Meksikalı yazar Juan Rulfo’nun 1955’te yayımladığı tek romanı Pedro Páramo Latin Amerika edebiyatı içinde büyülü gerçekçiliği temsil eden ilk romanlarından biri olan unutulmaz bir başyapıttır. Bu roman, başta Marquez olmak üzere aynı kültürel coğrafyanın pek çok yazarına esin kaynağı olmasıyla dikkat çeker. Ayrıca Eduardo Galeano’nun da en sevdiği yazarlardandır Juan Rulfo. Sözcük kalabalığından uzak, gerçeklerle düşleri bir arada işleyen şiirsel yapısıyla, farklı anlatım teknikleriyle dikkati çeken, okuyanda iz bırakan güçlü bir romandır Pedro Páramo.
Pedro Páramo romanında Meksika kırsalında 1920’li yıllardaki yoksulluk, feodal yapı, ağalık kurumu, ezilen köylüler, haksızlık, cinayet ve kötülüğün kol gezdiği ıssız yerler, din adamlarının haksızlıklara göz yumarak sisteme hizmet etmesi gibi toplumsal gerçekler, sıra dışı bir anlatım tekniği ve büyülü gerçekliğin edebiyata sunduğu geniş olanaklar içinde dile getiriliyor. Kadınların maruz kaldığı erkek şiddeti, ağa Pedro Páramo ve oğlu tarafından gerçekleştirilen ve örtbas edilen birtakım tecavüz olayları da düşle gerçeğin harmanlanması yoluyla sayfalar arasındaki yerini alıyor. Dünyanın pek çok yerinde karşılaşılabilen feodal yaşam, baba-oğul ilişkisi, kırsaldaki kötülük ve haksızlık gibi bilindik konuları yazar öylesine farklı bir biçim ve üslup içerisinde işliyor ki tam anlamıyla edebi bir yapıtın içinde yaşadığınızı duyumsuyorsunuz.

Öncelikle Juan Rulfo’nun roman olayını kronolojik sınırlardan kurtarması, zaman dizimini parçalayarak yazması, böylece oluşan metin parçalarını bütün romana dağıtıp sonra da onları okura sezdirecek biçimde ustalıkla düzenlemesi, farklı bir yapılanma oluşturup okuru da yaratıcı konuma getirmesi edebi açıdan büyük değer ve anlam taşıyor. Juan Rulfo, zamansal geriye dönüşler, ileriye atlamalar, kişilerin bilinçaltı akışının gösterilmesi, iç konuşmalar, bakış açısını kaydırma ya da anlatıcı özneleri değiştirme gibi yöntemler kullanarak romanda biçimsel denemeler gerçekleştiriyor. Klasik olay örgüsü yerine parçalı, kopuk ve dağınık metinler üzerinden giderek anlatısını kuruyor Juan Rulfo.
Mario Vargas Llosa, Juan Rulfo için şöyle der:
“Tarihin yıkımları hiç eksik olmaz. Ama Juan Rulfo, mekân biçim vermek ise, zamanın dönüştürmek olduğunu anımsatıyor bize. Bir mekâna biçim verebiliriz; ama bu, zamanı dönüştürmekten ve zaman tarafından dönüştürülmekten kurtarmaz bizi. Meksika, dağları, ovaları, gökleri, koruyucu ufuktur. Zaman-tarih-hayatlarımızın saatlerinden damlayıp giden su saatidir.”
Burada yazarın zaman anlayışının dayandığı felsefeyi sezdirir Llosa. Romandaki hayalet köy Comala’da yaşayan farklı bellek katmanlarını bu parçalı anlatılar üzerinden gösterir Juan Rulfo. Bir köklerini arayış öyküsüdür dıştan görünenler. Ölüm döşeğindeki annesinin yıllar önce çıkıp asla dönmediği ve şimdi hayaletli bir köy olan Comala’ya gönderdiği Juan Preciado, hiç görmediği babası Pedro Páramo’nun izini sürer. Ancak görür ki köyde “yaşayanlar” sadece ölü’lerdir. Onların fısıltıları, mırıltıları gelir her yerden. Duvarlar farklı zamanların belleklerini saklar kendi içinde. Pedro Páramo da çoktan ölmüştür; köydeki bütün ölüler, günahları bağışlanmadığı için gökyüzünde bir hayalet halinde asılı durular. Her yere sinmiştir onların ıssız gölgelerinin yankısı. Mekânlardan geçmiş zamanların sesleri, uğultuları, fısıltıları yankılanır sürekli. Ölülerin konuşmalarından anlarız geçmişte yaşanan kötülükleri, işlenen günahları, ağa Pedro’nun ve annesi başka olan öteki oğlunun kadınlara yönelik cinsel içerikli şiddetini, köylülerin topraklarını gasp etmelerini, karşı çıkanları vahşice öldürmelerini… Anlatıcı Juan da bu olayların içinde bulur kendini; öyle bir noktaya geliriz ki romanda yaşayan hiç kimse yoktur artık, anlatıcı da dahil… Buna rağmen konuşmalar, sezdirimler yoluyla neler olduğunu, neler yaşandığını ustalıkla gösterir Rulfo. Juan’ın bakış açısından gördüklerimizden başka, ölmüş annesinin ona eşlik eden sesi de duyulur sayfalarda. Bazen de onun gözleriyle bakar Juan çevresindeki her şeye. Havada uçuşan anı parçaları, sesler, fısıltılar, kokular, imgelerin ardından gideriz bazen Juan’la, bazen de başka anlatıcı öznelerle… Her şey değişken ve akışkandır, yaşamla ölüm iç içedir, düşle gerçek de öyle… Romanda bunların sınırları ortadan kalkmıştır ve birbirlerine de dönüşürler.

Anlatıcıların farklılaşması, bakış açısının kayması, zamanda yarıklar açılmasıyla parçalanan metinlerde iç konuşmaların yanı sıra diyalogların da yer aldığı görülüyor. Bu diyalogların asıl sahipleri olan ölülerin anlattıklarıyla, romanın parçadan bütüne giden tamamlanma sürecine zihni uyarlama çabası, romanın okunma zamanına damgasını vuruyor. Sesler, konuşmalar pek çok olay ve olguyu belirliyor bu romanda. Cahilliğin, kabalığın, kötülüğün kol gezdiği bu kırsal mekânlarda kilisenin de haksızlıklara göz yumması, köydeki papazın iç dünyasının ortaya konmasıyla gösteriliyor; pişmanlıklar, vicdan azaplarıyla iç çelişkiler yaşıyor olsa bile, rahip de bu kötülüklerin içine batmış durumdadır. Doğayı ışıklı tasvirlerle dile getiriyor Juan Rulfo. Mario Vargas Llosa, onun doğayı anlatışını şöyle yorumlar:
“Rulfo’da doğa böyledir, çünkü romanını dolduran (yaşayan ve ölü) varlıklar tarafından böyle görülür, anımsanır ya da duyumsanır. Hemen belirtmek gerekir ki, uysal bir doğa değildir bu. Kendini ışıkta yaratan ve düşleyen, ama kupkuru toz toprak, kızgın kayalar ve tedirgin gömütlerle kaplı bir ovada yaşayan bir ülkenin çelişkilerini yansıtır.”
Doğa aynı zamanda bir fotoğraf sanatçısı olan Rulfo’nun bakışında ışıklı imgelerle aktarılır; ancak onun eleştirel bakışı, çelişkileri ifade etme eğilimi dikkate alındığında, ışığın ardındaki gölgeye odaklanmak gerekir.
Romanda çarpıcı sahnelerle de karşılaşılıyor. Pedro Páramo’nun en büyük aşkı olan Susanna’nın yıllar sonra gerçekleşen ölümü düşsel bir anlatımla verilirken, bu sahnenin çarpıcılığı karşısında bir okur olarak etkilenmemek olanaksız. Topraksız köylülerin başlattığı isyan hareketleri karşısında Pedro Páramo’nun ve rahibin tutumlarını görünce yazarın sunduğu kara mizaha şapka çıkarıyorsunuz. Ölümün tek zaman ve tek gerçeklik olduğu bu sıra dışı roman, deneysel ve öncü yapısıyla, insanı anlatmadaki evrensel özüyle her zaman yaşamaya devam edecek olan çağdaş klasikler arasında seçkin bir yer almış durumda. Sanatın kendinden önceki formları kırarak ilerleyen yenilikçi bir eylem süreci olduğunu düşünenlere Pedro Páramo çok şey vaat ediyor.
Hülya Soyşekerci
İyi bir roman, iyi bir tanıtım olmuş. Hülya Hanım’a teşekkürler, kalemine sağlık…