“Meclisi yok ettiklerinde uyanmadık, terörizmi bahane ederek anayasayı yok saydıklarında da uyanmadık ama şu an uyanığım!”
Kanadalı yazar Margaret Atwood, Damızlık Kızın Öyküsü romanını 80’li yılların ortasında yazmıştır. 1980’lerin başlarında Amerika’da yükselen aşırı sağcı politikalar ve İran’daki devrimin etkisiyle yazılan roman, doğurgan kadınların özgürlüklerini yok sayarak cinsiyete dayalı sosyal kast içerisindeki iktidar ilişkilerini ve direniş mekanizmalarını distopik bir kurguyla anlatmaktadır.
Romanda nüfus, zehirli çevresel faktörler nedeniyle azalmıştır. Erkeklerin üreme kapasitesi düşmüş, çok sayıda “olmamış” çocuk doğmaya başlamıştır, bu nedenle hayatta kalabilecek çocuk doğurma kapasitesine paha biçilememektedir. Rejimin seçkinleri, kendilerine Damızlık Kız olarak atanan üretken kadınları ayarlamakta, bu kadınlar doğurdukları çocuklara kesinlikle sahip çıkamamakta, bebekler sağlıklıysa eşlere ait olmaktadır.
Damızlık Kızlığa yeni alınan kızlar, Kırmızı Merkez olarak bilinen bir tür Kızıl Muhafızlar yeniden eğitim tesislerinde eski kimliklerini reddetmeyi, yeni görevlerini bilmeyi, gerçek haklarının olmadığını ama uyum sağlarlarsa belli bir noktaya kadar korunacaklarını anlamayı ve biçilen kaderi kabul edip isyan etmeyecek ve kaçmayacak kadar kendilerini küçük görmeyi öğrenmek zorundadırlar. Damızlık kızların isimleri de silinmekte, ait oldukları Kumandanlar’ın isimleriyle anılmaktadırlar; Fredinki, Gleninki gibi.
Gilead kadınlarının kitaplara erişimi yoktur, on dokuzuncu yüzyıl Amerikan köleleri gibi okumaları yasaktır. Sadece Teyzeler’in, yani yönetici sınıftaki kadınların okumalarına izin vardır, onlar da belli kitaplara ulaşabilmektedirler. Kadınlar parayı denetleyemez, evin dışında çalışamazlar. Seçkin ailelerin kızları okullarda sadece dikiş nakış, mutfakla ilgili işleri öğrenmektedirler. Adet göremeye başladıklarında, yani fiziksel olarak doğurabilecek yaşa geldiklerinde kendilerine hemen uygun koca adayları aranmaktadır. Kocaların kim olacağına Teyzeler karar vermektedir.
Gilead kadınlarının giydikleri iffet elbiseleri, batılı din ikonografisinden alınmıştır: Eşler, Meryem Ana’ya uygun olarak saflığın mavisini, Damızlık Kızlar doğumun kanına dayanan ama Maria Magdalena’yla da ilişkilendirilen kırmızıyı giyerler. Aynı zamanda kırmızı, kaçmaya teşebbüs edenlerin kolayca fark edilmelerini de sağlar.
Kitabın geçtiği yer Cambridge, Massachussets’tir. Burası günümüzün önde gelen liberal bir eğitim kurumu, aynı zamanda Püriten teoloji semineri merkezi olan Harvard Üniversitesi’nin de şehridir. Margaret Atwood, bir dönem Harvard’da eğitim görmüştür. Romanda idam edilenlerin bedenlerinin sergilendiği alan olarak Harvard duvarının kullanılması bazılarını öfkelendirmiştir.
Atwood romanı Batı Berlin’de yaşarken yazmaya başlamıştır. O dönem şehir hâlâ Berlin Duvarı’yla çevrilidir. Sovyetler Birliği hâlâ güçlü ve yerli yerindedir, yıkılmasına da daha beş yıl vardır. Pazar günleri Doğu Alman hava kuvvetleri, ne kadar güçlü olduklarını göstermek için ses duvarını aşmaktadırlar. Ayrıca Çekoslovakya ve Doğu Almanya’ya da ziyaretler yapan Atwood ihtiyatı, gözetlenme duygusunu, sessizlikleri, konuların değiştirilmesini, insanların çapraşık bilgi iletme biçimlerini yaşayıp görmüş ve bu gözlemlerini Damızlık Kızın Öyküsü romanında işlemiştir.
Roman 1985 yılında yayınlanmış ve o dönemde çok ilgi çekmiş, yazarına Arthur C. Clarke ödülü kazandırmış, ertesi yıl dünyanın en prestijli edebiyat ödüllerinden Booker’a aday gösterilmesini sağlamıştır.

Kırktan fazla dile çevrilen roman ilk kez 1989 yılında filme çekilmiş, opera, bale olmuş, çizgi romana bile dönüştürülmüştür. 2017’de Bruce Miller tarafından televizyon dizisine uyarlanmıştır. Bu dizide Margart Atwood’un da ufak bir rolü vardır. Emmy ve Altın Küre ödüllerine değer görülen dizinin başarısı kitabın sekiz milyon satışa ulaşmasını da beraberinde getirmiştir.
Margaret Atwood, Damızlık Kızın Öyküsü’yle aday gösterildiği Booker ödülüne, 2019 yılında Ahitler romanıyla değer görülmüştür.
Ahitler, Damızlık Kız’ın devam romanıdır ve ilk kitabın kaldığı yerden on beş yıl sonrası anlatılmaktadır.

İlk kitap damızlık kız Offred/Fredinki’nin ağzından hikâyelendirilir. Ahitler ise Teyzeler’in en güçlüsü Lydia Teyze, Nicole Bebek ve Agnes’in mücadele günlüklerinden oluşmaktadır. Bu romanda kadınlar zekâ, kurnazlık ve cesaretle Duvar’a, işkenceye ve ölüme rağmen özgürlüğe kaçışı örgütlemektedirler. Totaliter Gilead rejimini yıkmaya çalışırken, geriye tüm kadınlar için, gelecek için bir kurtuluş vasiyeti bırakırlar: Özgürlük duvarların ardındadır!
Gilead’ın, Stephen King’in Kara Kule romanındaki silahşor Roland’ın memleketiyle aynı adı taşıması ne kadar tesadüftür bilmiyoruz ama bir öngörü olup olmadığı sorusuna Atwood şöyle cevap vermiştir. “Hayır, bir öngörü değil, çünkü geleceği öngörmek aslında mümkün değil. Çok fazla değişken, çok fazla öngörülemeyen olasılık var. Bir karşıt-öngörüdür diyelim. Ayrıntılı olarak tarif edilirse bu gelecek belki gerçekleşmez. Ama böyle bir hüsnükuruntuya da güvenilmez.”
1939’da doğmuş, İkinci Dünya Savaşı’nda bilinçlenen biri olarak kurulu düzenlerin bir gecede yok olabileceğini bildiğini, değişikliğin şimşek hızında olabileceğini, “Burada olmaz!” sözüne güvenilemeyeceğini, şartlar uygunsa her yerde her şeyin olabileceğini de eklemektedir.
2020 Nobel Edebiyat Ödülü için adı geçen Margaret Atwood, ödülü alamasa da tüm dünyada yükselen radikal politikalar üzerine gündeme gelen bu romanlarıyla mesajını çok güzel vermektedir: “Yeterince uyanık mısınız ve tehlikenin farkında mısınız?”
Berrin Yelkenbiçer
Kitap Eki dergisinin Kasım 2020 tarihli 10. sayısında yayımlanmıştır.