Evden çıkarız. Kadınla ben.
Evlerden çıkmayı öğrendik sonunda. *

Özel alan kadına, kamusal alansa Antik Yunan’dan bugüne erkeğe atfediliyor. Süregelen polis/oikos dikotomisi yani. Özel alan ev, kamusal alansa evin dışındaki devasa politik mekân. Doğalmışçasına cinsiyetlere pay edilen bu alanlar için Feminist ideoloji ikinci dalgadan beri, özel alanda meydana gelen her türlü eşitsiz ve cinsiyetçi var olma hallerini kamusal alana taşıyıp bunların dönüştürülmesi için politik mücadelenin gerekliliğinden bahsediyor.

Özel alanın dönüşümü, özel/kamusal alandaki ayırımın geçirdiği değişim, günümüzde pandemiyle beraber evden çalışma, evleri bir sığınak haline getirme ya da sosyal medyanın aktif kullanımı, kamusalın temsiller vasıtasıyla özel alana sirayetini tartıştırabilir. Ama bu yazının sınırları ve konusu gereği dışarıda kalacak.

Kendine ait Bir Oda’daWoolf, “Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!” demiş.

Ursula K. Le Guin

Ursula K. Le Guin ise Zihinde Bir Dalga adlı kitabında Woolf’un yazan kadınlar için önermesine eklemeler yapmıştır:

“Planlama ve yazma konusunda bir gözlemimi paylaşmak istiyorum: Bu yoğun çalışma içindeyken korunup kollanmak, yalnızlık ve insani sorumluluklardan muafiyet bahşedilmek bir yazar için çok hoş bir şey olabilir -ses geçirmez odasındaki Proust gibi ya da sürekli yazar kolonilerine giden ve öğle yemekleri bir sepet içinde kendilerine getirilen insanlar gibi- ama tehlikelidir, çünkü lüksü çalışma koşulu haline getirir. Bir yazar olarak ihtiyacınız olan, tam da Virginia Woolf’un söylediği şeydir: yaşamınıza yetecek kadar para ve kendinize ait bir oda. Bu gereklilikleri karşılamak başka insanlara değil size bağlıdır. Size bağlıdır ve eğer yazmak istiyorsanız, bunun için gerekeni yapmak size kalmıştır. Geçiminizi sağlayan para muhtemelen gündelik işinizden gelecektir, yazmaktan değil. Odanızın kapısının ne zaman ve ne süreliğine kapalı olduğu yine size bağlıdır. Yazacak bir şeyleriniz varsa, bunu yapmak için kendinize güvenmek zorundasınız. Bir tür eş paha biçilmezdir; yüklü bir hibe, bir avans, gözlerden uzak bir yerde inzivada geçirilen bir süre çok yardımcı olabilir: Ama bu sizin çalışmanızdır, onların değil, dolayısıyla sizin koşullarınızla yapılmalıdır, onlarınkilerle değil.”

(Metnin tam burasındayken kızım başıma dikilip “Anne kakam geldi,” dedi. “Sen yapabilirsin,” dedim. “Sen sil ama!” dedi.)

İşte bu paragraftaki “sizin koşullarınızla yapılmalıdır” beni en çok etkileyen sözcükler. Birçok kadın/erkek yazarın yazmaya dair söyleşilerini, nasıl yazar olduklarını vs. okudum, dinledim. Bazılarının dediği gibi yazar olabilmenin “bir kâğıda ve bir kaleme ihtiyaç duyulan masrafsız meslek” olduğu söylemi kocaman bir yanılsama ve cinsiyet körlüğü içerir. Yazarlık da tıpkı diğer meslekler gibi meşakkatli ve pahalıdır. Bir kere yazarak geçinemezsiniz (bu durum çok az yazar için geçerlidir) ve okuma/yazma için ‘kendinize ait zamanı’ yaratmak zorunda kalırsınız. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve cinsiyet rolleri -evdeki melek ve diğerkâmlık tuzağı- kadınların önünde kendi yöntemleriyle aşılması gereken büyük bir engeldir. (Bunun için “bırak evi bok götürsün” sloganı bazen işe yaramakta.) Kitap almak, yazma atölyelerine katılmak, çevre (nüfus) yapmak için vs. paranızın ve zamanınızın olması gerekir. Eğer bir de yalnız ebeveynseniz (boşanmamış olsa da ebeveynlik kavramı çoğu zaman fiiliyatta tekil işler, yani ‘anne’ işidir) vay halinize, o zaman hem zaman hem de para daha çok ihtiyaçtır.

Aksu Bora, “Kamusal Alan Sahiden ‘Kamusal’ mı?” başlıklı yazısında şöyle diyor:

“Bu kavram ikilisi, tüm bir düşünce tarihinin üzerine oturduğu birkaç yapıtaşından biri. İki ayrı alan varsa bu iki alanda iki ayrı kurallar seti kullanılacaktır, dolayısıyla iki ayrı iktidar biçimi ve iki ayrı iktidar odağının varsayılması gerekir – özel alan diğerkâmlığın, vericiliğin, duyguların, kabullenilmiş bir eşitsizliğin, informel ilişkilerin; kamu alanı ise adaletin, rasyonalitenin, sorumluluk ve hesap vermenin, eşitliğin, formel ilişkilerin alanı. İktidar odağı birinde baba, ötekinde devlet, birinde ‘doğal’ yasalar geçerli, ötekinde insanların yaptığı yasalar…”

Ama özel alana dair her bir kadının bu alanda var olabilme hali için güçlenme stratejilerine dair fikirleri ve eylemlilikleri de değişecektir. Her birimizin özel alandaki kadınlık deneyimimiz yıldan yıla bile farklılaşmakta. (“Kadın yazarım ya da sadece yazar kelimesini kullanıyorum” meselesini bir başka yazıda ele almaya niyetliyim.) Bu farklılıklar, yapmak istediğimiz yazma edimi olduğunda ve bunu gerçekleştirmek için stratejilerimizde de haliyle farklılaşıyor.

Diğerkâmlık kavramına Le Guin de yine Zihinde Bir Dalga kitabında değiniyor:

“Kadınlar, özellikle çocuklu veya orta yaşlı ya da yaşlı kadınlar ‘başkaları’ için yapmadıkları bir şeyi ciddiye almayı çok zor bulabiliyorlar – diğerkâmlık tuzağı.”

Sahi kadınlar emekli olabiliyorlar mı?

Bu önermelerin hangisinin bize iyi geldiği de özel alandaki yani ev’deki bize ait koşullarla ilgili olsa gerek.

Bu yazıda geçen diğerkâmlık kavramına özel/kamusal alan ayrımlarını tanımlarken rastlamış olduk. Diğerkâmlığı cinsiyet bağlamında özel alana ve kadından beklenen işlere ilişkin bir olgu haline oturtabiliriz.

(Neden “fedakârlık” değil de “diğerkâmlık” sözcüğünü kullandığımı açıklamak istediğimde bu sefer de kız kardeşim kucağında bebeğiyle geldi. “Artık banyo yapmak istiyorum.” Bebeği aldım.)

Peki Virginia Woolf’un diğerkâmlığı tanımlayışı nasıl olmuş derseniz bence onun buna bulduğu tamlama “evdeki melek”tir, kurtuluşu ise hayali meleği öldürmek olmuştur.

Virginia Woolf, Kadınlar İçin Meslekler başlıklı yazısında şöyle anlatır:

“Makaleler yazıp parasıyla İran kedileri almaktan daha kolay ne olabilirdi? Ama durun bir dakika! Makaleler bir şey hakkında olmalı. Hatırlıyor gibiyim, benimki ünlü bir adamın romanı hakkındaydı. Ve bu eleştiriyi yazarken, eğer kitap eleştirileri yazacaksam, bir tür hayaletle savaşmak zorunda kalacağımı anladım. Bu hayalet bir kadındı ve onu daha iyi tanıdıkça ünlü bir şiirin kahramanından esinlenerek ona Evdeki Melek adını verdim. Eleştiriler yazarken benimle yazılarımın arasına giren oydu. Beni rahatsız edip zamanımı boşa harcatan da oydu; bana öyle çok eziyet etti ki ben de en sonunda onu öldürdüm.”

Yazarın tek bir kimliği yoktur, cinsiyeti de. Sınıf, cinsiyet, cinsel kimlik ve cinsel yönelim, ırk, coğrafya gibi farklılıklara sahibiz. Anne, eş, evlat, kardeş, işçi, yazar vb. toplumsal statülere bağlı toplumsal rollerimiz de var. Tüm bunlar da yaşamımızda, deneyimlerimizde farklılıklar (sadece avantaj-dezavantaj değil tabii) yaratıyor. Bu hallerle baş etme ve okuma-yazma fiilini gerçekleştirebilmek, domestik alandaki karşılıksız emek sorunsalına geliştirilen bilinç hali (ev işleri, çocuk yaşlı ve hasta bakımı, aşırı empati sendromu gibi) bunların üstesinden gelebildiğimiz anlamına gelmiyor. Sürekli uyanık olma halinde olmak ve ataerkinin şiddetinin değiştiği ama asla ortadan kalkmadığı zamanlarda oldukça yorucu olabiliyor. Yani feminist olma hali sorunların üstesinden geldiğimiz ve özel alanda kendimize iyi bir zaman ve konfor sağladığımız anlamına da gelmiyor. Peki ne yapacağız? Öznellik inşa süreçlerimizden yazma edimimizi düşe kalka ve mücadeleden vazgeçmeden sanırım bu hallerle devam ettireceğiz.

(Metni bitirdiğimde akşam olmuştu. Bu sefer de annem beni alt kattan çağırdı. “Tansiyonuma bi baksana,” dedi. Bir saat sonra yazıyı temize çekmek istedim. Yine deprem oldu. Metindeki farklılıklar kısmına “coğrafya” kelimesini de eklemek gerektiğini düşündüm. Sadece deprem nedeniyle değil aklıma savaş da geldi.)

8 Mart Kutlu Olsun!

Şimdiden.

Gülizar Aytekin

* Tomris Uyar’ın Bir Günün Sonunda Arzu adlı öyküsünden.