Ummanlı yazar Jokha Alharthi, 2019 yılında Booker Uluslararası Ödülü’ne layık görülen eseri Dolunay Kadınları ile artık Türkçede. Ödülü kazanan ilk Arapça roman olan kitabı dilimize kazandıran ise Süleyman Şahin. Bu eseri dışında başka romanları, çocuk kitapları ve öykü derlemeleri olan yazar, hayatına Umman’da akademisyen olarak devam etmektedir. Timaş Yayınları’ndan çıkan Dolunay Kadınları, üç kuşağı bir arada anlatıyor. Odağına üç kız kardeşi alarak bunlarla birlikte birer kuşak geriye ve ileriye de bakarak Umman’ın sosyal değişimini gözler önüne seriyor Alharthi.

Üç kız kardeş: Meyye, Esma ve Havle. Birbirinden farklı karakterlerde bu kardeşlerin kaderleri anneleri Salime tarafından belirlenir. Oldukça baskın bir karakteri olan bu kadın kızlarını kendi uygun gördüğü kişilerle ve geleneksel bir şekilde evlendirir. Bu yönüyle, aşina olunan konuları barındıran Dolunay Kadınları, değindiği diğer meseleler yönünden benzerlerinden ayrılıyor. Anne-kız, baba-oğul ilişkisi eserde her iki kuşak arasındaki hâliyle ayrıntılı şekilde yansıtılmış. Salime ile kızları ve Meyye ile kızı Londra arasındaki ya da Abdullah ile babası Tacir Süleyman ve Halid ile babası Muhacir İsa arasındaki ilişkiler bu çatışmalara birer örnek olarak karşımıza çıkıyor. Oysa Abdullah ile kızı Londra arasındaki samimi ve güvenli ilişki tam tersi örneklerin de olabileceğini görmemiz açısından önemli. Ayrıca anlaşılacağı üzere romanın karakter kadrosu oldukça kalabalık ancak kitabın başına eklenmiş olan soyağacı okuyuculara oldukça kolaylık sağlıyor. Bölümler, adlarını romandaki karakterlerden alıyor ve her bölümde o kişinin geçmişinden bir kesit anlatılıyor. “Abdullah” başlıklı bölümlerde ise diğerlerinden farklı olarak Abdullah’ın bir uçak seyahati esnasındaki iç konuşmalarını okuyor ve çocukluğuna dair travmatik bilgilere ulaşıyoruz.

Roman boyunca Umman’ın başkenti Maskat ile adı sıkça anılan Avafi arasında gidip geliyor ve karakterler aracılığıyla da Umman’ın yıllar içindeki değişimine şahit oluyoruz. Hayvanlarla yolculuk yapılan zamanlardan evlerde televizyonun olduğu zamanlara, çamurdan yapılma evlerde yaşanan zamanlardan betonarme binalara geçildiği zamanlara geçiş yapıyoruz. Toplumun yapısındaki bu değişim, kadının konumunun da değişimini görmeyi mümkün kılıyor. Önceki kuşağın genç kadınlarının evli kadınların yanında bile oturamadığı, muhabbete katılamadığı dönemden bir sonraki kuşağın kadınlarının üniversiteye gidip meslek sahibi olduğu bir döneme doğru iz sürüyoruz romanın başından sonuna kadar. Umman’ın modernleşmesini Meyye ve kız kardeşlerinden başlayarak Meyye’nin kızı Londra’ya doğru uzanan bir ok düzleminde takip edebiliriz. Kadınların artık üniversiteye gidebilmesi sayesinde Londra ayaklarının üzerinde durabilen genç bir birey olabilmiştir. Fakat yine de sevgilisi tarafından fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalır. Romandaki bu durum, kadının özgür görünmekle birlikte bu süreçte ayağına hâlâ takılan engeller olduğunu gözler önüne seriyor.

Jokha Alharthi

Romanda geleneklerin toplum üzerinde ne kadar baskın olduğunu görüyoruz. Salime gelenekleri hiç sorgulamadan, kendinden öncekilerden gördüğü gibi uygular. Doğum yapan kızını eve gelen misafirlerle birlikte sofraya oturtmaz örneğin, tek başına yemesi için diğer odaya yollar. Yeni doğum yapmış kadının henüz yeterince temiz olmadığı düşünülür çünkü. Ortanca kızı Esma ise batıl inançlara ya da yanlış uygulamalara bol bol kitap okuyarak, araştırarak karşı çıkmaya çalışır fakat karşısında en başta annesini bulur. Ablası Meyye doğum yaptıktan sonra “Anne! Meyye için şu karışımı bir denemelisin. Meşhur doktor Raşid bin Umeyre’nin tarifi” der, ancak annesi tarafından terslenir. Beş sağlıklı çocuk büyüttüğünü söyleyen annesi onun kitaplarından ve doktorlardan yardım istemez. Aksine “Şu kitapları okumayı bırak sen de, gözlerin pörtledi” der. Öte yandan, kölelik de romanın ana meselelerden biri olarak ağırlığınca duruyor. Umman’da köle ticareti yapan bir karakter ve çevresindekiler üzerinden insanları köle olarak alıp satmanın yarattığı psikolojik durum ve toplumdaki tabakalaşmayı gözler önüne seriyor yazar. Abdullah, “Babam, Zarife’yi yirmi kuruşa satın aldığını söylerdi. Ekonomik kriz zamanlarında bir çuval Midras veya Kalküta pirinci yüz kuruştu. Zarife ise yirmi kuruş.” (s. 188) diye anlatır. Köleliğin anneden geçtiğini söyleyen Zarife ise yıllar geçip kölelik kaldırıldıktan sonra bile aynı evde, efendisi ile birlikte yaşamaya devam eder. Oğlu Sencer’in şu sert sözleri bile onu bulunduğu yerden uzaklaştırmaz: “Kanun çıktı, ben artık özgür bir adamım. Özgürüm Zarife! Gözlerini iyice aç! Dünya değişiyor ve sen hâlâ canım, efendim demeye devam ediyorsun.” (s. 99)

Kitabın adı Dolunay Kadınları fakat bu kitabın ana karakterleri kadınlarla birlikte aynı zamanda erkekler, köleler, anneler, babalar, çocuklar hatta tüm Umman. Ancak roman hem üç kız kardeşin hem de bu kardeşlerden Meyye’nin kocası Abdullah’ın yaşadıklarından hareketle iki koldan ilerliyor. Meyye, Esma ve Havle’den birinin romanın gidişatını değiştirecek güce sahip olmasını beklesek de Abdullah karakteri üzerinden baba-oğul ilişkisi üzerine düşünme fırsatı buluyoruz. Jokha Alharthi, “Bir coğrafyanın kaderini ne değiştirir?” sorusunu sordurarak romanı daha da okunası kılıyor.

Nagihan Kahraman