Hande Çiğdemoğlu

“Ben bir şey yapmadım.” diyordu. Yüzüne, böğrüne, kasıklarına vuruyordu diğerleri, o ısrarla tekrar ediyordu: “Ben bir şey yapmadım.”

Daha az önce birlikte yürümüyor muydu bunlar? Zamanın deyimiyle “kanka” değiller miydi? İkinci çayımla birlikte, tabaktaki finger bisküviler de bitmiş, Nermin’in izlediği sürekli aynı adamla evlenen kadınların çeşit çeşit elbiselerinden fışkıran memelerini izlemekten sıkılmıştım. Sigarayı bahane edip balkona çıktığımda gördüm onları. Dört tane çocuk. Yüzlerindeki tüysüz yerlere defalarca jileti sürüp sakallanmayı bekleyen, küfrü sigarayı ve dahi serseriliği yaş almaya denk sayan dört çocuk. Sokağın başından bizim apartmanın önüne gelene kadar hararetle bir şeyler konuşup yeni horozlanmış sesleriyle her cümlenin sonuna küfür sokuşturup durdular. Geçenlerde yine hanımın izlediği başka bir dizideki adamların bıçkın hareketlerinin tıpatıp aynısını yapıyorlardı. Önce alaycı bir gülüşle sonra da üzülerek çektim dumanı içime. Bizim gibi değildi bu çocuklar. Yoktu bir meseleleri. Memleketmiş, davaymış bilmiyor, bildiklerini de umursamıyorlardı. Hoş bizim derdimizdi de ne oldu? Kimi hayalarından oldu, kimi hayatından. Şimdi kimi tivit atıyor, kimi karısının izlediği dizilerden fırsat bulursa televizyondaki danışıklı dövüşleri izliyor benim gibi. Yetmedi nefesimiz işte ne yapalım. Üfledik mi, caydık mı onu da mertçe diyene aşk olsun.

Sigaram bitti, içimde de bir zalim rüzgâr dolanıp üşüttü limelenmiş etlerimi ama girmedim içeri. Çocukları merak ettim. Kim bilir neydi dertleri? Neyi tartışıyorlardı, omuzları ne için yükseliyordu? Tahmin de ediyordum aslında. Şu balkonda patates, soğan, saksı ve paspas kovasından kendine yer bulabilen bir “kankam” olsaydı benim de, “kız meselesi” derdim. Üstüne bahis bile oynardım. Öyle ya dünya kurulalı beri pek çok şeyi kaybettirse de bahsi kazandıran yegâne şeylerden biriydi kız meselesi.

Biraz keyiflendim sanki sandalyedeki hırkayı omzuma alıp bir sigara daha yaktım. Belki lise son, belki o kadar bile yok yaşları. Biri kapüşonunu başına geçirmiş, diğerinde tiril tiril bir gömlek. Ah, delikanlılığın üşümez bağrı. Özendim ya, yalan değil. Şimdi içlik giymeden sokağa çıkamayan bacaklarımı düşündüm, zamanında nasıl da tazıya benzerdi. Erketedeki abiler ıslığı bastı mı, köşeyi dönüp duvardan hoplayıverirdim. Bir seferinde kırmızı boya kovasını bırakmaya kıyamamıştım da duvardan atlarken olduğu gibi pantolonuma dökülmüştü meret. Kan ter içinde eve vardığımda annem kapıda bayılmıştı. Ayıldı annem sonra, vurulmadığımı da anladı ama o gece son oldu. Hak dedi, süt dedi, rahmetli babamdan girdi, hasta ablamdan çıktı. Ant verdirdi, ölüsünü öptürdü. O günden sonra başım eğik gezdim ya ne çare. Bizimkiler “korkak” demişlerdir arkamdan, belki de “alçak”. “Bizimki ana değil mi? Ana hakkı, dava hakkından daha mı kutsal?” demişlerdir. Çoğu bakmadı yüzüme, bilemiyorum dahasını.

Buncağızların anaları da evde kuş gibi bekliyordur şimdi. Kim bilir belki de öyle değildir. Bizim hanımın izlediği diziyi izliyor, babaları kahveden, oğulları sokaktan gelmeden kadınlar yeni bir elbise giysin diye bekliyorlardır. Sigaram bitti, çocuklar bağır çağır geçip gittiler. Öyle baktım arkalarından.

Ben de içeri giriyordum ki koptu pandomima. Ne ara üçü bir olup sıkıştırdı birini anlamadım. Allah verdi demiyor nasıl vuruyorlar. Sesi de kendisi gibi sıska olan, “Ben bir şey yapmadım” deyip duruyor. Ne başını kapatıyor, ne yere çöküyor, ne bir yumruk da o sallıyor. Şaşırmış besbelli, yiyor da yiyor tekmeyi, tokadı, yumruğu, küfrü.

“Laaan” diye bağırıyorum balkondan, “Dağılın.” Sesimle sokak yankılanıyor, duraksar gibi oluyor üçü, diğeri can havliyle yere çöküyor. Atıyorum kendimi dışarı, kapıyı arkamdan çekmeden merdivenleri ikişer üçer iniyorum. O gece bizimkilerin sesini duyup koşamadığım gibi koşuyorum. Kulağımda Memo’nun sesi: “Yandım anam. Vurmayın daha!” Kapıda kollarını açmış annem. Gözleri çakmak çakmak. “Ölümü çiğnersin” diyor. Memo’nun sesi sokakta boğuluyor. “Öldüm vurmayın.” Günler sonra görüyorum, yüzü gözü mor, dişi kırık, ayağı aksıyor. Ama omuzları dimdik, ölmemiş. Koşup sarılacağım geliyor, başımı yerden kaldıramıyorum. Memo, o gece onu duyduğumdan habersiz, omuzuma bir şaplak vuruyor. “Yedik sopayı ama vermedim abilerin adını” diyor, gülerken dudağı yarılıyor çenesine akan kanı elinin tersiyle siliyor.

Apartmanın kapısını omuzlayıp bir hışım dışarı çıkıyorum. Terliğim ayağımdan fırlıyor, aldırmıyorum. “Bırakın çocuğu!” diye bağırarak koşuyorum yanlarına. Zalimin ayakları hızlıdır. Çil yavrusu gibi dağılıyor serseriler. Ayağımda kalan diğer terliği de arkalarından fırlatıyorum. “Defolun! Üç kişi olup birine mi yetti gücünüz?” Dizlerimi tutup eğiliyorum sıskanın yanına. Yüzü gözü berelenmiş. Burnundan incecik kan sızıyor. “Oğlum iyi misin?” diyorum. Öksürüğüm sesimi tıkıyor. Yüzünü iki elinin arasına almış ağlıyor çocuk, 13 mü desem yaşı 14 mü? “Ben bir şey yapmadım abi!” Çöküyorum yanına, elimi omuzuna atıyorum. “Yok bir şeyin, iyisin.” diyorum. “Ağlama daha.” “Ben ona mı ağlıyorum sanki haksız yere dövdüler” diyor. Bir çırpıda anlatıyor olan biteni. Eve çıkalım pansuman yapalım diyorum kabul etmiyor. Annem bekler diyor. Bırakmam, bir hastaneye, eczaneye götüreyim diyorum. Kaldırımdan tutunup kalkıyor. “Sağ ol abi gerek yok” diyor. Topallaya topallaya kayboluyor gecede.

Gürültülere meraklanıp pencereden bakan birkaç komşu da izleyecek bir şey kalmayınca evlerine girmişler. Nermin balkondan el ediyor. “Geliyorum” diyorum. Reklamlar bitip dizi başlamadan olan biteni öğrenmek istiyor besbelli. Sağa sola savrulmuş terliklerimi toparlayıp eve doğru yürüyorum. Ayaza kesmiş erkenci gecenin karanlığı içime çöküyor.

“Yırtılmış bir iddia kuponu yüzünden ağzını burnunu kırmış arkadaşları, ellerinden almasam belki daha beteri olacaktı.” demeyeceğim Nermin’e. Görüp görebileceğin her şeyin içi boşalmış desem sıkılıverir, derin mevzular varmış aralarında desem zaten inanmaz. Merdivenlerden ağır ağır çıkıyorum. Nermin elini beline koymuş kapıda beni bekliyor. Meraklı gözlerine bakmadan içeri giriyorum, “Bir şey yok, kız meselesi” diyorum.

Hande Çiğdemoğlu