Sayın padişahım,
[Sayın’ı, Can Yücel’in mahut şiirindeki gibi alınız lütfen.]
Eğreltiotlarını düşündünüz mü hiç? Evet evet, eğreltiotlarını.
Evvelce ben de düşünmemiştim. Bugünlerde el attığım kitaplardan biri vesile oldu. Bülent Şık derler namuslu bir bilim insanının “Bizi Yeryüzüne Bağlayan Hikayeler” adlı kitabı. Siz de hatırlarsınız padişahım; eskiden bu topraklarda ülkenin okumuşlarından, aydınlarından, entelektüellerinden bahsederken “namuslu” sıfatını kullanırdık. Artık pek kullanmıyoruz. Çünkü namus, halkınızın kadınlarının katledilmesiyle birlikte anılıyor şimdilerde. Sizin yerinizde olsam, sırf bu yüzden bile utanç içinde debelenirdim. Üzüntüden yataklara düşerdim.
Bülent Şık, saplarından yukarıya su taşımak için damar sistemi geliştiren ilk canlıların eğreltiotları olduğundan açıp, bu özellikleri sayesinde bu arkadaşların 350-400 milyon yıl önce bitkilerin karalara kök salmasını ve yayılmasını sağladıklarını ekliyor.
“Eğreltiotlarının bir avcının okuyla yaralanan Güneş’in yeryüzüne damlayan kanından oluştuğu ve eğer bütün çiçeklerini elinizi değdirmeden toplayabilirseniz, görünmez biri olacağınıza dair rivayet geliyor aklıma” diyerek umut verici bir direniş hikayesi anlatıyor Bülent hoca, Bizi Yeryüzüne Bağlayan Hikayeler kitabında.

Bendeniz de size bir hikaye anlatacağım padişahım. Kulak verin kulunuza.
Bir eğreltiotu varmış, arkadaşları dostları ve sevdikleriyle mutlu mesut yaşayıp gidermiş. Günün birinde, tanrının günü mü tükenir, bir zalimler güruhu [elbette bir elebaşları da varmış bunların] eğreltiotuna ve arkadaşlarına zulmetmeye başlamış. Nefes alamasın diye suyunu güneşini bile kesmeye çalışmışlar. Köküne kibrit suyu dökmüşler, kurusun da çiçeklenmesin için. Eğreltiotlarının canını en çok yakan şeylerden biri bu kötülüklerse, bir başkası da bir kısım eğreltiotunun bu yaşam düşmanı zalimlerle işbirliği etmesiymiş. Elbette çok öfkelenmişler, kızmışlar. Nedir, bir yandan da –daha zulüm sürerken, zulüm sürerken bile– kötülükle el ele kol kola dolaşan bu arkadaşları için, için için üzülmüşler de. Kötülükle işbirliği yapan ve ileride çok utanacak olan bu arkadaşları için –daha zulüm sürerken, zulüm sürerken bile– mahcup olmuşlar. Üzülmüşler. Evet padişahım, eğreltiotları başkaları adına mahcup olabilirler.
Ne diyorduk: Eğreltiotları çok çekmiş bu güruhun elinden. Hatta bazıları yeise kapılıp intihar etmeyi bile düşünmüşler. Maalesef bazıları düşünmekle kalmayıp… Nedir, eğreltiotlarının kendilerine kıymaları bile durdurmamış bu güruhu. Zalimliklerine bir an olsun fasıla vermemişler. Fakat sonunda çığ gibi bir iyimserlik büyümüş eğreltiotlarının arasında. Dirençliymişler. Bazıları sesini yükseltmiş, hatta yürüyenler bile çıkmış aralarından. Sonunda, günü gelince, bütün zalimler –doğanın böyle kadim ve değişmez bir yasası vardır padişahım, hatırlatmak isterim– ölmüş. Ve fakat eğreltiotları yaşamaya devam etmiş.
Hatta ve hatta aralarından biri çıkmış, “Umudu dürt/Umutsuzluğu yatıştır” diye yazmış sonradan. Suya yazmış. Suya yazmış diye sevinmeyin padişahım, su gittiği yere götürmüş bu dizeleri, umuduyla birlikte. Suyun bittiği yerde yeraltı sularına inmiş umut, oradan sessizce ve karınca adımlarıyla yol alıp okyanuslara karışmış. Okyanuslardan buharlaşan buhar, içindeki umutla birlikte köylerin, kasabaların, şehirlerin, ormanların ve dağların üstüne yağmış. Her yerde umut çiçekleri açmış.
Böyleyken böyle padişahım.
Kulunuz Ozan Çororo
Hamiş: Padişahım, el yazısını bıraktım ama her mektubumda size bir resim gönderme sözünden dönmüş değilim evelallah. Ve fakat bu mektubumda resimden değil, insanlığın bir başka kadim sanatından açacağım; bir sanatkarı, besteci ve icracıyı, büyük bir udiyi anacağım. Neredeyse eminim, dinlememişsinizdir. Ara Dinkjian. Pek mühim işlerinizden başınızı kaldırabilirseniz muhakkak dinleyiniz. Geceleri iyi uyuyabildiğinizi sanmam. Herkes uykuya çekilince kulaklığınızı takınız ve dinleyiniz. Belki müzikle birlikte başka şeyler üzerine düşünme fırsatınız da olur.
Ah, bizim bu insandan ne olursa olsun umudu kesmeyen iyimserliğimiz, ah!
İyimserliğimizi aptal olduğumuza yormayın ey devletlum. Eğreltiotları kadar dirençli iyimserliğimiz ve umudumuz kurtaracak bizi. Siz de göreceksiniz bunu. Joyce’un anlattığı cehennem tasvirleri gibi bir derin bir azap içinde izleyeceksiniz bizim salâhımızı. Eğreltiotları gülümseyecek.