Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Çocukluğumdan beri en sevdiğim eylemlerden biri kitap okumak. İnsan okudukça yazmak, anlatmak istiyor bir şeyleri sanırım. Evde onlarca defter dolusu günlüklerim, yazılarım var. Tabii bir hayalin somutlaşması için öncelikle ona tutkuyla bağlanarak emek ve zaman harcamak gerekiyor. Sanırım bu zamanı ve emeği harcamaya başlayınca bir şeyler daha da somutlaşıyor.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Aslında okul öncesi öyküler de yazdım bir dönem. Hatta “Acaba Bu Yenir mi?” adlı çocuk öyküm Gergedan Yayınları tarafından yayınlandı. Çok mutlu olduğum, devamının gelmesini temenni ettiğim bir deneyimdi.

Öykü türünü bu kadar sevmemin nedeni; daha önce beni çok etkileyen öyküler okumuş olmak diyebilirim. İki üç sayfalık bir alana farklı bir hayattan bir kesiti sığdırmak ve bunlara olağandışı şeyler katmak çok hoşuma gidiyor. Öykülerimden biri için; hırsızın gözünden bakabilmen çok ilginç, demişti bir arkadaşım. Bir hırsızın, cambazın gözünden yazmak, öncesinde araştırma yapmak cidden beni heyecanlandırıyor.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Şanslı olduğumu düşünüyorum. Pandemiyle birlikte Faruk Duman Online Öykü Atölyesi’ne katıldım. Yaptığı eleştiri ve önerileriyle öykülerimin şekillenmesinde desteği büyüktür. Ayrıca kendisi; atölyenin başlarında, aynı tarzda öyküler yazmaya devam edersem yayınlanma şansı bulabileceğini söylediğinde bu benim için güçlü bir motivasyon oldu. Zaman içinde biriken öykülerimden seçerek bir dosya oluşturdum ve Alakarga Sanat Yayınları tarafından yayınlandı.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Bu konuda da şanslıydım. İyi bir öykücü olan Nilüfer Altunkaya yorum ve önerileri ile daima yanımdaydı. Son aşamada da kitabın düzeltisini Alakarga Sanat Yayınları’ndan Arzu Bahar hanım yaptı.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Kitabım henüz çok yeni ama aldığım tepkiler, kitapla ilgili yorumlar beni çok mutlu ediyor. Umduğum şey, kendi okurunu bulabilmesi. Bunun için de mümkün olduğunca çok okurla buluşabilmesi gerekiyor.

Telif aldınız mı?

Yayınevimle telif konusunu da içeren bir sözleşmem var.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Çok olmamakla birlikte ara sıra dergilere öykü yolladım. Kimileri cevap vermedi ama yayımlanan öykülerim de oldu. İlk öyküm Dünyanın Öyküsü dergisinde yayınlanmıştı. Daha sonra Öykü Gazetesi, 14 Şubat Dünyanın Öyküsü, Kalender, Derinkafa, Edebiyat Nöbeti, Ecinniler dergilerinde ve Oggito sitesinde yayımlandı öykülerim.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Yazıyla önceleri dağınık bir ilişkim vardı ve bu yüzden arkadaşlarım, eşim de dahil bunun benim için geçici bir heves olduğunu düşünüyordu muhtemelen. Ne zaman her gün aynı disiplinle yazmak için çalışmaya başladım, o zaman onlar da beni daha ciddiye aldılar. Bence hayatta önce kendimize inanmamız önemli.

Yazmak için özgürlük alanı denildiğinde benim aklıma zaman geliyor. Önceliklerinizi belirleyip nelerden vazgeçebileceğinize karar vererek her gün o düzenli zamanı ayırmak gerekiyor yazıya. Mesai ile çalıştığım bir işim var. Pandemiden önce öğle aralarında kafelere giderek ya da ofiste kalarak yazıyordum. Altı yaşında bir oğlum var ve eşim onu parka götürdüğünde, birlikte vakit geçirdikleri zamanlarda hemen yazmak için çalışma masama geçerim. Ama asıl sabahları beşte kalkıp yazma disiplinini kazandığımdan beri gerek nitelik gerekse nicelik açısından daha somut sonuçlar elde ettiğimi söyleyebilirim.

Peki, bundan sonra?

Aynı tutku ve hevesle yazmaya devam.