Site icon Parşömen

İlk Göz Ağrısı (85): Çağatay Yılmaz ve “Bizi Buraya Getiren Şeyler”

Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

İş hayatım çok yoğun geçti, o yoğunluk yazma hevesimi küçük bir alana sıkıştırdı ama yazıya ilgimi kaybetmedim. Sonrasında yaratıcı yazarlık atölyesine katıldım. Atölyede önce okuma tercihlerim değişti, bağlı olarak yazma biçimim. Öykü yazmak hedefimi net olarak belirlediğim için hocamın deyişiyle; neyi, nasıl yazmam gerektiğini çabuk buldum.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Uzun zamandır yazıyorum. Geçmişte, biri masal formunda tekerlemelerden, öteki şiirden oluşan iki dosya oluşturmuş, okutma şansı bulduğum iki ustadan olumlu eleştiriler almıştım ama aklımda öykü vardı. Öykü de yazıyordum ama hep, bir türlü olmayan bir şey vardı, aksıyordu. Katıldığım yazı atölyesinde bu sorunlar yüzeye çıkınca onları aşabildim. Öykü bana çok sıcak geliyor, sınırlı alan içinde her yöne hareket edebilme olanağıyla sonsuz bir anlatım olanağı veriyor, küçük ölçekli, inanılmaz detayları olan mini maketlere benzetiyorum öyküyü.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Yayınlanma serüveni diyeceğim buna, çünkü bir çırpıda bu zorluğu anlatan en az beş iyi film sayabilirim. Kadim bir konu, yıpratıcı bir süreç, aynı zamanda –eksik olsun ama– sağlamlaştıran bir yönü de var. Bu kadar laf ettikten sonra tabii ki yayınevini ben belirledim diyemem ancak özellikle öykü denince bu işin mutfağına da sahip olan bir yayınevinden yayınlaşmış olmak, kitap sahibi olmak kadar gurur verici.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Yol göstericim Semih Gümüş hocam, hatta yol göstermekten fazlası. Yazdığım öyküler öteki katılımcıların yazdıklarıyla birlikte atölye ortamında üzerinde konuşulup tartışıldığı için o süreçte bir olgunluğa ulaşmış oluyordu zaten.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Diş çekilmiş gibi bir boşluk oluştu bende, kısa bir süre dilim o boşluğu yoklayıp durdu. Ama bu tamamen fiziki, bir işi sona erdirmenin hafifliği aslında. Öyküler birikip dosya olacak cesamete geldiğinde yarı yarıya benden uzaklaşmış olduğu için fazlaca bir değişiklik olduğunu söyleyemem, benden ayrılmışlardı zaten. Ummak-bulmak ikilisine gelince; bazen keşfettiğim bir kitabın onlarca yıl önce basılmış olduğunu ya da büyük bir yazarın bilmediğim kitabını ya da sokakta yanımdan geçen eskicinin el arabasına yığdığı kitapları görüyorum. Sonuç; her şey olabilir.

Telif aldınız mı?

Evet, aldım.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Benim mutfağım yazı atölyesiydi, hâlâ da devam ediyorum. O ortamda tanıştığım, yılların birlikteliğiyle kurduğum dostluklar ve yeni katılımlarla tanıştığım arkadaşlarım var atölyede, birlikte yemek hazırlamaya devam ediyoruz, tabii ki atölye dışında olan dostluklar, birliktelikler de var. Ama söylediğiniz gibi dergiler çok önemli, düşüncenin su yüzüne çıktığı platform. Gönderilen metnin orada yayınlanmış olması icazet almanın işareti gibi de aynı zamanda.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Farklı tepkiler geliyor ama hayal edilebilir şeyler, yakın çevremin böyle bir beklentisi vardı zaten. Özgür kalmak konusunda daha fazla alana ihtiyacım yok, karım da resim ve minyatürle uğraştığı için birbirimize bu anlamda geniş alanlar bırakıyoruz.

Peki, bundan sonra?

Bir şeyler yazayım dediğimde kast ettiğim şeyin doğrudan doğruya “öykü yazmak” olduğunu fark ettim. Günün birinde değişir mi bilemem ama en azından değişecekse de o güne kadar böyle.

İlk Göz Ağrısı söyleşi dizisine beni de dahil ettiğiniz için Parşömen’e teşekkür etmek istiyorum. Çok teşekkürler.

Exit mobile version