1.Mart.21
Uğur Yücel’in Yazı Tura (2004) filmini ilk çıktığı zamanlarda izlemiş, pek beğenmiştim. Yıllar sonra tekrar izledim. Tekrar sevdim. Askerliklerini savaşarak geçirmiş iki gazinin, Hayalet Cevher (Kenan İmirzalıoğlu) ile Şeytan Rıdvan’ın (Olgun Şimşek) hayatlarının nasıl bombok olduğunu anlatıyor film. Savaş yüzünden. Savaş yüzünden.

Aylar sonra Kızılay’a indim. Tuhaftı. Eski günlerin anısı duruyor ama insansız yer sevimsiz tabii. Güvenpark’ta inşaat vardı, dolmuşların yeri değişmiş. Ne inşaatı anlamadım, bakmadım bile ne olduğuna.
2.Mart.21
Sosyal medyada grup ya da sayfa yönetiyorsanız şöyle bir ileti çıkıyor karşınıza: “Başkasının gözünden gör.” Grubun yöneticisi olarak siz daha kalabalık görüyorsunuz sayfayı. Bir sürü işaretler, yazılar, butonlar… Ama “başkasının gözünden gör”e tıkladığınızda, aynı sayfa daha sade bir biçimde çıkıyor karşınıza.
İnsan da böyle işte. Karmaşık, hatta karman çorman bir yığın şey var insanın içinde. Nedir, dışarıdan gayet “düz” görünüyorsunuz. [Sade de güzelsin sevgilim, deniyordu bir dolmuş yazısında.]
İnsan kendini gerçekten “dışarıdan” görebilseydi her şey çok farklı olurdu. İnsan kendini “olduğu gibi” görebilseydi, yine her şey çok farklı olurdu. Dünya tarihi değişirdi. Ama bu mümkün değil: İnsan kendini göremez.
Görmekten kastım aynaya bakmak değil tabii. Aynaya uzun ve çok bakan insanlar korkutur beni. İnsanın kendini beğenmesi şart ama kendilerini uzun uzun inceleyip dış görünüşlerine tapanlarda bir arıza var.
Bazıları da kendi yazdıklarına hayrandır. Kendi sözlerine. Bu da, eh işte aşağı yukarı, aynaya çok bakmakla aynıdır.
4.Mart.21
İnsan, hayatı boyunca, maddenin halleri gibi, şu dört hal arasında gidip geliyor:
Okuryazar
Okumazyazar
Okuryazmaz
Okumazyazmaz
Birinden duymuştum, beddua gibi: “Okumaz yazmaz ol, e mi!”
5.Mart.21
Ömrü hayatımdaki en güzel, en derin, en huzurlu uykulardan çoğunu babaannemle dedemin Dilsiz Dere Çıkmazı’ndaki evlerinde uyumuşsam birazını da bir arkadaş evinde hüpletmişimdir. Edward, Mustafa ve Umut’un Nene Hatun Caddesindeki öğrenci eviydi bu. Kot 2’de, güneşle pek alışverişi olmayan bu evde derin uykulara dalmak, benim gibi uykunun antresini sevmeyen biri için bile çok kolay olurdu. Apartman karanlıktı ve hep yemek kokardı. Geceyle gündüz zor ayırt edilirdi. Televizyondaki programlardan çıkarırdım geceyi gündüzü. O evden günlerce çıkmaz, okula gitmez [okul dediğin Fizan kadar uzak eve, Beytepe!], evin çok yakınında bulunan Hatun Pastanesi’ne uğrayıp limonatalarımızı içerdik. Arada sırada düşer aklıma o ev. Derunî uykular cenneti.
6.Mart.21
Şair dostum Olcay Özmen’e rakı borcum kabarıyor giderek. Adisyonun sayfaları çoğalıyor. Neden derseniz, bana hep güzel “parçalar” çıkarıp gönderiyor arşivinden. İşte daha önce, İlhan Berk’in kitaplarına almadığı “HÜSEYİN ÇAPKAN İÇİN AĞIT” adlı şiirini yayımlamıştım onun sayesinde. Şimdi de tutmuş, ustamız Hulki Aktunç’un, kendi ustası Salâh Birsel’in “Varduman” kitabı üzerine yazdığı ve Kitap-lık dergisinin Kasım 1993 tarihli 3. sayısında yayımlanan “Varduman Üzerine Monolog” adlı yazısını göndermiş. [Bu gönderinin bir amacı beni sevdiğim iki ustaya kavuşturmaksa, diğer bir amacı da “gaza getirmek” belki de. Neyin gazına? Cevabı aşağıda.]

Hulki Aktunç, yazının bir yerinde birkaç yazar sözlüğünden açıp devam ediyor: “Hani, nerede Salâh Birsel Sözlüğü? Böyle bir çaba, Türkçenin unutulmaya çalışılan ve görmezden gelinen güzelliklerini bize ulaştıracaktır. Hani?”
Böyle okuyunca irkildim tabii. “Hani nerde?” diye hesap soran bir Hulki Bey vardı karşımda. Parmağını sallıyordu sanki. Efendim bendenizin bir “Salâh Bey Sözlüğü” teşebbüsü olduydu. Bir parçası yayımlandı da. Ne ki uzun mesafe koşucusu olmadığımdan tıkandım kaldım. Doğrusu, ekmek parası için günde 8 saat mesai yaptığımdan, böyle büyük ve kapsamlı bir sözlük gözümde büyümekte. Ama belli olmaz, hayat bu. Gün gelir, sözlüğümüzü, adıyla sanıyla “Salâh Bey Sözlüğü”nü tamamlarız belki.
9.Mart.21
YouTube fenomenlerine aşinaysanız muhakkak bilirsiniz, “Ama kafamız nası güzel biliyo musun” diyen arkadaşı. Tanımıyorsanız da bulmak çok kolay.
Hulki Aktunç’un “Madi Hayat in the Dark” öyküsü de “madiden bi yağmur biliyo musun” diye başlar ve diğer 7 paragrafın antresi de aynıdır. Öyküye tekrar el atınca ikisi eşleşti akıl tasımda. Aktunç’ta anlatıcı karakterin ağzından okuruz öyküyü. Noktasız virgülsüz koşan, argo adımlarla ilerleyen bir öyküdür. Hulki Aktunç bu öyküsünde engin argo bilgisini konuşturur. [Yoksa siz hâlâ Büyük Argo Sözlüğü’nü okumadınız mı?]
***
Birkaç sene önce [2016’ymış] özenip Hulki Aktunç ustaya [ve onun ustası, dahi hepimizin ustası Salâh Birsel’e] minnetle karaladığım bir öykücük vardı. Bir kalem alıştırması babında bir metindi: “Çarliston”. Öykülerimde zaman zaman oynayan Ozan karakteri, burada da boy gösteriyordu:
ÇARLİSTON
Uzun süredir sesi çıkmıyordu, neredeyse bir yıldır pavyona gittiğini duymamıştım, artık endişeleniyordum. Ozan’ı aradım. Başladı yazın bir türlü gelmeyişinden şikayet etmeye. Adam sanki güneş enerjisiyle çalışıyor, neredeyse on beş yıl oldu, hâlâ alışamadı şu Anakara’nın havasına suyuna. Pavyona gidek, dedim. Kem küm etti. Anladım, duymuştum hikayeyi. Hesaplar benden, dedim. Ekledim: Zaten ben sizin hesabı ödemeden kaçtığınız yeri biliyorum, oraya gitmeyiz, merak etme. İş yerinden arkadaşlar gidecekti, onlara takılırız diye düşündüm.
Pavyona girdik, selamlaştık, oturduk. Etrafta konslar apikurya maskaraları gibi dolanıyordu. Arkadaşlar, “Ooo, çiçeklendirdiniz masamızı” dediler önce. Gülümsedik. Ve fakat bir süre sonra Ozan’ın tipine (fular, yuvarlak gözlük, kasket, baston şemsiye) bakıp bakıp duran Cemo kulağıma eğilip “Kim la bu çarliston?” diye fısıldadı. Ozan bunu duyunca ortalık elli altı oldu tabii. Tutmasam hacamat edecekler birbirlerini. Ama sonra toparladık. Ozan’ı sevdiler, haliyle. Cemo gönlünü aldı Ozan’ın. “Kusura bakma birader,” dedi, “biz çok tepizlendik de zamanında… Ondan bu hırçın hallerimiz.” Kadehler tokuşturuldu. Ben komiser dublesi aldım, diğerleri tekle duble arası tuhaf bir şey içtiler. Ozan bildiğinden şaşmadı: Domuz sıkısı.
***
Hulki Aktunç’un öykülerini toplu olarak değil de ayrı kitaplar halinde, kitap kitap bassa ne güzel olur Yapı Kredi Yayınları. Belki yeni bir ilgi doğar Aktunç’un öykülerine. Bu kadar dille oynayan öyküler yazılan bir zamanda dili yudum yudum çalışmış bir ustanın öyküleri neden bu kadar az okunur? Soru bu. Ama cevabı bende yok.
10.Mart.21
ankara’ya kış yağıyor hayriye
yere düşene kadar hâkileşiyor kar
[Gökhan Arslan, Tebeşir Bahçesi, s. 20]
12.Mart.21
Refik Halid Karay’ın “Guguklu Saat” adıyla bir araya getirilmiş olan yazılarına el attım iki gündür. Refik Halid öyle bir yazar ki ne yazsa okunur. Alışveriş listesi yapmışsa, ola ki bulunursa, getirin okuyayım.
Bu yazıların birinde kendi ölümü üzerine düşünmekten açarken İspanyol Nezlesi’nin bahsi de geçiyor.
Doğrusu son bir yıldır herhalde hepimiz ölüm korkusuna daha fazla kapılmışızdır. Zaman zaman artmış, azalmıştır belki ama Covid-19 denen bu illet terki diyar eylemediği sürece bu korkudan da tamamıyla kurtulamayacağız. Doğrusu, Covid-19 olsun olmasın, ölümü düşünmekten hiçbir zaman kurtulamaz insan.
Korkuyoruz korkuyoruz ama Refik Halid’in dediği gibi, “Bu milyonlarca halkın içinden beni mi bulacak be?” diye düşünüyoruz. Halbuki buluyor işte.

Hamiş: Guguklu Saat’e “mizah” etiketi vurulmuş. Bu pek yerinde olmamış doğrusu. Çünkü bu kitaptaki yazılar, diyelim bir “Karga Bana Dedi Ki” ya da “Kirpinin Dedikleri”ndeki yazılar gibi değil. Kitapta yer alan “Bir Küçük Facia” adlı yazıda, sözgelimi, Refik Halid Sinop’taki menfa günlerinde edindiği bir köpek dostundan açar. Köpeğin acıklı sonu bırakın mizahi olmayı, üzünçlüdür.
Hamiş 2: Şimdi baktım da, İnkılâp Yayınları Refik Halid’in bazı kitaplarında o sarı kapaklardan kurtulmuş. Pek sevindim doğrusu. Hatta, kimse alınmasın ama, keşke başka bir yayınevine geçse Refik Halid’in yayın hakları. Daha fazla okunacağından, kanıtım yok ama, eminim.
Ben yayıncı olsam [yani basılı kitaplar yayımlayan bir yayıncı olsam, ki olmak istiyorum] ve Refik Halid benim yazarım olsa inanın çok fazla şey yapardım Refik Halid’in daha çok okunması için. Özel basımlar yapardım hiç değilse. Adına ödül düzenlenmesine önayak olurdum. Ve bunları [bunun için de yapılabilir elbet] daha fazla para kazanmak için değil, Refik Halid gibi Türkçenin en büyük, en önemli ve en iyi yazarlarından biri daha çok okunsun için yapardım. Daha çok okunsun için.
Onur Çalı
Refik Halid’in sigarasını yakarken çekilmiş fotoğrafı, yazarın torunu Aslıhan Karay’ın twitter hesabından alınmıştır. Aslıhan Hanım’ın demesine göre, fotoğraf Refik Halid’in eşi Nihal Karay’ın doğum gününde çekilmiş. (Arkası bize dönük olan, askılı elbiseli Nihal Hanım.)