“Masalcıyı masala başlatmak kolay mı? Mübarek kendini naza çektikçe çeker; onu söyletmek için her biri bin dereden su getirmeye başlar. Kimi yukarıdan atıp aşağıdan tutar, kimi ağzını yumup dilini yutar; kimi ince eğirip sık dokur, kimi süt dökmüş kedi gibi oturur; kimi akıntıya kürek çeker, kiminin kırdığı ceviz kırkı geçer; daha daha bir yığın maval, martaval derken masalcımızın çenesi açılır, gayri öyle bir dizip koşar ki, ağzından bal akar dili de kaymak çalar bunun üstüne.”

Yıllar önce, Kültür Bakanlığı’nca bazı masalları tek tek yayımlanan Eflatun Cem Güney, okura bu sözlerle hatırlatılıyor ve “halk hikaye, masal ve efsanelerini, yapı ve havalarını bozmadan, bir edebî eser düzeyine çıkaran, Türk folklor ürünlerini sözden yazıya geçiren, derlemekle kalmayarak, onları değerlendiren ünlü masal yazarımız” olarak tanıtılıyor.

1896 Yılında Hekimhan’da doğan Güney, Telgraf Müdürü olan babasını ve annesini erken yaşta kaybetti. Öğrenim gördüğü Sivas’ta Türkçe öğretmenliğine başladı. 1943 Yılında İstanbul Haydarpaşa Lisesi’ne tayin oldu. Topkapı Sarayı Müzesi ve İstanbul Milli Eğitim Müdür Yardımcılığı görevlerinde bulundu (1956). İstanbul Halk Eğitim Başkanlığı yaptı. 1961’de buradan emekli olan Güney, 2 Ocak 1981’da 85 yaşında öldü.

Milli mücadelede, Konya’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde çalıştı. Konya’da İrşad, Kayseri’de Misak-I Milli, Sivas’ta Duygu ve Düşünce, Samsun’da Duygu ve Dilek, Afyon’da Taşpınar dergilerini yönetti.

Anadolu’daki yıllarında, topladığı masalları kendi üslubunda yazarak yayımladı. Masallar üzerine çalışması, ona uluslararası bir ün sağladı. “Açıl Sofram Açıl” (1956) ve “Dede Korkut Masalları” (1961) ile Danimarka’daki Hans Christian Anderson Vakfı tarafından iki kez Anderson Onur Ödülüne ve Dünya Çocuk Edebiyatı Sertifikasına değer bulundu.

En Fazla masal türünde eser veren Eflatun Cem Güney, şiir (Matem Sesleri, 1920), halk hikayeleri, halk fıkraları, araştırma-inceleme yazıları yanında bir de Halk Şiiri Antolojisi derledi. İstanbul Radyo’sundaki masal programı “Bir varmış, bir yokmuş”la çocukların ‘masal babası’ oldu. Gelin, onun Sırmalı Pabuç adlı masalının başındaki tekerlemeyi okuyalım:

“Bir gün başımdan kavak yelleri esti… Nasip, kısmet deyip düştüm yola. Az gittim, uz gittim; inişlerde ter dökerek, yokuşlarda tırnak sökerek dere tepe düz gittim, üç köy çıktı uğruma. İkisi viran, meran; birinin de aslı var, astarı yok… Aslı astarı yok köyde üç kuyu kazdım, üç kuruş kazandım. İkisi silik milik, birinin de yazısı var turası yok… Turasızı aldım, çarşıya daldım. Bir de baktım, tüfekçinin birinde üç tüfek. İkisi kırık mırık, birinin de kundağı var, çakmağı yok… Ne ona baktım, ne buna baktım, çakmaksızı dala taktım. Yürüdüm babam yürüdüm; gölgemi peşimde sürüdüm. Bir de baktım, bitmemiş bir ağacın dibinde üç tavşan. İkisi daha doğmamış, birinin de adı var sanı yok… Adı var sanı yok tavşanı avladım, tüfeğimi pekmezinen yağladım, yeniden düştüm yola, haydi avcılar başı uğurlar ola… Az gittim, uz gittim, çayır çimen geçerek, lâle sümbül biçerek altı ayla bir güz gittim. Bir de baktım üç ev. İkisi yıkık mıkık, birinin de üstü açık, dört duvarı yok… Üstü açık evden üç hatun çıktı; ikisi yalan dolan, biri de Kaf Dağı’nda doğan. Kaf Dağı’nda doğandan bir kazan istedim, üç kazan verdi cebinden; ya Hint’ten gelmiş yahut da Çin’den. İkisi yamuk yumuk, birinin de kenarı var dibi yok… Dipsiz kazanı vurdum ocağa, ne baltaya baktım ne bıçağa; yok oğlu yok tavşanı doğradım kazana; göz değmesin şu masalı dizip bozana.”

Eflatun Cem Güney’in, “Boş Beşik” adlı destansı öyküsünde geçen bir sözünü ödünç alıyor ve diyorum ki: “Ben bir deyip iki söyleyim. Siz de üç anlayın.” Ve ekliyorum: Eflatun Cem Güney’in masallarını bulun okuyun; artık çocukluğunuza mı dönersiniz yoksa yetişkinliğinizin gerçeküstü dünyasına mı, o sizin bileceğiniz iş.

Nazmi Özüçelik