Ses içerden mi geldi, dışardan mı geldi tam anlayamadım. Televizyon açık kalmıştı. Televizyondan mı geldi, rüyamda mı duydum, anlayamadım. Sonra birkaç gün birlikte yürüdük. İki kere bakkala gittim. İlkinde ekmek ve şarap aldım, ikincisinde kedi maması; hep kulağımdaydı. İlk gidişimde bakkalın televizyonu kapalıydı. İkincisinde açıktı; ses biraz arttı mı ne?

Sinek vızıltısına benziyordu. Arı vızıltısına da benziyordu. Bazen radyo parazitine, bazen de su şırıltısına benziyordu. Arada bir, bir insanın tekdüze konuşmasını andırdığı da oluyordu. Kelimeleri seçemiyordum ama bazı haykırmalar, ünlemler duyuyordum. Nereye gitsem benimle geliyordu. Vapurda, sokakta, kitap okurken, akşam yemeğinde, şarkı mırıldanırken, susarken…

Doktor hiçbir şey söylemedi, “kulaklarınız sağlıklı, duyumunuz normal,” diye başından savdı. Psikolojik olabilir bile demedi.

Resim: Pınar Başol

Bir ay sonra, rüyamda göz kapağıma bir at sineği kondu. Sonra da uçtu. Vızıltısı, uyandığımda hâlâ havadaydı. Duyuyordum, varlığını hissedebiliyordum ama göremiyordum. Doktora bir kez daha gittim. Zorlama bir anlayış ve saygıyla bir önceki görüşmede söylediklerini yineledi.

Yıllar geçti. O sesle yaşamayı öğrendim. Sabahları kahvaltıma eşlik ediyor. Öğle yemeğini birlikte pişiriyoruz, akşam saatlerinde birlikte kestiriyoruz. Artık müziği kulaklıkla dinliyorum. İçerden, ta derinden hâlâ bir vızıltı duysam da bunu çok önemsemiyorum. Ama insan sürekli müzik dinleyemez ya!

Geçenlerde, komşum Eftal Bey’le laflıyorduk. Sır verir gibi kulağıma eğildi.

“Bir vızıltı duyuyor musun?” dedi.

“Nasıl bir vızıltı?”

“Sürekli bir vızıltı, ben yıllardır duyuyorum…”

“Yo,” dedim, “ben duymuyorum.”

Hüsnü Arkan