Abbas Kiyarüstemi

Şakalı mısra anlamına gelen Haiku dünyanın en kısa şiir türü sayılır. Doğayı, manzaranın uyandırdığı hissi ve kusurlu bir dünyada büyüleyici bir anı Japon wabi-sabi felsefesine uygun olarak şiirle resmedip dondurur. Okuyucu, sözcüklerle algıladığı ortamı zihninde rahatça canlandırır. Olumsuz duygular ve olaylar üstüne haiku yazılmadığı için an’ın biricikliği ve güzelliğine odaklanılır.

Roland Barthes, “Romanın Hazırlanışı 1: Yaşamdan Yapıta” kitabında haikuyu “Söylemenin ve söylenmiş olanın bir tür anlık geçici ve göz kamaştırıcı uyumu; karanlıkta ansızın çakılan kibritler” olarak tanımlar. “Tümce atomu” diye adlandırır haikuyu.

Haiku çoğunlukla 5-7-5 ses biriminde 3 dize ve 17 heceden oluşan matematiksel bir şiir türüdür. Sadece Japon coğrafyası ile sınırlı kalmamıştır. Farklı ülke dil ve edebiyatlarına yayılırken özünü koruyarak değişimler göstermiş, biçimsel esnemelere uğramıştır. Japon haikuların Türkçe maniler gibi kısa ve özlü olması, hece ölçüsü prensibine uygunluğu Türk şiirinde de haikuyu mümkün kılar. Hatta haikunun Nobel’i sayılan ödülü 10. Mainchi Haiku yarışmasında uluslararası katılım dalında Türkiye’den Yelda Karadağ kazanmıştır. Oruç Aruoba, İlhan Berk, Sina Akyol, Cemal Süreya, Orhan Veli gibi pek çok şairin haikuları vardır.

Gem-li-ğe doğ-ru
De-ni-zi gö-re-cek-sin
Sa-kın şa-şır-ma
Orhan Veli

Abbas Kiyarüstemi de aynı boyutta yazdığı şiirlerle İran Edebiyatına taşır haikuyu. Simurg Art Yayınları Abbas Kiyarüstemi’nin haikuyu andıran şiirlerini “Pusuda Bir Kurt” adıyla kitaplaştırdı. Dile, İran şiirine ve Kiyarüstemi’nin sanatına tamamen hakim olan Makbule Aras Eivazi’nin doyumsuz çevirisiyle…

Sade, şiirsel, felsefi, duygusal… Sineması gibidir Kiyarüstemi’nin yazdığı şiirler de. Çektiği fotoğraflarda da olduğu gibi minimalist, yalın, bilge ve yüklerden arınmıştır. “Şunu fark ettim ki eğer bir çerçeve içinde değilseler önümüze çıkan güzelliklere bakmak konusunda başarılı değiliz” der.

Hayata bakarken gözlüklerinin çerçevesi, resim yaparken paspartu, sinema yönetirken kadraj, fotoğraf çekerken vizör buna imkân sağlar. Şiirin pervazı da dörtlüklerdir. Filmleri ve fotoğrafları gibi şiirleri de pitoresktir. Estetik bir şekilde gözümüzde canlanır. Anı kucaklar, andaki büyüyü fark ettirir bize. Tüm duyularımıza dokunur. Renkler vardır gözlerimiz için:

“Beyaz bir tay
Dizlerine kadar kırmızı
Gelincik tarlasında
Hoplayıp zıplamaktan”

Doğanın kokusunu da alırız dizelerinde:

“Körpe bir kızcağız
Geçiyor marul ekili bostanın ortasından
Taze ceviz kokusu
Geliyor burnuna”

Kuşlara, horozlara, rüzgâra kulak veririz:

“Bir kuş
Ötüyor gece yarılarında
Alışılmadık
Öteki kuşlar için bile”

Filmlerinde ve fotoğraflarında sık sık gördüğümüz kıvrımlı yollar şiirlerinde de çıkar karşımıza. Onun için yol ve yolda olmak asıl amaçtır. Hedef, hedefe varmak değil, oraya gitme eylemidir. Hayatın kendisi gibi. Yola çıkılan gün geri sayım da başlar. Razı olmak, teslim olmak yola dahildir.

“Şemsiyemi bir yerde bıraktım
Önümde uzun bir yol
Kül rengi bulut yığınları”

1997’de Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye ödülünü aldığı Kirazın Tadı filminde ölüm ve hayatı sorgulayan Bay Bedii ile zıtlıkları ustalıkla filminde nakşeden Kiyarüstemi şiirlerinde de aynı beceriyi gösterir:

“Cennet ve cehennem
Yan yanalar
Ve ne uzaklar birbirinden”

İran sinemasının bilge yönetmeni Kiyarüstemi Temmuz 2016’da kanser tedavisi gördüğü Paris’te hayat yolculuğunun sonuna geldi. Bize izledikçe yeniden tamamlayacağımız filmler, baktıkça derinleşeceğimiz fotoğraflar, okudukça algımızı değiştirecek felsefi şiirler bıraktı. Yani bizim yolculuğumuzu devam ettirecek biletler… Ölümün kıyısında beklerken duygulanarak dinlediği Mohsen Namjoo şarkısı Nobahari’nin sözleri, biraz daha yaşasa daha çok üreteceği konusunda ipucu verir bize: “Bize bir hayat daha lazım, öldükten sonra. Çünkü bu ömrü yalnızca ümit etmekle geçirdik.”

Neslihan Çelikkanat