Hepimiz, Kandinsky’nin modern zamanlarda ilk adımı attığı ve izini bıraktığı yolun yolcularıyız. Modern sanat adına ilk büyük kaya parçasını kıpırdatan o oldu.

Yunanca kökenli bir kelime olan sinestezi, syn (birlikte) ve aisthésis (algı) sözcüklerinden oluşup“birleşik algı” anlamına gelmektedir. Sinestetik kişilerde bir duyu organından gelen sinyallerin otomatik olarak başka bir duyu organının işlenmesinden sorumlu beyin bölgesine gitmesi ile algı değişikliği yaşanır. Alışılmış gerçekliği farklı gözlerle görüp farklı seslerle duyabilir, gördükleri renkleri ses olarak, sayıları renk olarak algılayabilir, yuvarlak ya da sivri dokuları tadabilirler. Sinestezi, deneyimleyen kişiye büyük bir ilham kaynağı olduğundan sanatçılar arasında da sıkça rastlanmasına şaşırmamak gerekir. Hatta yaratıcılığı tetikler, insan ruhuna çok yönlü dokunma şansı verir. Ressam ve sanat kuramcısı Wassily Kandinsky de sanat tarihinin belki de en bilinen sinestetik sanatçısıdır.

Cavit Mukaddes bize onun sanatını, sürgün yaşamını ve anılarını Simurg Art yayınlarından çıkan kitabında anlatıyor. Ressamın 1866 yılında Moskova’da başlayıp 1944’te Paris’te Fransız vatandaşı olarak sona eren 78 yıllık hayatına ışık tutuyor. Hayatlarının benzer noktalarının olması, yazarı Kandinsky ile yakınlaştırıp onu daha iyi anlamasını, resimlerini uzman gözüyle değerlendirmesini sağlıyor. Tıpkı Kandinsky gibi farklı bir eğitim almasına rağmen resimle uğraşan, farklı bir ülkede yaşayan, sanatın diğer alanlarına ilgi duyan Cavit Mukaddes özgün bir bakış açısıyla Kandinsky’nin modern sanatta bıraktığı izleri takip ederek bizi bir yolculuğa davet ediyor.

Claude Monet, Saman Yığınları

Küçük yaşlarda piyano ve viyolonsel çalarak müzikle ilgilenmeye başlayan Kandinsky, Hukuk eğitimi almasına rağmen içindeki karşı konulmaz resim tutkusu ile sanata yönelir. İzlenimci resimler yapmış olsa da sanatın nesnel gerçeklikten ayrılarak, sadece sanatçının içselliğini yansıtması gerektiğini düşünüyordu. Claude Monet’nin Saman Yığınları resmini gördüğünde içindeki üstü örtülü arayış tetiklenir, soyut resim üzerine içsel bir sorgulamaya ve yolculuğa başlar. Kandinsky bu resimle ilgili şunları söyler:

“Karşımdakinin saman yığını olduğunu serginin kataloğu söylüyordu bana. Bu görüp de tanıyamama, utandırdı beni. Hem, ressamın bu kadar resim yapmaya hakkı olmadığını düşündüm. Belirsiz bir biçimde, bu resmin nesnesinin eksik olduğunu hissediyordum. Aynı zamanda, şaşırarak ve kafam karışarak, resmin beni sarmakla kalmayıp silinmez bir biçimde belleğime kazındığını ve sürekli olarak, ister istemez, en son ayrıntısına kadar gözlerimin önünde canlandığını fark ettim. Ama iyice anladığım bir şey varsa o da, paletin bana o zamana kadar gizli kalmış, aklımın ucundan bile geçmeyen ve bütün düşlerimi aşan gücüydü. Resim masalsı bir güç ve görkem kazanıyordu. Ama farkında olmadan, nesnenin resimde vazgeçilmez bir öğe olduğu yolundaki kanım da sarsılmıştı.”

Kandinsky’nin sanatının oluşmasında diğer önemli bir tecrübe de Moskova’da Bolşoy Tiyatrosu’nda Wagner’in “Lohengrin”eserini dinlemesidir. Bu opera, onda müziğin anlatım yoğunluğuna ulaşmak için renklerden yararlanma düşüncesini oluşturur. Günlük pratiklerden ve kalıplardan uzaklaşarak kendi mutluluğunu bulan müzik, onu derinden etkiler. Müziği nasıl sorgulamadan dinliyorsak, resme de öyle yaklaşılması gerektiğini düşünür. İnsanlar resimdeki nesnelere bakarken duygu yükleyerek yeniden algılamalıdır. Geometrik de olsa şekiller bir duygu içerir.

Tanık olduğu iki Dünya Savaşı, Sanayi Devrimi, fotoğrafın ortaya çıkarak zamanı dondurması ve en önemlisi atomun parçalanması ona resimde nesneyi sorgulatır. Ruhsal titreşimler uyandıran renkleriyle, geometrik şekilleriyle, içselleşmeye hazır olan birinin anlayabileceği dilsel bir serüven başlatarak soyut resmin öncüsü olur. Onun soyut eserleri adeta müzik ve resim disiplinleri arasında ortak bir metin gibidir, imzası Kandinsky’den olan… Günümüzde de onun sanatı dijital uygulamalara, yaratıcı sanatla güçlendirilmiş grafik tasarımlarına esin kaynağı olarak bu disiplinlere teknoloji de eklenmiştir. İnternette onun sembolleriyle kendi müzikli resimleriniz yapabileceğiniz eğlenceli uygulamalar bulmanız, Kandinsky tarzı bir görüntü oluşturmaya olanak sağlayan web sistemlerine rastlamanız mümkündür.

Cavit Mukaddes, kendisini çizdiği resimlere teslim eden, yanlış anlaşılmayı da göze alarak soyut resme yönelen Kandinsky’nin öyküsünü ressama ait anıları, mektupları, yorumları ışığında okuyucuya anlatıyor. Kandinsky hakkında hiçbir bilgi sahibi olmayan bir okur bile kitabın son sayfasını çevirdiğinde onun hayatı, resim macerası ve eserleri hakkında bilgi sahibi olmakla kalmıyor, resimlerini daha iyi anlayarak onlara artık başka gözle bakıyor.

İyi seyirler…

Neslihan Çelikkanat