Küçük Prens, yalnız çocukların değil yetişkinlerin de sevdiği, dünyanın en çok okunan masallarından biridir. Fransa’da 20. yüzyılın en iyi kitabı seçilen, ilk basıldığı 1943 yılından beri 120 dile çevrilen ve tüm dünyada her yıl bir milyon adet satılan kitap, başka bir gezegenden Dünya’ya gelen altın saçlı bir oğlan çocuğunun, değer verdiği gülünün gizemini araştırmasını anlatır.

Küçük Prens’in bir pilot olan yazarı Antoine de Saint-Exupery, 1944’de Nazi işgalindeki Fransa’da bir hava harekatında Akdeniz üzerinde kaybolmuştur. 

Fransa’da kendisine adeta kutsallık yakıştırılan (adındaki kutsallık ifadesinden de aldığı güçle) ve dokunulmazlık zırhına büründürülen yazarın hayranları, bir gün kitabın arkasındaki insanın Antoine’ın Latin Amerikalı eşi Consuelo olduğunu okuduklarında şaşırıp kaldılar: Bu isim o güne kadar yazarın hiçbir biyografisinde geçmemişti, yazarın evli olduğu bile bilinmiyordu. Aristokrat Katolik bir aileden gelen Consuelo’nun düşmanları gerçeği uzun bir süre halktan gizlemeyi başarmışlardı. Gerçek ise, Consuelo’nun Saint-Exupery’e Küçük Prens’i yazdıran ilhamın kaynağı oluşuydu.

Küçük Prens’in sırlarını ortaya seren kitap, Consuelo’nun kendi el yazısıyla yazdığı ve 1947 yılından sonra bir sandıkta saklanan günlükleriyle ilgiliydi. Gazeteci yazar Paul Webster’ın derlediği, Gül’ün Anıları (Mémoires de la rose) adıyla basılan ve çıktığı anda (1 Mart, 2000) Fransa’da en çok satılanlar listesinde birinci sıraya yükselen kitapta, Consuelo, 13 yıl süren fırtınalı evliliğini anlatıyordu ve tabii, Küçük Prens’in gururlu ve dikenli gülü, kendisinden başkası değildi. 

Yazarın ve Küçük Prens’in hayranlarının kitap üzerine şüphenin gölgesini düşürmeleri gecikmedi. Günlükleri savunan Webster, “Küçük Prens’i yazarı Saint-Exupery ile özdeşleştiren bir çok Fransızın, saflık ve masumiyet sembolü olarak gördükleri karakterin, bir efsaneye dönen saflık, fedakarlık, adanmışlık ve bağlılık özelliklerinin hiçbirini taşımayan bir yazar tarafından yazıldığını öğrendiklerinde içine düştükleri şaşkınlığı” anladığını ifade etti.

“Kitap, eğer arka planı tekinsiz, çekilmez bir evlilik ve Saint-Exupery’nin ölüm arzusu ile birlikte okunursa” diyordu Webster: “Kitap aslında sevimli bir çocuk kitabından çok, bir eş aldatma, birbirlerini aldatan çiftlerin uzlaşmaları ve intihar üzerine bir kitap.” Bunlar, okuyucuların duymaya hazır olmadıkları sözlerdi. Yazdığı bir masalla ulusal kahraman haline gelen yazarın ünü tehlikedeydi.

Consuelo, 29’unda ve iki kez evlenmiş bir dul iken, Saint-Exupery ile 1930 yılında Buenos Aires’de bir kokteyl partide tanıştı. Arjantin Havayollarının pilotu, El Salvador’lu büyük kahve ekim arazileri sahibinin kızını görür görmez ilgisini gizleyemedi. Consuelo’ya göre, karşılaşmaları oldukça romantikti ve masallardaki gibiydi. O, partiden ayrılmak üzereyken, Antoine partiye gelmiş ve onu büyük bir koltuğa sürükleyerek kendisiyle konuşmaya zorlamıştı.

Daha sonra, akşam saatinde pilot onu ve arkadaşlarını kendi uçaklarından biriyle günbatımını seyretmek için uçmaya davet etti. Daha önce hiç uçağa binmemiş olan Consuelo, teklifi kabul etti ve yardımcı pilotun koltuğuna oturdu. Kalkıştan hemen sonra pilot, ondan bir öpücük istedi. Eğer, reddedilirse, uçağı düşüreceği tehdidini savurdu. Consuelo, uysallıkla itaat etti ve uçak piste inmeden önce de bir evlenme teklifi aldı. Şimdi sonra derken, pek de rahat geçmeyen 7 aylık bir kur döneminden sonra evlendiler.

Fiziksel olarak birbirlerine hiç benzemiyorlardı. Adam ayıvari, iri yarıyken, kadın onun yarı boyunda, kuşvari ve kırılgan bir yapıdaydı. Duygusallıkta ikisi de çocuk mizaçlı, büyüyememiş, hayal gücü yüksek ve yaratıcıydılar: Adam yazıp çiziyor, kadınsa resim ve heykel yapıyordu. Sıradan bir yaşamla sıradışı hayallerini gerçekleştirmeyi arzuluyorlardı.

Çift Paris’te, savaş öncesinin burjuva standartlarını dışlayarak, serbest ve özgür bir yaşamı seçti ve edebiyatla sanata yaslandılar. Consuelo, o zamanlar yayımlanmış kısa bir kitabın yazarı olan kocasının ünlü bir yazar olması fikriyle heyecanlanıyor, onu yazmaya, daha çok yazmaya zorluyordu ve yöntemleri arasında, kocası o gün belirli sayıda sayfayı doldurmadıkça onunla yatağa girmeme ısrarı da vardı. Bu yazarı, yazdıklarını sürekli eşine okutma ve onun onayını alarak yazmaya devam etme alışkanlığına götürdü — Gece yarısı bile olsa.

Hayallerinin dünyalarını dolduramadığı durumlarda ikisi de kendilerini aşıklarının kollarına atıyor ve gerçeklerden kaçıyorlardı. Saint-Exupery aynı sıklıkta bir başka aşkı, havacılığı kucaklıyor, ama zaman zaman da kaza geçiriyordu. Onlardan birinde Consuelo, kaza yerine gittiğinde kocasının kendinden önce oraya gelen metresiyle karşılaşacaktı.

Bu ilk kez de olmuyordu: Zifaf gecesinde kocası damat elbisesiyle salondaki koltukta sızmış, evliyken Paris’teki evlerine döndüğünde, yeşiller giyinmiş bir kadının kaçarak banyoya saklandığını görmüştü. Bir başka gün, Consuelo, kocasının mendilinde ruj lekesi fark etmiş, diğer bir gün cebinde bir kadına yazılmış aşk mektubu bulmuştu. Mektupta: “Şayet, yarın denizde yedi yıl seninle yalnız kalmamı istesen, karıma ‘hoşçakal’ demeden ondan ayrılırdım” yazıyordu.

Saint-Exupery ve Consuelo 1938’e kadar ayrı yaşadılar. Fransa, Almanların eline geçtikten sonra, ABD’de yeniden birleştiler. 1942 yazının görülmemiş sıcak dalgası yüzünden New York’dan kaçarak geldikleri North Port’da Greta Garbo’nun evini satın aldılar ve Küçük Prens orada yazıldı. Ne yazık ki, Saint-Exupery kitabının başarısını hiçbir zaman öğrenemeyecekti; kitabın basımından bir hafta önce ordudaki aktif görevine döndü ve Kuzey Afrika ve Korsika’ya gönderildi. 31 Temmuz 1944’de uçağı Akdeniz üzerinde kayboldu.

Bazıları, Küçük Prens masalının bir intihar mesajını ustaca gizlediğini iddia eder. Fransız tarihçi Alain Vircondelet, daha önce Consuelo’nun günlüklerinde olmayan fotoğraf ve belgeleri topladığı kitabında, Fransız okuyucuların artık gerçekle yüzleşmeleri gerektiğini vurgulayarak: “Bir efsaneyi yok etmek istemiyorum. Onu yerli yerine oturtmak istiyorum. O (yazar), bir melek veya başmelek değildi… Bir şeytan da değildi. O, belki acımasız, adaletsiz ve bir kadın düşmanıydı ve fakat aynı zamanda arzulu, şiirsel ve yaşamseverdi.”

Kayboluşundan sonra ne kendisi ne de uçağı bulundu. Yalnız, 1998’de Consuelo’nun ölümünden 20 yıl kadar sonra balıkçılar Akdeniz’de gümüş bir kimlik bileziği buldular. Üzerinde iki isim yazıyordu: Antoine ve Consuelo.

Kim Willsher

Books, The Weekend Australian, 19-20 Ağustos, 2000.

Kısaltarak çeviren: Nazmi Özüçelik