
Oğuzcum Atay’a
Her şeyi düzene koymuştum. Demiryollarını döşemiştim, güzergahları çizmiştim. Trenleri yenilemiş, bilet fiyatlarını arttırmıştım. Hızlı tren üretimime geçmeme ramak kalmıştı. Sonra oyunda bir güncelleme yapıldı, istasyon alanına ev yapabilir hale geldik. Gerçi bunlara tam olarak ev denilemezdi. Tek kişilik küçük odalardı. Forumlara baktım, kimse bu ev meselesinden bahsetmiyordu. Kullanıcıya özel bir güncelleme olabilir, diye düşünmüştüm o zaman. Kulübeleri kurunca bu sefer de içlerine insan yerleştirecektim. Kendimiz yaratıyorduk karakterleri. Saçları, cinsiyetleri, boyları; her şey biz oyuncuların elindeydi.
Hızlı tren yapmakla demiryolu hikâyecileri yaratmak arasında kaldım bir süre – yani bir süre önce bu durumdaydım. Sonra kasama baktım, param vardı. Üç tane hikâyeci oluşturdum; iki erkek, bir kadın. Hızlı trenden daha çok kazandırabilirdi bu hikâyeciler bana. Ama işler düşündüğüm gibi gitmiyordu.
Oyun iyice çığrından çıkmıştı. Hikâyecilerin satacakları hikâyeleri bizim yazmamız isteniyordu. Level atlamak için şarttı bu. Oyunda o kadar ilerlemiştim, vazgeçecek halim yoktu. Annem emekli edebiyat öğretmenidir. Ondan yardım istedim, birkaç kitap verdi onu ziyarete gittiğimde. Tabii klasikleşen ve kronikleşen sızlanmalarına katlanmak zorunda kaldım kitapları alacağım diye. Yanına taşınmamı istiyordu, çok sıkılıyordu tek başına. Düşünürüz anne, dedim. Zor attım kendimi dışarı.
Eve geldiğimde, hikâyecilerden birinin sağlığının bozulduğunu gördüm. Kadın da ortadan kaybolmuştu sanırım. Şimdi tam hatırlayamıyorum. Bir gün, on saat kadar kalkmamıştım oyunun başından, annemden aldığım kitaplardaki hikâyeleri kopyalıyordum ama beğenmiyordu bilgisayar. Çok klasik, diye mesaj geliyordu gelen kutuma, bunları daha önce yazdılar, yazıldı bunlar. İşte o gün, annemden aldığım kitapları fırlatmıştım. O gün müydü? Sanırım. Bakkalın çırağının suratıma tuhaf tuhaf baktığı gün. O daha sonra mıydı yoksa? Neyse. Ben oyunda ilerlemek için, kolları sıvadım, hikâyeler uydurmaya başladım. Bazılarını kabul ediyordu bilgisayar. Bazılarına çok kısa olmuş yorumları geliyordu.
Tabii ben bu hikâyelerle uğraşırken trenleri ihmal etmişim, kasamdaki para suyunu çekti. Elimde tek bir hikâyeci kalmıştı. Öyle bir an geldi ki tren seferleri yapamaz hale geldim. Böylece yazdığım hikâyeler iyice anlamsızlaştı çünkü hikâyeleri satacak kimse yoktu oyunda. O zaman neden yazıyordum?
Sanırım bunu fark ettiğim gün, yoksa daha sonra mıydı, annemi aramak için oyunun başından kalkmıştım, aynı evde yaşamayı kabul ettiğimi söyleyecektim anneme. Açmadı telefonu.
Bilgisayarın başına oturdum, gelen kutusunda mesaj vardı, hikâyeciden gelmişti: “Ben buradayım sevgili oyuncum, sen neredesin acaba?”
Ha-ha!
Onur Çalı
Görsel: Burcu Firdevs Demirağ.
Öykü ilk kez “Huma Kuşları” (2015) adlı kitapta yayımlanmıştır.
Oğuz Atay’a selam çakan çok güzel hem de ‘muzip’ bir öykü. Elinize sağlık Onur Çalı. ‘Hûma Kuşları’ nı okumamış olduğum için hayıflandım. En kısa zamandaçokuyacağım.
Teşekkürler hocam. Sevgiler.
Değerli Onur Çalı’nın kaleminden yine cebimize bir öğreti aldığımız ustalıklı bir öykü, kelimeleriniz dert görmesin.
Çok beğendim. İlk kitabınızı da okumuştum . Ama burda ‘level atlamış’ sınız .