John Milton’ın “Yitirilen Cennet” adlı eseri, İthaki Yayınları tarafından tam metin olarak yayımlandı. Kitabı, çevirmeni Yiğit Yavuz ile konuştuk.

Yiğit Yavuz

Yitirilen Cennet’i çevirmeye nasıl karar verdiniz?

Yitirilen Cennet, özgün adıyla Paradise Lost,2016 yılında bana önerilmiş bir kitaptı. Başlangıçta, çevirisinin altından kalkamayacağımı düşündüğümü itiraf edeyim; had safhada zorlu bir eserdi çünkü. Fakat Batı dünyasında çok incelenmiş, üzerinde çok çalışılmış bir eserdi aynı zamanda; dolayısıyla metni açıklayıcı, kılavuz niteliğinde birçok kitap, makale mevcuttu ve karmaşık metni düz anlamıyla veren sadeleştirilmiş edisyonlar boldu. Kitabı bunlarla birlikte okuyunca, Milton’ın meramı bana anlaşılır ve Türkçeye aktarılabilir göründü. Hikâyeden de ziyadesiyle hoşlanmıştım ve bu hikâyeyi çevirme düşüncesi beni heyecanlandırmıştı: Malum, bir yaratılış destanıdır Yitirilen Cennet; ilk günahı, Âdem’le Havva’nın Aden bahçesinden kovulmalarını anlatır ama bununla kalmaz: Meleklerle şeytan ve taifesinin savaşı, günah, ölüm, iradenin özgürlüğü, semavi düzen ve adalet, kadın-erkek ilişkilerinin doğası gibi birçok renkli izleği vardır. Tabiri caizse ayağı yerde, başı gökte bir manzum eserdir; yani hem ilahi, hem de dünyevi nitelikteki temel meseleleri bir araya getirerek tartışır. Gerek dil, gerekse içeriğiyle çok etkileyicidir. Eserin mahiyetini kavrayınca, bunu çevirmek yönünde büyük bir hevese kapıldım ve çeviriye böylece başladım.

Çevirmen olarak kendinizden kısaca bahseder misiniz? Ne tür kitaplar çeviriyorsunuz? Yazarlara sorulur, biz de çevirmen olarak size soralım: Bir çeviri rutininiz var mı?

Çifte mesaisi olan, ekmeğini esas olarak radyo yayıncılığından kazanan, fakat kitap çevirmenliğine tutkuyla bağlı biriyim. Edebi kitaplar çeviriyorum, kalıcı değeri olan yapıtlar çevirmeyi tercih ediyorum diyebilirim. Ağırlıklı olarak klasik eserleri Türkçeleştirdim. Bir dönem Vladimir Nabokov üzerine çok yoğunlaştım, yirminci yüzyılın en önemli ve en zorlu romanlarından Solgun Ateş’i o dönemde çevirdim mesela. Tüm zamanını çeviriye ayıramadığım için, koşmadan, makul bir zaman diliminde bitirebileceğim çeviriler yapmayı tercih ediyorum. Zamanımı bölümleyerek kullanıyorum ve daha çok gece saatlerinde çeviri yapıyorum. Bir çeviriye başladığım zaman, mümkün olduğunca fasıla vermemeye, disiplinli olmaya ve çeviri yapmadan gün geçirmemeye çalışırım. Ama elbette pandemi dönemi, herkes gibi benim de çalışma düzenimi değiştirdi.

Yitirilen Cennet’in çevirisine gelelim. Nasıl bir süreçti, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Meşakkatli bir süreçti. En emekli ürünüm oldu kesinlikle. Çeviri yaklaşık altı aylık bir ön okuma ve hazırlık gerektirdi. Çeviriye başlayıp bitirmem de iki yıl sürdü. Çevirinin tesliminin ardından, çeşitli sebeplerle kitabın yayına hazırlanması gecikince ben yayınevi değiştirmek zorunda kaldım. İthaki’yle anlaşmamızın ardından altı-yedi ay daha bekledi kitap. Sonrasında, çok kıymetli editörüm Selçuk Aylar’la çeviri üzerinde çalışmaya başladık. Bu süreç de yedi ay kadar aldı. Kendisi çevirimi, tabiri caizse hallaç pamuğu gibi atan çok dikkatli, çok güzel bir redaksiyon yaptı. Beni de bu çalışmaya dahil etti: Sorun gördüğü yahut daha iyi olabileceğini düşündüğü her kısmı açıklamalar eşliğinde bana iletti, ben ilettiği yerleri tekrar elden geçirdim. Böylece sayısız yazışma, istişare içinde metin parça parça son halini aldı. Toplamda beş yılı bulan bir sürede nihayet, birleşik emeğimizin ürünü diyebileceğim bir kitap ortaya çıktı.

Çevirmeden önce okuduğunuz, sevdiğiniz, aşina olduğunuz bir yazar mıydı John Milton? Yoksa çevirmeye karar verdikten sonra mı tanıdınız?

Çeviriye hazırlık ve çeviri süreci içinde tanıdım diyebilirim. Paradise Lost’u uzun yıllar önce bir kez okumaya çalışmış, fakat başaramamıştım. Dipnotsuz, açıklamasız baskılardan John Milton’ın şiirini okuyup anlamak, ana dili İngilizce olan insanlar için bile had safhada zordur esasen. Milton sadece şair değil; aynı zamanda, siyasi ve felsefi alanda metinler yazmış bir düşünür ve polemikçi. Onun anlayışını, felsefesini, Yitirilen Cennet’in içeriğini gereğince kavramamı sağlayacak ölçüde öğrenmeye gayret ettim. Bu öğrenme süreci de çeviri süreciyle atbaşı gitti.

John Milton orijinal dilinde nasıl bir yazar sizce? Dil kullanımı, üslubu, öne çıkan özellikleri neler?

Milton İngilizcenin sınırlarını alabildiğine zorlamış bir şair ve İngiliz edebiyatının kurucu isimlerinden. Bir düzine lisanı, dört-beş tanesini çok iyi olmak üzere biliyor ve şiirlerinde, Latincenin yapısını çağrıştıran sıra dışı bir İngilizce kullanıyor. Değişik dillere hâkimiyeti dolayısıyla, kelimelerin etimolojisini de kavrıyor ve şiirlerinde çoğu zaman anlamı, seçtiği kelimelerin etimolojik kökenine yönelerek kuruyor. Antik ozanların ve çağdaşı şairlerin farklı dillerdeki şaheserlerinden besleniyor. Üslubu da tamamiyle kendine özgü ve ağdalı: İngilizler buna “Milton’s Grand Style” diyorlar; ben “Milton’ın tumturaklı üslubu” olarak Türkçeleştiriyorum. Destan formunda bir eser söz konusu olduğundan, söz konusu tumturaklı üslup bu forma ve içerikteki uhreviliğe çok uyuyor. Yitirilen Cennet, on binden fazla dize içinde müthiş görkemli bir uzun şiir.

Çevirmen olarak kitapta sizi özellikle çok etkileyen bir bölüm var mı? Varsa hangisi ya da hangileri?

Çeviri esnasında bilhassa Tanrı’nın melekleriyle isyankâr melekler arasındaki savaş sahnelerinden zevk aldığımı hatırlıyorum, ama basımından sonra çeviriyi bir kez daha okuyunca, farklı bölümlerin bana ayrı ayrı tatlar verdiğini fark ettim. Okurun da bu geniş anlatının farklı katmanlarını görmesini, bunların tadına varmasını dilerim.Tanrı, Âdem, Havva, melekler, iblisler, Günah ve Ölüm gibi karakterlerle karşılaşacaklar ve birçok okur gibi, muhtemelen Şeytan’ı hepsinden daha ilgi çekici bulacaklar.