Sevgili Ahmet Erhan,
Nereden ve nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Bunu size söylüyor gibi görünsem de aslında aynada gördüğüm ya da görmeye çabaladığım şeye söylüyorum.
Aynanın alelade bir nesne olduğuyla ilgili şüphelerim var sevgili Ahmet Erhan. Ayna sadece bir yansımanın karşılığını veren nesne değil kanımca. Eğer öyle olsaydı herkes baktığını görür ve ona göre davranırdı. Eğer öyle olsaydı herkes gördüğü şey kadar konuşur, gördüğü şey kadar susardı. Herkes gördüğü şey kadar eyleme kalkışır ya da eylemsiz kalırdı. Eğer öyle olsaydı bir gün gördüğü şeyin yok olacağını ve geriye kalanın sadece düşüncelerin, eylemlerin ya da yine eylemsizliklerin kalacağını bilirdi. Baktığımız şey ile gördüğümüz şey arasında nasıl bu kadar büyük uçurumlar olabilir sence sevgili Ahmet Erhan?
Sanırım doğa ve evrenle aramızdaki en büyük farklardan biri de bu. İnsan her şeyin üstündedir düşüncesi. David Hume İntihar adlı kitabının henüz başlarında şöyle söyler:
“Evren için bir insanın hayatı, bir istiridyeninkinden daha büyük bir öneme sahip değildir. Bu büyük önem var olsaydı eğer, doğanın düzeni bunu sağduyumuza yerleştirir, yaşamdan kurtulmak hakkında bir karara varma yetimizi yok ederdi.”
Hume, bu düşüncelerini tabii ki intihar, ölüm ve yaşam üzerine kafa yorduğu, intihar düşüncesini odak noktasına aldığı kitabında söylemiş. Ancak yine de bu düşünceler ışığında bakacak olursak eğer, insan yaşamı ve genelde de insan, kutsal bir noktada değildir. Eğer kutsal ve vazgeçilmez bir nokta varsa o da hiç kuşku yok ki tüm canlılardır.

Sevgili Ahmet Erhan, insanın diğer canlılardan bir farkı yokken, yani yaşam olarak, yaşam hakkı olarak ya da diğer bütün şeyler üzerinden bakacak olursak neden insan aynada gördüğünün aksine başka şeyler görmüş bir varlık olarak hayatını devam ettirir? Neden insan hepi topu etten ve kemikten oluşurken (ki ruh, töz, öz konularına girmeden, daha genel ve daha basit bakarak) yaradılışının başka, çok başka hatta ve hatta kutsal ve vazgeçilmez yüce bir varlık noktasını düşünür ve tüm eylemlerini bunun üzerine inşa eder?
İnsan kendini dev aynalarda görmekten de vazgeçti artık sevgili Ahmet Erhan. İnsan, baktığı yerle gördüğü yer arasına yeni bir dev aynası koydu. Böylece baktığı yerle gördüğü yerin bir yanılsamasına düştü ne yazık ki. Düştüğü bu feci yanılsamayı da hiç kuşku yok ki gördüğü gerçeklik sandı. Bütün eylemlerini de buna göre gerçekleştirdi. Böylece aşağılık bir yanılsama ve gerçeklik arasında bocaladı ve ne yazık ki bocaladığının da farkına varmadı. Bu noktada yeniden David Hume’a kulak vermekte yarar var:
“İnsanın üstünlüklerinden biri de şu ki insan, kendinde deneyimlediğinin çok daha ötesinde, kendi bilgelik ve erdem kavramlarıyla kısıtlı kalmayan bir mükemmellik fikri oluşturabilir, kendi görüşlerini kolaylıkla yüceltebilir ve karşılaştırıldığında diğerini hor gördürecek bir bilgi ve düzeyi tasarlayabilir. Böylelikle, bir anlamda hayvan zekâsıyla kendininki arasındaki farkın yok olup gitmesine sebep olur. İşte tüm dünyanın hemfikir olduğu bu nokta, insan anlayışının mükemmel bilgelikten son derece gerilerde yer aldığıdır.”
“Kişi sadece yaşamının sonunda değil, bütün ömrü boyunca ölümlüdür”diyor Todd May. Bu çağ sanırım bunu altüst etmiş durumda sevgili Ahmet Erhan. Öyle ki bu çağın kişisi ölümlü olduğunu ancak ölüme en yakın olduğu anda farkına varıyor. Ömrü boyunca, ölüme yaklaşmadığı o uzun denilen aslında kısacık olan zamanda tüm iğrençlikleriyle uzun uzun, sonu gelmeyen oyunlar oynuyor insan. Öldürmeyi, zarar vermeyi, kendinden başka mutlulukların hepsini yakarak ve yıkarak ömrünü geçiriyor.
Sevgili Ahmet Erhan, şairler arasında sanırım en çok siz ölüme yakındınız. Bir de Edip Cansever elbette. Hem de ömrünüz boyunca. Bundandır ki Necatigil Şiir Ödülü’nü aldığınızda Edip Cansever’le o müthiş diyalog geçti aranızda. Aynı soruyu size bir de ben sorayım: Daha gençsin oysa kimden öğrendin ölümü sevgili Ahmet Erhan? Siz ne kadar bir şiirinizde “Sesim nasıl da kısık / Nehirlerin kaynağında / Durup da bağırmaktan” deseniz de şiirinizin o güçlü sesi halen eviçlerinde kendine yer buluyor. Hatta bazen sokaklara, esnafların dükkân kepenklerine sirayet ediyor.
Gelin bir kez olsun aynaları çöplere atalım. Gelin bir kez olsun gerçekten de o aynalardan kurtulalım. Ne diyordu Hakkı Zariç Zona’da: “İnsan neyi kırmıyor ki / Çöpe atılmış ayna ayna mıdır çöpe”
Gelin bir kez olsun aynalarımızı attığımız çöplüğün yanında, taşların arasında filiz verene merhaba diyelim. Gelin bir kez evlerin pencerelerine bakalım. Eşiklerde susturulan bütün yoksullukların tanığı olalım. Gelin bir kez olsun çoğunluktan yapılmış koca konaklara sırtımızı dayamadan, tek başımıza, alnımız gökte yürüyelim. Gelin bir kez bu çürümüş çağa ayak uydurmaktansa çürümüşlüğün tam karşısında olalım.
Bekir Dadır