Canım sıkılınca metroya inerim. Yukarının fazlalığı ve hayhuyundan sonra kendimi hızlıca attığım bir saklanma noktasıdır istasyonlar. Böyle anlarda, yeryüzünde ölüme, aşka, kana ve kemiğe doyup hızlıca yuvasına koşan böcekler gibi hissederim kendimi. Çoğunlukla girişte duran bir simitçi ile poğaçacı arasından geçerek inerim merdivenleri. Merhaba poğaçacı! Onun küçük, yağlı poğaçalarından da tadarım bazen. Aşağıda metroyu beklerken, banklardan birinde. Ama bundan önce bir metro istasyonuna inen merdivenleri de severim. Koşarak gider bazıları, bunlar tüm saatleri biliyordur mutlaka. Trenin ne zaman geleceğini, kaçıncı dakikada binerse kaç koltuğun boş olacağını, hangi noktada durursa hangi kapının açılacağını ve böylece hangi stratejik noktada oturacağını, yolculuğun bitiş süresini, tam olarak saat kaçta gidecekleri yerde olacaklarını. Bazıları da dinledikleri müzikle başka âlemleri yanında sürükleyerek, mesajlaştığı kişiye olan sevgisine dalıp giderek, aşağı doğru kaydırıp durduğu sosyal medya hesaplarındaki hayatlara heveslenerek, yüzüne ayna yaptığı ekrana gülümseyerek iner merdivenleri. Bu grup daha canlı, daha insan gelir bana hep.
Bir metroya binerken hiçbir yere gitmek için acelem yoktur benim. Tünellerden gelen rüzgârın, yağmur suyu ve rutubet kokan duvarların, koca koca karanlıklara uzanan ağızların ortasında; kimi ahşap, kimi demir, kimi plastik banklarda bir süre otururum. Herkes kendi meşrebince bekler treni. Bekleme alanını kararlı adımlarla sonuna kadar yürüyen, sonra dönüp en başa gelen şu kadın sevildiğini hissetmenin gururunu taşıyordur üzerinde. Meydan okumanın gücü ve güzelliği sezilir enerjisinde. En uzaktaki banka gidip sanki hiç kalkmayacakmış gibi kaykılarak oturan bu kız yavaş yavaş dalar görmediği bir boşluğa. Yanına varmak için heyecanlandığı kimse kalmamış, arkasında birini ve onun özlemini bırakmamış diye düşünürüm. Gelen birkaç metroya binmeye üşenir belki. Öylece bakar önünden sırayla geçen onlarca yüze. Kalkıp gitmiş olduğunu görürüm sonra. Arkasında birini ve onun özlemini bırakmamış gibi, renksiz, sessiz. Ben orada otururken başka bazı insanlar ayrılıklardan geçip gelir şüphesiz, başka bazı insanlar da az önce öptüğü adamın sıcaklığıyla koşar vagonun açık kapısına.

Nihayet binerim metroya. Ne kadar az ve yavaş olursa olsun insanoğlu hareket etmeye kodlanmıştır çünkü. Bu güzergâhta, yer varsa sağda oturmayı, yer yoksa sağda durmayı severim. Böylece birtakım ağaçların, duvar yazılarının, bir alt geçidin, kalın duvarların, birtakım şantiyelerin, starbucks’ı olan bir avm’nin, köprü altlarının, biracı amcaların yola bakarak bira içtiği o sevimli yeşil yamaçların, sonra bazı şirin apartmanların, perdesi çekili perdesi açık mutfakların, tatlıcıların, apartman altlarındaki bayan kuaförlerinin, ipe sofra bezi asılmış balkonların, bazı otoparkların, yine renkli duvarlar ve köprü altlarının, çatılardaki goldmaster uyduların, metro tarafı dikenli tellerle çevrilmiş yeşil alanların, biracı amcaların gelen geçen arabalara bakarak ne düşündüğünü hep merak ettiğim otoban kenarlarındaki başka bazı çayırlık yamaçların, zemin katındaki koca koca kolonlarının içinden geçerek otogarın, en çok otogar durağından binen telaşlı yolcuların, sempatik bir rampayla beraber o romantik rayların, yolların ve okulların yanından geçerim sevgiyle. Solda duruyorsanız sadece bir otoban akar çünkü. Hava sisliyse farlardan bin gözü olan, yağmurda çokça tıknaz, güneş varsa ışıl ışıl bir otoban.
Yeterince gittiğime kanaat etmişsem, trenin iyice hızlanıp altındaki rayları bağırtarak yaklaştığı bir istasyonda inerim metrodan. Arkamda rüzgârlı bir tünel kalmıştır. Benimle beraber inen son yolcular da yürüyen merdivene gittikten sonra bir banka oturur, yerin kaç kat altında birtakım bekleyişlere, umutlu koşulara, hayal kırıklıklarına, aşk acısına, terk edilmenin utancına, yaşamanın yorgunluğuna şahit ola ola eskimiş kirli duvarlara bakarım. Telaşsız ve acelesiz ben de yönelirim merdivenlere. Kimse yokken inleye inleye kendini çıkaran bu yürüyen merdivenlerin yalnızlığı, etraftaki bu sessizlik, çok yavaş çürüyen bu ortamın terk edilmişliği garip bir huzur verir bana. Dünyada bir başıma kalmış gibi hissederim. Dünya bana kalmış gibi gönenirim. İçimde kızgınlık falan kalmamıştır kimseye. Unutmuşumdur kırgınlıklarımı. Hiç hayal kurmamışımdır daha çok sevdiğim, daha farklı sevdiğim bazı insanlara dair. Bir yol düşünmemişimdir kimseyle, geleceğe uzanmasını istediğim. Yollar nereye giderse gitsin bir kez daha tutmuştur ellerimden. Bu gönül rahatlığıyla, yavaş yavaş çıkarım aydınlığa.
Gülhan Tuba Çelik