen tanık oldum. Yazdığı şiirler yani “Porselen Güvercin” adlı dosyası 2020 Sennur Sezer Emek-Direniş Ödülleri’nde Jüri Özel Ödülü’ne değer görüldü, sonrasında da kitaplaştı. Haliyle harika şiirler var kitapta. Beni vuran, okuduğunuzda sizleri de derinden etkiyeceğine inandığım…
Lafı fazla uzatmadan –naçizane- “Porselen Güvercin” hakkında birkaç söz söylemek istiyorum.
“Porselen Güvercin”
Porselen Güvercin Emre Şahinler’in üçüncü şiir kitabı (ilgilenenler için diğer iki şiir kitabı: Ölü Mızıkacılar Diyarı (2013) ve Repertuvar (2018)). Diğer iki kitabını da okuyan biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Emre şiirini –sürekli– ileriye taşıyor.
Porselen Güvercin’de toplam 22 şiir bulunmakta (3 bölüm). Kitap, başlığına binaen “dikkat kırılabilir” uyarısıyla başlıyor ve başlar başlamaz da okuyucuyu sarıp sarmalıyor. Kitabın “Peki Ya Alberto Nerede?” adlı ilk şiirinde şunları söylüyor Emre: “yaşamı alınlıyorum, tırnaklarını uzatarak pelüşün / okuduğum kitaplarda geçmiyor / bir dağ ve esmer bir yaz dolduruyorum cebime / geceleri devletin iktidar olduğu kahveleri dolanıyorum” (s. 7). Dolanmakta sınır tanımıyoruz zaten, başıboş dolanmak değil kastettiğim (ki bunu zaten biliyorsunuz). Burada gözlem, burada tanıklık devreye giriyor ve alıp götürüyor bizleri; uçsuz bucaksız düşüncelere/ve eyleme. Yazmanın düşün bağından esen bir yel olduğu kesin. Şiirle yaratılan sanat estetikle ön plana çıkıyor/çıkarılıyor. Ve düşün açık açık ya da üstü örtük bir şekilde önce kâğıtla, sonrasındaysa okurla buluşuyor. “Peki Ya Alberto Nerede?”yi şöyle bitiriyor Emre: “kendimi bir cennet sayıp eğreti duruyorum / orada hepimize yetecek bir avlu bulunur diyorum / yani ben ölmesin diye güvercin, kendimi mat ediyorum / ölümle uzlaşamıyorum” (s. 9). Hangi şair ölümle uzlaşabilir ki?

Ölümle uzlaşamaz şairler/çocuklar… Ve bir çocuk çıkar gelir bazı ve bir çocuk çıkar gelir hep. Şiirin içinde taşıdığı nüvelerden biridir o. Toprakla ilintilidir biraz. Yaramaz olduğu söylenebilir, siperler kazar ormanlara. Güllere ve dikenlerine aşina olduğu kadar kuyulara da aşinadır. Ellerinin akı güllerden kuyulara doğru kanar. Kalbimiz ne kadar dağlıysa o kadar yalındır. Şiirin ilk ışıklarıyla yontulan aşktan çıkardığımız / çıkaracağımız birçok ders vardır. Coğrafyanın tesiriyle buğulanır akıldaki ayna. Yorgun ama umutlu, şaşırılacak derecede dinç. Şöyle diyor Emre, atları heveslendiriyor: “bir pas çözülüyor bir kir dökülüyor atların kalbinden / doğaya uyan bir sese uyanıyor Akdeniz çiçekleri / yârim, kızıl şerbetim / de bana kalbin nerelidir?” (s. 12). Yılkımız atlardandır, parsın ve ışığın sesindendir gökler. Eli sapanlı bir çocuk doğurur varoluşa görüngü ve şehrin kalbine kriz gibi değer-geçer bir çocuğun öldürülüşü… Ama aşk! görüldüğü üzere her şart ve koşulda yalınayak bir santrafor. Dünya kısa boylu bir ceset gibi yürüyor insanda. İyi ki şiir ve aşk var diyoruz.
Edimliler, evet, çarmıha gerilirler. Ağaçlar dallarına yuva yapan kuşlardan ne kadar sorumluysa şairler de kitaplarından o derece sorumludur. Gözkapaklarında taşınan dünya, gözlemlenen anın cenazesidir. Bir ya da birkaç saniye sonra her şey değişecektir çünkü. Ceset ceset taşınır insan, sonu ve başı belli olmayan sonsuzluğa. Evren bir şeyleri doğurmak için mi var? Söz sırası Emre’de: “yeşerse de gök, dilin acı sularına boşalır kanım / rüzgâr orada soluklanacak bir duvar bulur / henüz arş aşılmamıştır / henüz arz çocuk cesetleriyle tıka basadır” (s. 22). Biliyor ki şair arş bir gün aşılacaktır. İşte o güne mutlu açacaktır: güneş; çiçekleri ve çocukları için dünyanın.
Gururun törpülendiğini görmek… İstencin incelikli saatlerinde kalemin kâğıtla dansı: şiir. Gölgesi serinliğe yol açan ağaçlar var yollarda. Akılda da öyle. Kalbini ayıklamaya korsanlardan başlamalı insan, kendi yarattığı korsanlardan. Dudaklarda biriken sözcüklerle erilen yalazın yakıcı sırrı burada belki. Hepimiz dudaklarımızdan dökülen sözcüklerle intihar edebiliriz. Anne ya da babadır im’de beliren ırmak. Şöyle diyor Emre: “Hepimiz bu şiirde intihar edebiliriz / O lâlâ. / Yüzleriniz sedef çakıl / Kırdım mı jazzsız taburların hamam tasını / Bencileyin benledim beni // Cennete düşeceğim / Cennet: babamın sakallarından bir ırmak” (s. 28)
Gurur insanın içindeki anıtsal şerh. Bıçak dışarıdan kesemiyor çünkü içimizi. İnsani duyum sükunda. Her şey alt-üst. Limanlar eskitiyor boyuna çağın insanları. Geçip – giden gemilere el sallıyor, özlemek nedir bilmiyor aslında. İnsan kanayan bir avlu mudur kendine? Sözcük ağaçlarından sarı sarı mı dökülür? Rüzgâr acıtır bazen, saçıp – savurur. Orada anne ve baba bazı. Yaralı bir mürekkep mavide nasıl kızıl kanarsa kızıl bir kalpte öyle mi kanar mavi? Göç işte… İşin yoksa sıyrıl işin içinden de seyreyle âlemi. Defansın gerisine sarkmaya çalışan anılara karşı stoper midir şair? Teknoloji devi midir sosyal medyada? Ya da sosyal mesafeyi korumaya çalışan bir hasta adayı mı son günlerde? Yalnızlaştı gök, asgari geçim indiriminden. Ne kadar da günahkâr şu mevsimler…
Porselen Güvercin derin bir iz bıraktı bende. Kitabın son bölümlerinde kısa şiirler var; kısa ve dokunaklı şiirler. Hüzün saydam yaramız, vücudumuzun her yerinde. Şöyle diyor Emre bu konuda da: “gecenin ağını örüyor / gömleğimden dağlara / sızan hüzün” (s. 44)
İyi ki Emre Şahinler gibi şairlerimiz var.
sonuç
Dünya: acıdan ya da acıtan bir deneyim. Emre Şahinler’in “Porselen Güvercin” adlı kitabı da bunu gözler önüne seriyor –muhakkak-. Şairler hayatın anlamını sorgularlar. Yine de inandığı şeyler yok değil Emre’nin: başkaldırı, çocukluk, doğruluk, dürüstlük, kardeşlik, özgürlük, vd.
Yazıyı Abbas Kiyarüstemi’den bir haikuyla bitirmek istiyorum:
“Kalbimi
Ayrı
Gömün toprağa
Kırılgandır”
Ve bonus olarak da Emre’ye ithaf ettiğim şiirimi yazının sonuna ekliyorum.
gerçeğin pervazında
Emre Şahinler’e,
yaşatır acısını gerçeğin pervazında
çevirir yorgunluğun kağnı pedallarını
üstüne bastığı şehir içinde kırılmıştır
yolculuğa sürer yine,
sürer yangın atını
yergisi cılkındaki vazoya konduğundan–
yalnızlığın mührüne refakat eder –sancısı
bir sabah gibi kokup! yedi renkte açınca
hayatın kuşatılmış amorfuna karışır
Çağın Özbilgi