Ali Nurdoğan

Trafik ışıklarında beklerken zaman bir türlü geçmek bilmiyor gibiydi. Ben dahil dört kişiydik ve göz ucuyla Ferit’i izliyor, diğerleriyle ilgilenmiyordum. Bakışlarım yapışkan ve nemli. Bizi alacak olan araç, ışıklardan sonra karşımıza çıkacaktı.

“Orada mı?” diye sordu Ferit. Bunu inanılması güç buluyormuş gibi, hani diyerek birbirlerini dürtüklüyordu kızlar. Yolun karşısında yoğun bir kalabalık vardı. Sıcak bir Ekim ikindisiydi. Boynumda, olmaması gereken terler birikmeye başlamıştı. Işıklarda uzun süre beklememize, kendimi toparlama fırsatı vereceğinden dolayı sevinmiştim. Bekleyen kalabalık daha da artmaya başlamıştı ki ışık yeşile döndü. Onlardan farklı yöne adımladığımı gören Ferit, “Nereye?” diye sordu.

“Siz geçin ben bakkaldan bir sigara alacağım,” diye yanıtladım. “Araba çok fazla beklemez!” dedi Ferit. Benim de çok bekletmeye niyetim yoktu. Sigaram da vardı halbuki. Karşıdan karşıya geçip gözümün görmediği o arabaya binmekten, onun gösterdiği hedefleri kalabalıkla beraber kovalamaktan ya korktum ya da sıkıldım; bilmiyorum. Belki de arabada onunla karşılaşmaktan. O arabanın o gün galeyana gelen kalabalık nedeniyle kaza yaptığını çok sonra öğrenecektim. Bir tür önsezi işte. Uzun süredir çok az konuşuyor, çok az heyecan duyuyordum. Bu, doğama ters olsa da sıkılmıştım; arzulanmayanlardan, takip edilmeyenlerden olmaktan. Ben de takip edilen olmak istiyordum. Oysa bir gün uyandığımda gökyüzünü eflatun renginde görmem bundan daha olasıydı. Gittiklerine emin olduktan sonra bakkalın yanından geçerek uzaklaştım. Güneş bu kez de karşıdan hücum ederek, beni terletmek en önemli hadiseymiş gibi saldırıyordu. Bu günlerde daha ince giyinmeyi öğrenmeliydim.

Yolun kenarında durmuş, beyaz etekli, sarı bluzlu ve elinde siyah bir şemsiye tutan kıza yanaştım. Hava durumu tahminini aldığı kaynağı değiştirmesi gerektiğini söyledim. Gülümsedi. Gülümsemesi yeterli bir cevapmış gibi davranmasını bozmadım. Neden orada durduğunu da sormadım. O da kaçmayanlardandı demek, sokakta rahatça yanına yaklaşan birinden korkmuyordu. Bugünlerde yeni birilerini bulmak, yörüngelerine girmek için oldukça kuvvetli bir istek duyuyordum. Bu kız neden olmasın? Canlı bir renge tutunur gibi ona tutunmak ve geniş caddelerden dar sokaklara onunla beraber yaşayıp girmek istiyordum. Hayır, bu gerçeğin kötü bir çarpıtması olur. Aslında yeterince çok takip edilenle vakit geçirirsem, içten içe kendimin de onlardan birisine dönüşebileceğime inanıyordum. Belirtmem belki gereksiz olacak ama uzun bir süredir akla gelen her şey onların tekelindeydi. Ailem beni ne kadar uyarmış olsa da vazgeçemiyordum bu düşünce demeye utandığım saplantıdan. Aile de benim için diğer takipçilerin aksine hiçbir zaman çok önemli olmamıştı; bu anlamda da benzediğime inanıyordum takip edilenlere.

Onunla beraber harekete geçtiğimi görünce bana, “Nereye?” dedi. “Seninle gelirim diyordum.” dedim. “Benim çok takipçim var, zor oluyor hep beraber hareket etmek. Hem bugün pek bir işim de yok, sıkılırsın.” dedi. Beni onunla yürümekten vazgeçirmeye çalışırken, beraber yürümeye başlamıştık bile. “Ben uyum sağlarım, sorun değil. Bir önceki grup çok sıkıcıydı.” dedim. Bunu duyduğuna üzülmüş gibi davranarak eliyle ne olumlu ne olumsuz anlama gelecek bir hareket yaptı. Peşine takıldığıma memnun olmadığı izlenimini veren hareketleri bırakmasını söyledim. Sokağa çıkarken yaptığı bunca hazırlık yeni takipçiler kazanmak için değil miydi? Emrindeydim işte. Sert tavrım dengesini bozmuş olacak ki yolda birkaç kez tökezledi.

O, el üstünde tutulan çoğu insan gibi onu tutan elleri görmezden gelen, gerçeğin yumuşak şekilde ortaya konulmasını asil bulanlardandı. Sertliğimden ürperdi, ben de daha fazla konuşarak üstelemedim. Cadde boyunca iki kedi, evine giden tüm yol boyunca dört kedi, iki köpek ve bir de kirpi peşimize takıldı. Büyülenmiş gibi etki alanına giriyordu herkes ve her şey. Bir hayli fazla sayıda takipçisi olmalıydı. Ondan ziyade takipçilerini de merak etmeye başlamıştım. “Karnım acıktı.” dedi, Kirpi bile uygun adım peşindeyken, komutanın dur emrini geç duyan bir manga acemi er gibi aniden durup dikkat kesildik. Ben uygun olacak bir yer düşünürken yakındaki büfeden döner yemeyi teklif etti. Dönerleri yedikten sonra aşçı ve motorlu kuryeyi de taktık peşimize. Ağır ağır dikkatle sürerek geldi arkamızdan. Kısa sayılmayacak yol boyunca hiçbir takipçi kaybetmedi. Bu önemli başarısından o da hoşnut olacak ki parfümünün kokusunu daha rahat alacak mesafeye kadar ona yaklaşmama ses çıkarmadı.

Evinin sokağına geldiğimizde orta yaşlı bir erkeği başıyla selamladı. Asansörde genç ve gergin görünümlü bir kadın bizi bekliyordu. Daire kapısı önünde bulduğumuz yaşlıca bir adamla beraber eve dört kişi girdik. Diğer takipçiler merdivenlerde kalmıştı. İlk iş olarak kitaplığına bakmak ve evin geri kalanını gezmek üzere diğerlerinden ayrıldım. Tahminim kof çıkarsa çayın olmasını beklemeden kendimi daireden dışarı atarım diye düşünerek evi gezmeye başladım. Belki de çok önemli bir takip edilen değildi. Ben mümkün olduğunca çeşitli ve çok sayıda takipçisi olanların etrafında olmalıydım. Diğerlerinden farklı düşündüğünden dolayı her şeyin en doğrusunu bildiğine inanan her insan gibi, içten içe yanılmış olabileceğimden de kuşkulanıyordum. Takip edilenlerin asla yapmayacağı bir hata, kuşkulanmak…

Eve ter ve sıcaklık hakimdi. İnsanlar, hayvanlar ve bitkilerden oluşan tropik bir evren gibiydi dairesi. Her odada bekleyen başka biri vardı ve entropi yasası işlemeye hazırdı. İnsanlar beklemekten çoktan sıkılmış, epey asabileşmişti. Evdeki sayı artarken duvarlar eğilip bükülerek üzerime geliyor gibi hissettim. Kendimi dışarı güçlükle attım ve o muhtemelen bunu fark etmedi. Daha doğrusu o kalabalıkta benim varlığımı ya da yokluğumu fark etmesi mümkün değildi, kendi varlığının bile farkında olduğundan şüpheliydim. Zaten evde ilgi çekici bir şey de bulamamıştım. Beni terletmeye ant içmiş Ekim güneşi altında gezinmek daha ilginçti.

Sokakta ne yöne gitmem gerektiğini düşünüyordum ve aklıma olmadık bir anı gibi sık sık Ferit geliyordu. Yılların takipçiliğinde arkadaşlığa en yakın şey onunla ilişkimizdi. Uzun süredir birlikteydik ve insanların peşinde sayısını unutacak kadar çok şehir değiştirdik. Geçişlerde ikimiz de yeni takipçiyi sezerdik. Bu kez öyle olmamıştı. Muhtemelen ben bu kız hakkında yanılmıştım ya da o artık çok yorulmuştu. Bu yüzden kendini yazgıya teslim etti. Bizim gibi insanlar yazgıya teslim olduğunda ölür. Zaten bir süredir sohbet bile edemiyorduk. Özgün bir fikrimiz olmaması gerektiğini düşünenlere hak verir gibi davranıyordu. Aynı rüyaya inanan insanlar birbirlerini gerçek olmayan savlarla destekler. Karşıtlıklardan daha çok zehirler bu. Çelişki ve zıtlık, zihnin içinde bir pencere açar; havalandırır ve diri tutar. Ferit’leyken uzun süredir pencereyi açan olmamıştı. Öyle ki üzerinden yıllar geçmiş kendi fikirlerini ona anlattığımda bile ilgilenmemişti.

Neyse, yol ayrılmıştı artık. Ferit’i düşünmeyi kestim. Bir süre nereye gideceğimi bilemeden ter içinde yürürken arkamda bir çift ayak sesi duydum. Peşime biri takılmıştı, eminim. Yanılmadığımı kendime anlatmama yetecek kadar zarif, takip edilenlerden olamayacak kadar sıradandı. Arkama bakmaya korkuyordum. Sola dönen bir caddeye geldiğimizde çaktırmadan gövdemle beraber başımı da çevirdim. Sarı bluzlu, şemsiyeli kızdı. O evdeki herkesi öldürsem bu kadar ferah hissetmezdim.

Nihayet onlar yörüngemdeydi. Başarının üzerinde emanet durduğuna inanan her insan gibi kısa bir süre sonra başıma bir şanssızlık geleceğini düşünüyordum. Öyle olmadı. Peşimdekilerin sayısı hızla çoğalıyordu. Artık ben de soluk almadan, arkama bakmadan ve en önemlisi gözlerim kimseyi aramadan, herkesi ve her şeyi peşime takarak yürüyebilirdim. İşaret edecek bir hedef bulmalıydım, bunca insanın yaşama amacı benden soruluyordu artık. İstemsiz olarak kafamı kaldırıp yukarıya baktım, gökyüzü eflatun değildi ancak birkaç yağmur damlası yüzümü serinletti.

Ali Nurdoğan