“Entelektüel biyografi” özelliği taşıyan ve Hasan Âli Yücel’in yazdıklarına, söylediklerine yoğunlaşarak Yücel’in düşünce dünyasında bir gezinti sunan biyografiden Tanıl Bora’nın “Sunuş” yazısını tadımlık olarak sunuyoruz.

SUNUŞ
Hasan Âli Yücel, modern Türkiye’nin en uzun süre görev yapmış eğitim ve kültür bakanıdır. Türkiye’nin kültür tarihinde başlı başına bir fasıl teşkil eden, klasik dünya edebiyatı kanonu çevirisi programının başlatıcısı, yürütücüsüdür. Seksen yıldır tartışılan Köy Enstitüleri’nin ‘siyasî sorumlusudur.’ 1930’ların sonlarından 1940’ların ortalarına, tek-parti döneminin önde gelen siyasî şahsiyetlerindendir. Şiirleri, eğitim alanında incelemeleri olan, yüzlerce deneme yazmış çalışkan bir yazardır. İsmi, Türkiye’de “kültür adamı” figürünün alâmetlerinden sayılır. Şair Can Yücel’in babasıdır.
Bu kitap, Hasan Âli Yücel hakkında bir biyografi denemesi.
*
“Gençlik terbiyesinde biyografi en tesirli vasıtalardan biridir. Ne yapalım ki, onda da fakiriz.”
Hasan Âli Yücel, 23 Ocak 1957 tarihli Cumhuriyet yazısında böyle demiş. Gençlik terbiyesindeki rolünü düşünmedimse de biyografi literatüründe fakir olduğumuza kesinlikle katılıyorum. Hatta Türkiye’de edebiyat ve edebiyat-dışı bütün literatürlerde en fakir dalın biyografi olduğu kanısındayım. Hem nicel açıdan öyle – son yıllarda büyük ölçüde sosyal bilim tezlerinden uyarlanan çalışmaların sağladığı artışa rağmen öyle. Hem de nitel açıdan öyle. Nitel fakirlikle kastettiğim, ‘biyografilerimizin’ genellikle yüceltme eğiliminde olmasıdır. Zaten sanırım biyografi alanındaki ‘geriliğimizin’ temel nedenlerinden biri arşiv-dokümantasyon darlığı ise, diğeri kahramanlaştırmaya ve/veya romantizasyona yatkınlıktır, kolayca “dokü-melodrama”ya kayıvermesidir. Akademik çalışmalar ise aksine, fazla ‘cansız’ olabiliyor.
Bu çalışmada, belirttiğim zaaflardan olabildiğince uzak durmaya gayret ettim. Hatta metnin kimi kısımlarını okuyan bazı arkadaşlarım, neredeyse “antipati” hissettiklerini söylediler! Niyetim tabii antipatiyle yaklaşmak değildi, özel bir sempatiyle yaklaşmak da değildi; becerebildiğim ölçüde, empatiyi tercih ederim. Yücel’in yaptıklarını, yazdıklarını, çıkarsayabildiğim kadarıyla onun saikleriyle, meşrebiyle, huyuyla-suyuyla ilişkileri içinde anlamlandırmaya çalıştım, yer yer sesli düşünerek yaptım bunu.
Yücel, bir figürdür, bir kamusal figür. Yani somut kişiliğinden gayrı, kamusal bir tasavvuru, bir hali-tavrı temsil eden bir imge. Karakter hatları büyük ölçüde o temsiliyetle örtüştüğü veya örtüştürüldüğü için de, güçlü bir figürdür. (Kitabın ölümünden günümüze kadarki yankısına eğilen Yedinci Kısım’ı, esasen Yücel figürü ile ilgilidir.) Figür terimi, müzikte parçadaki bir alt temayı, dansta bir hareket serisini tanımlamak için kullanılıyor ya; o anlamda da Yücel’i, döneminin ve ‘davalarının’ özel bir figürü olarak görebiliriz: bir tek-parti dönemi figürü, Kemalizmin bir figürü, ulus-devlet ve millî kimlik inşa sürecinin bir figürü – ve elbette “kültür adamı” figürü… Hasan Âli Yücel üzerine çalışmayı, şahsiyeti kadar, böyle bir figür olduğu için de istedim. Önceki paragrafı bitirirken söylediğime bağlayayım: Kişiliği ile kamusal figür oluşu arasındaki alış veriş ve gerilime kulak vermeye çalıştım.
*
Hasan Âli Yücel, onu “iyi bilenler” nezdinde gerçekten hep çok yüceltildiği, neredeyse ikonlaştırıldığı için, yaptıklarına söylediklerine eleştirel bir gözle bakmak, tepki çekebilir, çekebiliyor – ki ne kadar tekrarlasak az: eleştirinin salih anlamı yermek, kötülemek değil elekten geçirmek, evirip çevirip ayrıntısına bakmaktır. Bu kitapta bunu yapmaya çalıştım. Sözgelimi “hümanist kültür adamı” olarak etiketlenmiş olan Yücel’in hayli tutkulu milliyetçiliğine de eğildim (İkinci Kısım). Seküler muhitlerde geçiştirilen, ‘idare edilen,’ muhafazakâr muhitlerde son yıllarda bir “barışma” imkânı olarak sarılınan dindarlığını anlamaya, konumlandırmaya çalıştım (Birinci Kısım).
“İyi bilenler,” dedik, Yücel’i “kötü bilenler” de çoktu ve bir nefret nesnesi olarak Hasan Âli Yücel, başlı başına bir konudur. Türkiye’de anti-komünizm, en geniş ve muğlak tanımıyla sol düşmanlığı, “yobaz” anti-hümanizm, Yücel imgesi üzerinde tepinerek, onu bolca kullanarak inşa edilmiştir. Beşinci Kısım, bu bahse ayrıldı.
Tabii, Kemalizm… Hasan Âli Yücel, bir Kemalist ikondur. Veya tersinden, Kemalizmi bütün kötülüklerin anası olarak resmetmenin karikatürü. Üçüncü Kısım’da, Yücel’in Kemalizm’i yorumlama biçimini, bunun değişimlerini incelemek, genel olarak Kemalizm’i, daha doğrusu Kemalizmler’i ele almanın vesilesi oldu.
*
Kitabın yapısı hakkında bir şey söyleyeyim, yeri gelmişken. Kitabın Birinci, İkinci, Üçüncü ve Beşinci Kısmı’nın iki bölümü var. İlk bölümler Yücel’in hayatından dönemleri anlatıyor. İkinci bölümler ise, Yücel’in düşünce dünyasının bir veçhesini ve o vesileyle din, milliyetçilik, Kemalizm ve anti-komünizm konularını masaya yayıyor. Yani ilk bölümler biyografik, ikinci bölümler tematiktir. Tematik bölümler, belirli bir zaman kesitiyle sınırlı olmaksızın, Yücel’in ömrü boyunca o konuda yazıp söylediklerini, devamlılıkları ve değişimleri elekten geçiriyor.
Dördüncü Kısım’daki “Türk Hümanizmi” ve “Köy Enstitüleri” konuları ise kitap içinde kitapçık gibidir; buralarda Yücel’den de bahsedilmekle beraber, odak onun kişisel hikâyesinden bu konulara-meselelere kayıyor.
Kitaba “entelektüel biyografi” alt başlığı koymayı düşünmüştüm, zira çalışma hayat hikâyesinden ziyade düşünsel etkinliğe mercek tutuyor. Yücel’in hayatıyla ilgili bilinmedik şeyler ortaya çıkartma iddiam yok, ancak yayımlanmış kaynakların suyunu sıkmaya çalıştım. Yücel’in yazdıklarını, düşündüklerini ince eleyip sık dokumakla ilgili ise bir iddiası var kitabın. Özgün bir düşünürden ziyade, söz konusu akımların, meselelerin zaman zaman etkili olmuş bir yorumcusunu okuyarak, vasatı, ideolojik, siyasî, kültürel vasatımızı, entelektüel vasatımızı daha iyi anlayacağımızı düşündüm. Yücel, kimileyin özellikle denemeci yanıyla kendini dinleten, müzikal anlamda “figür yapan” bir yorumcu, kimileyin epigondur. Ne olursa olsun, söyleme, anlatma iştahıyla, bereketli bir malzeme sunar. Ne olursa olsun, dünyaya katılma iştahıyla ve aşkıyla, heves verir.
*
Soyadını alana kadar hep Hasan Âli diye bahsettim kendisinden. Sonra bazen yine öyle, ama genellikle Yücel, diye. Antipati-sempati-empati derken, galiba gayrı ihtiyarî, ikbalden düştüğü zamanlarla ilgili kısımlarda daha fazla sempatiyle yaklaştım. Galiba, diyorum. Her halükârda, yaklaşık üç yıl boyunca meşgul olduğum Hasan Âli Yücel’i âhiren ve gıyaben tanımış oldum. Yanlış tanıdığımı düşünen de muhakkak çıkacaktır. Kendi hesabıma, onu tanıdığıma memnunum.
*
Son olarak birkaç teknik not…
Eski yazı okuyamıyorum, Yücel’in ilk metinlerinin çevrim yazısı yapılmamış olanlarından gafilim.
Dipnotlarda Yücel’in eserleri, kaynakçada listelenen kısaltmalarıyla verildi.
Özgün metinlerdeki günümüzden farklı yazım biçimlerini değiştirmedim.
Çift tırnak içindeki sözler, alıntılardır. Bir imâyla veya şöyle bir göz kırparak söylediğim sözlerimi ise tek tırnak içine aldım.
TANIL BORA
Akçakoca, Ağustos 2020