Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?
Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?
Yazıyla olan ilişkim epey eskiye dayanıyor. Ancak yazdıklarımdan kitaba dönüştüreceğim bir bütün oluşturmamıştım. 2015 yılında kitabıma adını veren öykünün ilk taslağını yazdım. Burada erginlenmesini tamamlayamamış bir kadının içindeki seslere izin verip uyanışını, kendi gerçeğinin yaşadığı gerçeklik olmadığının farkına varışını anlatıyordum. Bu taslak, kitap fikrimin başlangıç noktasıydı; çünkü bu öyküyü yazabilirsem bu öykü ve fikrin etrafında dosyamı oluşturacağımı hissetmiştim. Bu öyküyü yazmam iki buçuk yılımı aldı. Onunla birlikte ben de geliştim, dönüştüm. Fikrin etrafında planlı çalıştım. Anlatmak istediklerimi taşıyacak karakterleri ve hikâyeleri çizdim, biriktirdim. Önceki yazdıklarımdan dosyaya eklenenler olurken yeni öyküler yazdım. 2019 yazında dosyamı tamamlamıştım.
Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?
Öykü kendimi yakın hissettiğim bir edebi tür olmasının yanında bir bakış açısı ve ifade şekli benim için. Öyküdeki anları ve o anlardan bütüne varışı, anların arasında kalan boşlukları seviyorum. Kitaptaki öyküler de bu anlardan oluşuyor. Dolayısıyla bu hikâyelerimi bu şekilde anlatmak için öyküyü seçmeliydim.
Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?
İlk önce öykü türünde severek takip ettiğim, öyküye kıymet verdiğini düşündüğüm yayınevlerini belirledim. Belli bir süre beklememi söylüyorsa bir yayınevi bekleyecektim ve ardından diğerine gönderecektim. İlk gönderdiğim yayınevi üç ayın sonuna doğru ret yanıtı ile dönüş yaptı. İnsan üzülüyor, ama çok olası bir durum olduğunu bildiği için de sıradakiyle devam ediyor. Ancak durumu enteresan hale getiren, ilk yayınevinin ilk ret cevabından kırk gün sonra ikinci reddi bana göndermesi oldu. Bu yayınevi tarafından bir değil, iki kere reddedilmiştim! Herkese nasip olmaz!
Diğer iki yayınevinin birinden hiç cevap alamadım. Diğerinden ise dosyamı başarılı bulduklarını belirten ancak editöryel bir tercih olarak basmama nedenlerini içeren çok güzel bir ret yanıtı aldım.
Sonrasında salgının hayatımıza girmesi ile ne yapacağımı bilemediğim bir dönem oldu. Ben tam yeniden sıradaki yayınevlerini belirleyip dosyamı paylaşmayı düşünürken sürecime tanık olan Edisyon Kitap yayın politikasını yenilediğini söyleyerek edebiyat serilerinin ilk öykü kitabının yazarı olarak onlarla ilerlemek isteyip istemeyeceğimi sordu. Birbirimizi biliyorduk. Dosyamı biliyorlardı. Hiç düşünmeden, güvenle kabul ettim.
Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?
Dosyamı tamamladığımda ilk Ferhat Uludere ile paylaştım. Dosya benim için tamamdı, ancak hem kendine hem edebiyatına güvendiğim birinin benim göremediklerimi görmesine ihtiyacım vardı. Ferhat dosyayı okuduktan sonra beğendiğini, bir yayıncı olsa dosyayı basacağını söyledi ve öykülerle ilgili birtakım önerilerde bulundu. Bu önerileri aldım, bir bölümünü uyguladım, bir bölümünde ise dokunmak istemediğim yerler oldu. O zaman Edisyon Kitap yoktu, dolayısıyla kendisi de bir yayıncı değildi ve dosyanın serüveni başladı.
Zaman, daha önce anlattığım gibi geçerken Edisyon Kitap doğdu. Burada kitabı yayına hazırlama sürecinde ise Necati Balbay ile çalıştık.
İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?
Bu sorunun duygusunu o kadar iyi anlıyorum ki… Sanırım bu alanda çalıştığım ve bir şekilde sektörün içinden hikâyeler bildiğim için ilk kitapla -eskiden sandığım gibi- hayatımın değişmeyeceğini biliyordum. Yine de ilk kitabın duygusu bambaşka. Onu kitap formatına sokulmuş PDF halinde görüşünüzden bir nesne olarak elinize alışınıza, başka insanlara ulaşmasından başkalarının yazdıklarınızı okumasına ve size yorumlarını bildirmesine kadar her şey ayrı ve çok güzel heyecanlar yaşatıyor insana.
Benim en garipsediğim konu kitabın ismine gelen tepkiler oldu. Yakın çevrem veya danıştığım edebiyatçılardan bahsetmiyorum tabii ki. Toplumun başka bir yüzü ile karşılaştım. Ama yapacak bir şey yok, kitabın adı buydu, bu olmalıydı ve bu oldu.
Diğer bir konu yazan kişiler olarak birbirimizi pek de fazla okumadığımızı gördüm. Kendi kitaplarımız, kendi yazdıklarımız tabii ki çok kıymetli ancak keşke birbirimize şans verip okusak, tartışsak, eleştiriyi yeniden canlandırabilsek de bu kadar yazanın olduğu yerde daha nitelikli yerlere taşısak edebiyatı. Keşke savunduklarımızı hayatımıza geçirebilsek ve bu dünyanın da ataerkil kodlarını biraz olsun sarsabilsek…
Telif aldınız mı?
Evet, aldım.
Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?
Dergilerde yayımlanan öykülerim oldu, reddedilenler de. Ancak yayımlanan öykülerimde bir şekilde içime sinmeyen bir şeyler vardı. Yayımlanma şekillerinde de. Ben de tüm enerjimi dosyama yöneltmeyi seçtim. O süreçte kitap tanıtımları yazıp söyleşiler yapmaya devam ettim.
Ama işe mutfak olması açısından bakarsak dil ile ilişkim on bir on iki yaşlarında sağlam bir temele kurulmuştu. Günlükler ilk gençlik yıllarımda yoldaşımdı. Ortaokul ve lise çağlarım edebiyat öğretmenlerim sayesinde öyküler ve yazılar açısından çok verimliydi. Ondan sonrasında da yazmak ve okumak neredeyse hiç eksik olmadı hayatımdan. Edebiyat atölyemi kurduğumda ise Ferhat Uludere ile yaratıcı yazarlık atölyeleri düzenledik. Ondan çok şey öğrendim, hâlâ da öğreniyorum. Anlattıklarıyla birlikte başkalarının yazdığı taslak metinler üzerinden çalışmak hem editörlüğüme hem de kendi öykülerime büyük katkı sağladı. Yani işin arkasında başka bir mutfak var.
Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?
Yakın çevrem yazıyla ilişkimde ciddi olduğuma ikna olmuştu çoktan. Tabii ki bunun bir kitapla taçlanması herkesi çok mutlu etti. Ben kendime diyemeden onlar bana “yazar” dedi. Bir de beni işim dolayısıyla tanıyan ancak yazın kalemimi hiç bilmeyen bazı kişilerin bakışında da olumlu bir değişiklik olduğunu gözlemledim.
Ayrıca ilk kitap bana edebiyatta yürüyecek bir alan açtı. Şimdi bundan sonrasını ve bu alanda inşa edeceklerimi düşünüyorum. Yaratıcı enerjinizi buraya aktarmak ve nasıl aktaracağınız üzerine kafa yormak müthiş bir şey. Şimdi düşünüyorum da… Belki de bu en çok kendimi özgürleştirmek.
Peki, bundan sonra?
Bundan sonra yazmak istediğim öyküler, anlatmak ve derinleşmek istediğim konular var. Bir de roman var yazmak istediğim. İzlekler aklımda belirlenmiş gibi. İlk kitabın coşkusu da biraz daha dengelenirken daha iyi düşünmeye başladığımı söyleyebilirim.