Lawrence Ferlinghetti’nin Everest yayınlarından çıkan Küçük Çocuk adlı romanı geçen sonbaharda yayımlanmıştı. Çıkar çıkmaz okumuş, kitabı üstüne bir şeyler karalamıştım. Yayımlanması için üstünde durmamıştım açıkçası. Acele etmeme nedenim, bazı yazıların kendime düştüğüm notlar gibi olmasını tercih etmemden kaynaklı aslında.
Derken aramızdan ayrıldı, 22 Şubat gecesi, uyumsuzluk ustası, koca şair. Notlar da böylece kendimce vedanın bir parçasına dönüştü.
Lawrence Ferlinghetti, bir “sürrealist” değildi, bir “süperrealist”di kendi deyimiyle. Hem modern hem mistik hem aylak hem anti-militarist. Yaşama karşı tavrıyla, yazdıklarıyla kendi karanlığına eğilen karşı gizemcilerden biriydi. Onun için Walt Whitman’dan sonra Amerika’nın ikinci kara İsa’sı demek de mümkün. 1919 doğumluydu. Ve 101 yaşında(ydı). Ama hâlâ gençti.
San Francisco Okulu’nun kurucularından biriydi bir bakıma. Edebi kimliğinin yanı sıra kuşağına has aktivistliğiyle (savaş karşıtlığı gibi) de öne çıkıyordu. Ama sanırım asıl büyük etkiyi, şiirleri kadar kurucusu olduğu City Lights yayıneviyle de gerçekleştirdi. Birçok modern ve yenilikçi şairin kitapları onun yayınevinden çıktı. Beat Kuşağının ev sahibiydi deyim yerindeyse.
Ferlinghetti, Şiir, Amerika
Yirminci yüzyılın başları Kuzey Amerika şiiri için önemli çıkışlara gebeydi. Amerikan şiirinin kurucusu addedilen Walt Whitman şiiri hâlâ fırtına gibi esiyordu, ancak 1916’da Ezra Pound Imagism’i dillendirmeye başlamış, Wallace Stevens ve William Carlos Williams gibi birçok Amerikalı şaire kapı aralamış ve onları derinden sarsmıştı.
Poundvari devinimsel ve devrimci etkiye, İmgeciler içinde, en çok yaklaşanın Mr. Patterson şiirleriyle W.C. Williams olduğu söylenebilir. Böylesi bir yüzyılın ilk yarısından sonra, New York şairleri grubu daha Avrupai bir kanona evrilecek, sanat disiplinleriyle yataylaşmış bir şiire doğru yol alacaktı. Ferlinghetti’nin de içinde bulunduğu San Francisco Okulu ise; daha yerli, daha Amerikanvari, daha smash bir şiiri inşa etmeye koyuldu. Böylece Amerika’nın batısında, asi, gizemci, sokağın ruhuna yatkın, söylevci bir şiir ortaya çıktı.

İşte Ferlinghetti, bu anti-Amerika’nın en önde gelen şairlerinden biri oldu zaman içinde. Diğer bir kurucu da Allen Ginsberg’ti. Ginsberg, kendine has konu ve imgeleriyle; William Blake’in gizemciliğini, Walt Whitman’ın uzun dizelerle kurulu yapısıyla buluşturmuştu.
Üçüncü dünyacılık, 68’lerde Beat kuşağıyla daha bir anlam kazandı Birleşik Devletler’de. Yeni bir dandicilikti bir bakıma. Henüz ellili yıllarda Allen Ginsberg’in Howl (Uluma) şiirleri, Amerika’nın savaş artığı refah toplumunu ve onun iki yüzlülüğünü yerden yere vurmaya başlamıştı bile.
Küçük Çocuk
Şairin Küçük Çocuk adlı romanı sonunda yayımlandı ancak Ferlinghetti antolojisi için Türkçede hâlâ eksik noktalar var. Sanırım, Türkçenin Ferlinghetti ile tanışması Ferit Edgü’nün Ada Yayınları’ndan çıkan Amerika kitabı vesilesiyle olmuştu. Bilindiği gibi günümüzde, Cevat Çapan’ın Şiirin O İnce Küllerini Toplayanlar (Önce YKY’deydi, şimdi baskısı Sözcükler yayınevinde) adlı derlemesi olmasa, şiirlerine de aşina olamayacak okurlar.
Küçük Çocuk, kanımca şairin Poetry as Insurgent Art’ından (Bir Başkaldırı Sanatı Olarak Şiir) bağımsız okunacak bir kitap değil. Aynı kesişim kümesinde solunan bir atmosferi var iki kitabın da. Aynı protest dil, aynı zıtlıklar, aynı kapitalizm eleştirileri, Hristiyan retoriğinin sorgulanması, metalaşmaya karşı duyulan öfke, aynı Amerika hicvi kol geziyor kurguda. Poetry as Insurgent Art şöyle başlıyordu, “Şairler. Kapatın dolapları ve dışarı çıkın. Açın pencereleri ve odaları / Epeydir etrafınızı saran ve sizi kımıldatmayan şeylerden kurtulun!”. Aynı dil atmosferini Küçük Çocuk’da da görmek mümkün.
Küçük Çocuk’un diğer bir şifresi, cut-up tekniğinin, eklemlenebilir dizgiselliğin, Lacan’ın deyimiyle dolayımlı hazzın kağıt üstündeki izdüşümü olması. Roman, özellikle noktalamaların tamamen atıldığı bölümden itibaren, ardı ardına eklemlenen şiirselliklerle, araya giren anılar ve belgeliklerle, başka anlatılara yapılan yorumlarla zenginleşen bir karnaval söylemini andırıyor. Bu bölüm elbette Jack Kerouac’ın Yolda’sından (On the Road) ayrı okunamaz. Bir tür göz kırpma gibidir. Neşeli isyanın gizdökümüdür adeta.

Anlatı, 1919 yılını, yani şairin doğduğu yılı, bir yüzyıl dökümü yaparak anlattığı ilk bölümle açılıyor. Adeta doğduğu yılı, bir tür yüzyıl kerterizi olarak almak, şairin anlatısını otobiyografik kıldığı kadar, netameli bir gerçekliğe ya da diğer bir deyimle bir tür karşı anlatıya varmasına da olanak sağlamış. Öyle ki anlatı 1919’da yüzyıl ortasına bırakılmış yetim bir çocuğun yüzüne ve gerçekliğine varmak için yazılmış gibi. 1919’da dünyanın pür melalini aktaran yazar, bir yandan da dönemin önde gelen anlatılarına göz kırpıyor, tıpkı metinde Dos Passos’un Amerika’sına yapılan göndermeler gibi. Asıl deneysel atılım ve anlatım, romanın ikinci bölümünde, cut-up tekniğinin dolayımında gerçekleşir.
Küçük Çocuk aslında her deneysel anlatı gibi, bir yandan da aranışçılığı gereği eleştirmen rolüne de soyunuyor. Çoğunlukla günümüzde post-modern veya modern gibi kalıpsal anıştırmalar ve ayrıştırmalarla düşünüldüğünden olsa gerek, sanatçının veya yazarın özellikle geçen yüzyıl başından beri yaşadığı evrim görmezden geliniyor.
50’lerden sonra daha büyük eğilim kazandı, yazarın aynı zamanda “eleştirmen” oluşu. Daha çok yargılama ve yadsıma biçimiydi bu. Ve elbette edebi biçimlere sindi bu yadsıma hali.
Benzer bir şeyi Ferlinghetti de yapıyor romanında. Dizge dışı anlatısında, birçok yapıtla ilgili fikrini konu ediyor. Bir yerden sonra bir labirentte dolaşıyor hissi uyanıyor romanı okuyanda. Kendi meselesini başka modern şair ve yazarların yapıtlarıyla buluşturuyor. Bir tür karşı masal inşa ediyor. Kimi zaman anıyor, kimi zaman bilgi veriyor, kimi zaman yadsıyor.
Küçük Çocuk’un soluksuz ve virgülsüz anlatısı, bir yerden sonra Beckett’in üçlemesinin imlediği, “metnin sonsuzluğu fikriyle” buluşmaya da olanak sağlamış. Varılan yer aynı zamanda umutsuzluğun da kısır döngüsü bir bakıma.
Ayrıca anlatının kilit noktalarından biri, W.G. Turner’ın (İngiliz son dönem romantiklerinden) tablolarındaki kaosu (vurgum Turner’ın fırtına imgesi aslen), Amerika’nın kısacası dünyanın masumiyetini yitirişiyle eşleştirmesi. Gittikçe hızlanan metin, bir yerde dünyanın cehennem davetiyesine dönüşmesini imliyor. Carl Sandburg’dan, Mao’ya; T.S.Eliot’tan Spaghetti Westernlere; Turner’ın tablolarından, gündelik yaşama; kitabın bütününe yayılan bu baş döndürücü çevrim, dur durak bilmeyen bir hafıza döngüsüne varıyor sonunda.
Küçük Çocuk’un göstermek istediği veya duyumsatmak istediği şey, kaybolan yüzyıla bir nazire adeta. “Kayıp” bilgi, “kayıp” dünya ve “kayıp” küçük çocuk. Üst üste yığılmış bilgiler ve imgeler kümesi. Kapitalizmin baş döndürücü hızına karşı hızlı bir metin, Küçük Çocuk. Başka bir dünya fikrini duyurmadan böylesi bir anlatıyı inşa etmek mümkün olmazdı herhalde. Bu dünyanın içinin nasıl doldurulduğu duruma ve yazarına göre değişebilir, fakat Ferlinghetti romanıyla yaşamın uçsuz bucaksızlığını da göstermek istiyor gibi. Uçsuz bucaksız imgeler. Uçsuz bucaksız hız. Uçsuz bucaksız kötülük. Romanın tekniğine sinen şey, bu yüzden anlamlı. Fraktallar halinde birbirine bağlanmış bir karşı metin. Yorum, ardından yorumun yadsınması, kimi zaman pastişlerle, kimi zaman parodilerle metnin yeniden ve yeniden inşa edilmesi.
Sonunda Küçük Çocuk, romanda insanın telaşsız kaderine karışıyor.
Ama her zamanki yerde saf tutuyor; bilim adamlarının yok olacağı, rasyonelliğe karşı duygunun, varoluşa karşı yokoluşun, ayakları yere basmanın yerine uçuculuğun ve havariliğin yaratıcılığını överek.
Küçük Çocuk’u okudukça romantizme dönüşün burkacında buluyorsunuz kendinizi. Ferlinghetti şiirinde, o otomobiller susacaksa şayet, pencereler sonuna dek açılacaksa, diyordu. Öyleyse daha iyi bir dünya için atılmış çığlıkların vakti gelmiş demektir.
Ali Özgür Özkarcı