Bu dünlük Tevfik Nalça için
Özleyeceğim ve hatırlayacağım

9.Kasım.20

Çevrenize, sosyal medyaya, gazetelere, beylerin paşaların valilerin basın açıklamalarına, hatta ve hatta kitaplara, edebiyat dergilerine bakınız. Ayrı yazılması gereken -de/-da’ların, -ki’lerin bitişik yazıldığını, daha fenası bitişik yazılması gerekenlerin de ayrı yazıldığını göreceksiniz.

Bir de roman okuyan birilerinin illa ki gelip “bu kitaptaki olaylar gerçek mi?” diye sormaları var. Bu türden sorular ve cevapladığımda karşımdakilerin yüzüne yerleşen tuhaf ifade beni her seferinde dehşete düşürüyor.

En azından lise öğrenimini tamamlamış kişiler bunlar. Bir çoğunun üniversite kampüsü görmüşlüğü de var. Hatta yüksek yapan kişiler de var aralarında.

Peki bu insanlar, onca yıl, edebiyat ve dilbilgisi derslerinde ne okudular, ne öğrendiler? Madem öğrenmeyeceklerdi, neden onca yıl okula gittiler?

11.Kasım.20

Sevgili dostum İsahag Uygar Eskiciyan’ın yeni kitabı Patates Jazzı’nı okuyorum bugünlerde. İsahag, çok velut bir yazar. İlk kitabı Aşağıdan Seveceğim Ülkeyi çıktığında yıl 2013’müş. Kitabı çıktığında okumuştum, fakat o zamanlar tanışmıyorduk. Sonra bir öyküsünde oynattı beni, ilk defa bir öykü karakteri olmuştum.

Patates Jazzı, Eskiciyan’ın altıncı kitabı. Bu kitapta tam olarak birbirine bağlı diyemesek de bir bütünlük oluşturan öyküler var.

Huzursuz bir ruh Eskiciyan. Bütün yaratıcılar gibi.

12.Kasım.20

Sonunda aradığım tanrıyı buldum: Kokopelli.

Ağaçkakan Yayınlarının Hazır Bilgi serisinden çıkan, Nefrin Tokyay’ın “(İster İnan İster İnanma) 100 Tanrı” adlı kitabında rastladım kendisine.

Kokopelli Hazretleri

Nefrin hanım’ın şu cümlesiyle vuruldum Kokopelli’ye: “Kambur ama çok mutlu görünen bu enerjik tanrı, kavalını öttürerek önünde oyalanan kışı kovalar.”

Kış benim de düşmanımdır, “düşmanımın düşmanı dostumdur” demişler, Kokopelli de benim dostum ve tanrım bundan böyle.

14.Kasım.20

Türkçe’nin neşeli paytonu, Sözcük Koordinatörü Salâh Birsel 101 yaşında. Türkçe’nin yüzü gülüyor onun gibi bir üslupçuyu ağırladığı için. Çok yaşasın sözcükler, çok yaşasın “iki gözüm Salâh Bey”.

“Biçem (üslup) gerçekten benim ana sorunlarımdan biri. Belki de bütün bu yazdıklarımı bir biçem, bir biçim sağlamak için yazıyorum. Doğrusunu ararsanız ben Sözcük Koordinatörüyüm. Sözcükler bana gelir, Türkiye’nin dört bir bucağına da benden gider.” (Seyirci Sahneye Çıkıyor, s. 154)

***

Salâh Birsel şiirleriyle, denemeleriyle olduğu kadar günlükleriyle de okurun gözünde taht kurmuş, ilgisine mazhar olmuştur. Nedir, hiç eleştirilmemiştir sanmayın.

Adnan Özyalçıner, Erdal Öz, Kemal Özer, Onat Kutlar, Konur Ertop, Ülkü Tamer, Doğan Hızlan gibi dönemin genç edebiyatçıları bir dergi çıkarırlar: a Dergisi. İlk sayısında (15 Ocak 1956) Erdal Öz bir başyazı yazar. “Günlük Değil Kedi Salçası” başlıklı bu yazıda Erdal Öz, Salâh Birsel’in 1955’de yayımlanan “Günlük” kitabı hakkında şunları döktürür:

Salâh Birsel dostumuz salt “Türkiye’de ilk Günlük tutan kişi” olmak amacıyla kedi salçası gibi (Amerikalılar akla gelen her şeyi karıştırıp bu isimde yemek bir yemek yaparlarmış. İşte onun gibi) bir kitap hazırlamış. Adını da “Kedi Salçası” değil de “Günlük” koymuş, o kadar.

Ve fakat, birkaç yıl sonra, 1960’da, Erdal Öz TDK’da gündelikli olarak çalışmaya başlar. Türk Dili Dergisi’nde Salâh Birsel’le birlikte çalışırlar. Arkadaşlarına yazdığı mektuplarda “Gençleri çok tutuyor, bu yanını seviyorum” diye yazar Salâh Bey hakkında. Sonraları da “O sevimli dergiye yazdığım başyazıları bugün utanarak hatırlıyorum” diyecektir Erdal Bey.

Salâh Birsel’e eleştiri okları fırlatan bir Erdal Öz değildir. Fethi Naci de, “Salâh Birsel Türkçesi” başlıklı yazısında Birsel’in demelerindeki üslubuna ve kullandığı sözcüklere yakın mercekle bakar. Baktığında gördüğü şeyi de beğenmez pek. Salâh Birsel’in bir biçemi olmadığını, okurların “Salâh Birsel’in düşüncelerinden değil, ‘biçem’ diyemeyeceğim, ‘deyiş’inden” hoşlandıklarını söyler. Durmaz, “Çünkü Salâh Birsel’in ‘deneme’lerinde artık bir düşüncenin geliştirilmesi kaygısı yoktur; Salâh Birsel, derlediği bilgileri, ‘Salâh Birsel Türkçesi’yle söylemekle yetinmektedir” de der. Hatta burada da durmaz ve Salâh Birsel’in Türkçenin canına okumaya başladığını söylemeye kadar götürür işi.

Biz burada, bu tıfıl halimizle bu topa girecek değiliz ey okur. Ama naçizane şunu biliyoruz: Bir yazarı herkes seviyorsa, hiç eleştirilmiyorsa, durma pohpoha tutuluyorsa o yazardan ve metinlerinden gönül rahatlığıyla uzak durabilirsiniz.

15.Kasım.20

Bir seçki için metin yazmamı istedi bir arkadaşım. Epey oluyor. Ona da söylemiştim, içimden de geçen buydu, yazabilecek gibi değildim. Teşekkür ettim.

Fakat aylar sonra, Turgay Gönenç’in “Beni Irmak Boylarına Götür Anne” adlı kitabına el atıp birkaç deneme okuyunca, bahsettiğim [ve yazabileceğimi zinhar düşünmediğim] metin hoop çıkıverdi ortaya.

Turgay Gönenç, beni bir derenin kıyısına bıraktı. Paulo Coelho’dan mülhem, Dilsiz Derenin kıyısında oturdum yazdım.

Doğru zamanda doğru kitabı okumak, yalnız okurluğa değil, yazarlığa da dahil galiba.

16.Kasım.20

Çok cazcıları severim, atları çok.
Bana rakı ısmarlayanları da.
Kulaklarıma acısız sir ağda yapan berberimi.
(Yıllarca camekanda sör ağda diye okuyup, bu ne deyişimi)
Yazıları iyi de şiirleri pek şey değil,
                deyip vazcayanları, kırlangıççıları.
Şiirden romana terfi edenleri.

(Olcay Özmen, Çukur, s. 18)

17.Kasım.20

Timur Selçuk da eyvallahını çekip gitti. Herkes bu değerli müzisyeni kendi meşrebince, sevdiği şarkılarla uğurladı. Bendeniz de vefat haberini ilk öğrendiğimde Nereye Payidar, Karantinalı Despina gibi birkaç şarkıyı üst üste dinledim ama sonra dümeni kırdım, günlerdir “Babamın Şarkıları” albümünü dinliyorum. Dönüp dönüp dinliyorum. Hürmetle.

“Ümit yolcusu yorulmaz…”

18.Kasım.20

Bu dünlükle birlikte, bir buçuk dalya demiş olduk. 2015 yılının Temmuz ayında başlayan dünlük macerası, bakalım ne kadar sürecek. Yazarın iç sesi, “yaşadıkça, yaşadıkça” der burada, ekran kararır, jenerik akar…

Bu dünlüğü, bir nevi kutlama olarak kısa tuttum. Bugünlerde çok fazla yazılacak, okunacak, yayımlanacak şeyle uğraştığım için bir türlü el atamadığım bir roman var. Bir sonraki dünlük’e o romanla başlamaya niyetliyim.

Gizem yaratmaya lüzum yok: Aslı Biçen’in Tehdit Mektupları romanı günlerdir masamda, çantamda. İşleri yoluna koyar koymaz el atacağım.

Okuyacak kitabımız eksik olmasın.

Yaşadıkça okuyup yazalım.

Onur Çalı