Turan Horzum

Tam karşımda ayakta. Bloody Mary, diyor, bu karışımı unutma. Yarım limon, acı sos, istediğin kadar votka, karabiber, bol domates suyu. Yanına iyice sokuldum. Karışımı sıraladı ama daha yarım limonu bardağa sıkabilmiş değil. Elimi votkaya doğru uzatıyorum, karışma, diyor, otur sen. Konuşalım, yaptığım işlere bakma.

Üç kişilik koltuğun ucuna ilişiyorum. Ona bakmamaya çalışıyorum. Gözündeki acıyı görmek istemiyorum çünkü. Bir bacağı olmayışını Ayten’in. Oysa yüzü pırıl pırıl, dalgalanan sarı saçları, dolgun kalçaları, her şeyi çok güzel. Üniversite mezunu, çalışıyor, yalnız yaşıyor, kimseyi istemiyor yanında. Hepsini görüyorum, yine de içselleştiremiyorum bütün bunları.

Hızla içtim Blodymary’i. Yüzüne bakmadım. Çıktım dışarı.

Şimdi gökyüzünün bulutlanması, tam karşıdaki hırdavatçının tanıdık olması, hızla geçen otobüs şoförünün korna çalması onun bacağından daha önemli sanki.

Yürüyorum. Güneş tamamen gitti. O yana bu yana koşuşanlar çekildi. Akşamın ılık serinliği düştü orta yere.

Geniş bulvardan sağa kıvrılıyorum. İşte karşımda Ayten’in işyeri. Binanın girişinde en az sekiz on basamak var. Nasıl çıkıyor yukarı, her basamakta dinleniyor mu? Yukarıdan onu görenler neler düşünüyor?

Geçiyorum kuru binayı. Yanındaki parka girip bir dizi taflan ve iğde ağacının ardındaki banka oturuyorum. Cadde akıyor az ileride. Sonra evler, ışıklar. Sokağın karşı kıyısında akşam yemeğine hazırlanıyor insanlar. Perdeler hep açık. Ayten’in kapalı.

Bankın soğuğu tenime işlemeye başlıyor. Ayten’in hangi mevsimi daha çok sevdiğini düşünüyorum, biriktirdiği yaşamlarını. Kesilmeseydi, sol bacağını en çok ne zaman hangi sevişmede şükranla seveceğini.

Demişti ki: “Kaza geçirdiğimde on üç yaşımdaydım. Kesilecek, dedi, doktor. Kestirmedim. Ağladım, bağırdım, intihar ederim, dedim, anneme. O gökyüzü bakışlı anneme. Onca söze dayanamadı, ikna oldu. On sekiz yaşıma kadar sayısız kere bıçak altına yattım. Olmadı. Kestiler bu bacağımı. Protez taktılar. Genç kızlığı tüketmeden, erişkin bir kadın oldum ben. Ve hayat bizim gibilerin nasıl yaşayacağını daha fazla ihmal etmesin, hoyrat sokaklardan kaçtığımızda bir de evler bize vurmasın diye mimarlığı seçtim.”

O kapalı perdeye bakıyorum. İçimde rahatlık yok. Ayten’e her zaman söylediğim sözler yalan. Çok güzelsin, konuşuyor, görüyor, üretiyorsun. Senin mimarisini çizdiğin evlerde oturuyoruz, doğru. Ama her dokunmaya çalıştığımda bacağın aklıma geliyor. Senin bir bacağın eksik.

Hayır! Asıl bende sendeki o özgüven, o kendini bilmek eksik. Oysa seninle sevişmek istiyorum. Açıkta bıraktığın göbek boşluğundan başlayarak dimdik göğüslerine doğru… öpüşlerimi tenine sindirmek. Sümbülteber kokunu içime çekmek, yüzüne dağılan sarı saçlarını iki elimle yavaş yavaş açıp dolgun dudaklarına dudaklarımı dokundurmak… Sonra yanına usulca uzanıp elini yanağıma koyup uyumak istiyorum.

Parktan koşarak ayrıldım.

Kapısının önündeyim. Heyecanlıyım, gururluyum. Çaldım zili. Bekledim. Karşımda Ayten’in pırıl pırıl yüzü.

Hayrola, diyor, hızla çıkmıştın, kaçar gibi.

İçeri giriyorum. Gülümsüyorum. Ayten gülümsemiyor.

Aklından ne geçiyorsa unut, diyor, otur, konuşalım.

Turan Horzum