Eylem Hatice Bayar

Jerzy Kosinski’nin Boyalı Kuş romanıyla tanışmam ortaokul yıllarıma rastlıyor. Annemle mektuplaşmalarımızdaki tarihlere bakılırsa on iki yaşında olmalıyım. İkinci Dünya Savaşı sırasında ailesi tarafından güvenliği için uzak bir köye gönderilen ve daha sonra yaşananlar nedeniyle oradan oraya savrulan bir çocuğun öyküsüdür Boyalı Kuş. Bu yazıyı yazmadan önce bir defa daha okumalıydım belki de. Başka bir gözle, bir yetişkin gözüyle. Ama nedense orada bırakmak istiyorum şimdilik onu, anılarımda, geçmişte.

Babamın kitaplığındaki kitaplardan biriydi Boyalı Kuş. Neden seçmiştim onu? Adından dolayı olabilir mi? Ya da kapağında bana çekici gelen herhangi bir şey. Bilmiyorum. Ancak insanlar arasında nasıl bir çekim varsa, insanlarla kitaplar arasında da böyle bir çekim olduğunu düşünüyorum bir süredir. Bilinçdışı bir süreç işliyor sanki bu kendiliğinden seçimlerde. Yine o dönemde okuduğum kitaplar arasında Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok ve 1902 Doğumlular da var. Savaş ve savaşa çocuk ve genç gözünden bakış hâkim bu romanlarda da.

O dönem ben de bir boyalı kuştum aslında. Ya da şöyle mi demeli; boyalı kuş oluşum ilk defa tescilleniyordu. Çünkü annem ve arkadaşları 12 Eylül 1980 darbesi sonrası haklarında açılan davayı kaybetmeleri sonucu ceza aldılar. Ortada 12 Eylül öncesi yasal olan dokümanlardan yani yazıdan başka delil ya da suç yoktu oysa.

İşte böylece ben de o kitaptaki çocuk gibi bir boyalı kuş oldum. Bulunduğumuz ilçede bu türden bir şey yaşanmamıştı hiç. Daha sonra da yaşanmadı. Birileri sırf ibret olsun diye suçsuz insanları cezalandırmış bu arada ben de bundan payımı almıştım. O dönem bana boyalı kuş olduğumu hissettiren şeyler yaşadım. Yalnızlaşmak, insanların bizden uzaklaşmaları bunlardan biriydi. Belki de o dönem seçip okuduğum bu kitap bana yalnız olmadığımı hissettirmişti. Çok net hatırlamıyorum. Anneme yazdığım mektupta çok beğendiğimi söyleyip kısa bir özet geçmişim yalnızca.

Yıllar geçtikçe, öteki olan, ötekileştirilen herkesin boyalı kuş olduğunu gördüm. Suçsuzken suçlu durumuna düşmeyi, anlaşılamamayı, sahip olduğu ırk, mezhep, din, hatta hastalık (özellikle akıl hastalıkları, AIDS) ya da cinsel yönelimi nedeniyle dışlanmayı da içeriyor boyalı kuş olmak.

Zaman geçiyor ancak yaşananlar insanın üzerinde derin izler bırakıyor. Kolay kolay iyileşmiyor bazı yaralar. İzleri sonsuza kadar içinizde kalıyor. Ve şimdi kırk beş yaşında bir yetişkin olarak inandığım tek bir şey var, o da bizi ayakta tutup yaşatanın sevgi olduğu. Basit mi geliyor? Hayır! Öyle zor ki içinde anlayışı, ötekini, kendinden olmayanı anlamayı içeren, sınırları bilen, yormayan, kırmayan, hem özgür bırakan, hem sahiplenen sevgiyi geliştirmek, büyütmek. Emek ister, çaba ister, üzerine düşünmek ister. Tıpkı öğrenmek gibi ömür boyu süren bir çaba.

Boyalı kuşları seviniz!

Dünyanın bütün boyalı kuşları birleşiniz!

Eylem Hatice Bayar