Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?
Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?
Edebiyat ve öykü özelinde kitaplı bir yazar oluşuma giden öyküde, öyküleri kaleme almak dışında çok fazla katkım olmadı desem yanlış ifade etmemiş olurum. 2018 yılından bu yana Ayarsız Dergi’de neredeyse her ay yayınlanan öykülerin kitaplaşması fikri birkaç kez düşünülmüş olsa da herhangi bir sonuca varmamayı tercih etmiştim. 2020’nin sonlarına doğru gelirken Porsuk Kültür Yayıncılık sahibi Ezgi Akyıldız öyküleri derleyip basma fikrini ilettiğinde ise ‘neden olmasın’ diye düşünüp spontane bir şekilde akışa bıraktım konuyu.
Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?
Esasen yazma uğraşım tek bir türde yoğunlaşmış değil. Uzun süre farklı dergilerde, denemeler, popüler-akademik makaleler kaleme aldım. Öykü benim için cesaret gerektiren, yazmak için kendimi ilk başlarda pek olgun hissetmediğim bir türdü. Söz konusu edebiyat da olsa çalışmaya inanırım. Yani çalakalem “öykü yazdım” diyerek bir eser üretmek yerine önce edebiyat kuramı, teknik vb. konularda hiç değilse bilgi sahibi olma gayretim oldu. Yazmaya cesaret ettiğimde hissettiklerim de hâlen öykü yazmaya devam etmemin en önemli sebebi.
Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?
Biraz bahsettiğim gibi aslında yayınevini belirleyen ben olmadım. Porsuk Kültür Yayıncılık bünyesindeki dergide de denemeler kaleme aldığım için, sağ olsunlar onlar bana bir teklifle geldi. Yayınlanma sürecinde çok sıkıntı çekmedim. Sadece öyküleri derlemek maksadıyla gözden geçirirken yaptığım ekleme ve düzeltmelerle ilgili bir mesaim oldu. Sonrası tıkır tıkır işleyen bir plan gibi belirtilen zamanda, belirtilen şekilde yayınlandı.
Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?
Evet, Ezgi Akyıldız aynı zamanda kitabımın editörlüğünü de yaptı. Her ikimiz için de gayet hızlı ve öğretici bir süreçti.
İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?
Anında kaşe yaptırıp binlerce kişinin kitaplarını kaşeletmek için sıraya geçeceğini ummuştum, fakat olmadı. Şaka bir yana, çok bir şey değişmedi desem isabetli olur. Kitapla ilgili umma bulma ekseninde bir beklenti geliştirmemiştim açıkçası. Fakat ilginç bir durumu fark ettim. Kitaptaki öyküler daha önce yayınlanmış olduğu için yazar olarak bir şekilde okunduğunu farz ediyor, buna inanmak istiyorsunuz. Öyle değilmiş. Çoğu okur ilk defa öykülerimle karşılaştığını, daha önce başka bir yerde yazıp yazmadığımı sordu. Dergiyi okuyup, öyküleri atladığı için pişman olduğunu ifade eden okurlar/arkadaşlar da oldu. Aslında pişman olunacak bir durum yok, fakat dergilerin okunmasıyla ilgili kendi üzerimden kolayca yanlışlanabilir bir veri oluşturabildim diyebilirim.
Telif aldınız mı?
Sözleşmemizde telif konusu geçiyor. Belirtilen tarihte de ödeneceği konusunda şüphem olmadı hiç.
Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?
Online dergileri sayacak olursak 2008-2009 yılları arasında “Sinemalife” adlı e-dergide, sinema, film kritikleri hakkında yazılarımın yayınlandığı “Sinemahzen” adında kendime ait bir köşem vardı. 2013-2016 arası da Kara Kütüphane adlı kitap bloğunda eser sayıda kitap hakkında inceleme yazısı kaleme aldım. Matbu olaraksa 2016 yılı Kasım ayından bu yana pek çok farklı dergide deneme, öykü, makale türlerinde eserlerim yayınlandı. Son beş yıldır bir iki ay hariç olmak üzere her ay muhakkak bir veya birkaç dergide yazım veya öyküm yayınlandı. Mutfakta epey uzun bir süre geçirmiş olduğumu söyleyebilirim.
Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?
Çok ciddi bir tavır değişikliği görmedim. Yakın çevremin okuma-yazma uğraşımla ilgili olarak başından beri yazdıklarıma, düşünme şeklime güvenlerini ve inançlarını gördüm. Hatta belki ben ağırdan almış bile olabilirim. Zaten başından beri yazıyla ilişkimin ciddi olduğunun farkındalar. Mesaimin dışında yazma işini de hep ayrı bir mesai olarak görüp, aile ve işten kendime arta kalan zamanda bir mesai ciddiyetiyle çalıştığımı söyleyebilirim. Ülkemizde yazarlık ne yazık ki tek başına kişinin geçimini sağlayabileceği şartlara ulaşmış durumda değil. Dolayısıyla hali hazırda çalışmakta olduğumuz işlerimizden arta kalan zaman ve özgürlük alanı epey kısıtlanmış durumda. Kitap bu anlamda bana sahip olduğumdan daha ayrıcalıklı bir özgürlük alanı kazandırmadı.
Peki, bundan sonra?
Bundan sonra sırada roman var. 2016 yılı Nisan ayından bu yana üzerinde çalıştığım bir roman serisi projesi var. Eğer şartlar ve salgın izin verirse Eylül ayı gibi bu serinin ilk kitabının da okurlarla buluşmasını arzu ediyorum. Arada geçen sürede yazmaya devam ettim elbette. İkinci bir kitabı doldurabilecek kadar yayınlanmış öykü birikmiş durumda. Mevcut salgın/karmaşa dönemini sağlıklı bir şekilde atlatmayı başarabilirsem, yazmayı, hazırlamayı ve okurlarla paylaşmayı arzu ettiğim pek çok proje bekliyor.