Ilya Kaminsky’nin “Sağır Cumhuriyet” adlı eseri Harfa Kitap tarafından yayımlandı. Kitabı, çevirmeni Selahattin Özpalabıyıklar ile konuştuk.

Selahattin Özpalabıyıklar

Sağır Cumhuriyet’i çevirmeye nasıl karar verdiniz?

2020’nin Ocak ayında bir gün sevgili dostum Emre Ayvaz aradı, yeni bir yayınevi için bir şiir kitabının çevirisini önerdi. Bir iki gün içinde Harfa’nın sahibi (Bir yayınevi söz konusu olduğunda ne tuhaf bir terim! Ya da ben fazla duygusalım, yayınevinin de bir “ticari müessese” olduğunu hâlâ kabullenemiyorum, çünkü hiç yayınevi sahibi olmadım!) Burak’la (Altıkulaç) tanıştım, aynı gün anlaştık ve çeviriye başladım.

Çevirmen olarak kendinizden kısaca bahseder misiniz? Ne tür kitaplar çeviriyorsunuz? Yazarlara sorulur, biz de çevirmen olarak size soralım: Bir çeviri rutininiz var mı?

Kolay sorudan başlayayım: Bir rutinim yok. (Yazarken, editörlük yaparken de yoktur. Yaşarken bile yok galiba benim bir rutinim: “Gelişine” yani…) O kadarki, metni sırayla bile çevirmem: Sağından solundan, çöplenerek okumaya benzer bir şekilde, bir yandan okuyor, bir yandan çeviriyorum. İlk duyduğunuzda garip, hatta yanlış geliyor değil mi böyle bir yöntem? 1) Tam tersine çok faydalı, böylece tekrar tekrar üstünden geçmiş oluyorsunuz metnin. 2) Bu zaten bir “yöntem” değil, deyiş yerindeyse “yöntemsizlik”. Metni parça parça, orasından burasından çöplenerek çevirmenin ortaya çıkaracağı çevirinin başlangıç metnindeki bütünlüğü kaçıracağı düşünülebilir. O açığı kapatan, çevirdiğiniz metne bütün çeviri süreci boyunca da, çevirinin bittiğine kanaat getirdikten sonra da tekrar tekrar dönüşünüz oluyor. Ben aslında sabırsızımdır, sabırsızlığımı “çöplenme” yöntemiyle tedavi ediyorum diyebilirim. Çünkü bu şekilde, baştan başlayıp düz bir çizgi halinde sona ilerlediğim takdirde harcayacağım vakitten daha fazlasını harcıyorum – ya da bana öyle geliyor.

Ne tür kitaplar çevirdiğime gelince… Ben ilk çevirime 1982’de başladım: Henry Wadsworth Longfellow’dan “The Arrow and the Song” yani “Ok ve Şarkı” diye bir şiir. Üç tane dörtlükten oluşan, belli yapı tekrarlarıyla kurulmuş, adı kadar yalın, neredeyse basit bir şiir. Başladım ama halâ bit(ire)medi(m) desem inanır mısınız? Oysa şimdi ortada Ocak 1992’de yani on yıl sonra Borges’ten yaptığım şiir derlemesi Altın ve Gölge’yle başlayan, William Blake ve Emily Dickinson gibi demir leblebi şairlerden kitaplar, Guillermo Cabrera Infante’den deneme, Anna Kavan’dan bir roman (bir de tezgâhtan yeni çıkmış öykü kitabı), perakende öykü, şiir ve deneme çevirileri, Şrek’in yaratıcısı William Steig’dan çocuk kitapları gibi bir hayli çalışmanın yer aldığı bir serüven var. Soruya döneyim: Yine de benim gönlüm hep şiir çevirisinde: Kendimi en rahat hissettiğim çeviri alanı şiir çevirisi. Umarım okur da aynı fikirdedir.

Sağır Cumhuriyet’in çevirisine gelelim. Nasıl bir süreçti, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Çevirinin benim elimden çıkan ilk –“demlenmemiş”– aşamasının tarihi 18 Nisan 2020. Kitabın editörlüğünü Emre üstlendi. Dosya onunla, ara ara da Burak’la, aramızda gidip geldi, son halini alması ekimi buldu. (Arada Emre’nin önerisiyle yazdığım “Çevirmenin Notu” 31 Mayıs tarihini taşıyor.) Kasım ayında da yayınevinin ikinci kitabı olarak çıktı.

Zorluklara gelirsek, kitabın sonundaki “Çevirmenin Notu”ndan aynen aktarıyorum:

“… Kamins­ky’nin kimi imgelerinin beni (hâlâ inanamıyorum ama, William Blake ve Emily Dickinson çevirirken bile zorlanmadığım ölçüde) zorladığını, bu güçlükleri aşmada arkadaşım ve editörüm Emre Ayvaz’ın paha biçilmez yardımlarını gördüğümü muhakkak söylemeliyim. Şimdi Kaminsky çevirisindeki zorluklarla Blake ya da Dickinson çevirirken zorlanılan noktaların neler oldukla­rını düşünmek, beni çeviride her kaynak metnin kendine özgü zorlukları olduğunu, bu zorlukların (elbette) metne içkin bir nitelik olduğunu ve kesinlikle (yazı kaliteleri arasındaki farklar saklı kalmak şartıyla) kaynak metinler arasındaki bir düzey farkı olmadığını düşünmeye yöneltiyor. (Belki de Blake ve Dickinson çevirirken bile bu kadar zorlanmadığımı kabul edemediğim için böyle bir züğürt tesellisi arıyorumdur, kim bilir!)”

Çevirmeden önce okuduğunuz, sevdiğiniz, aşina olduğunuz bir yazar mıydı Ilya Kaminsky? Yoksa çevirmeye karar verdikten sonra mı tanıdınız?

Hiç tanımıyordum. Vaktiyle Kitap-lık’ın bir sayısına Paul Muldoon dosyası hazırlanırken Enis (Batur) çevirmem için onun şiirlerini verdiğinde yaşadığım utanca benzer bir utanç yaşadım Emre Ilya Kaminsky’den söz ettiğinde. Nasıl olup da kaçırmışım diye hayıflandım. Hele sağır olduğunu öğrendiğimde hem utancım katlandı, hem de yakınlığım arttı. Babamın da sağır olduğunu söylediğimde bu tevafuk Emre ile Burak’ı da çok şaşırttı. Çeviriyi babama adamam, bu “kader ortaklığı”nın etkisiyledir.

Ilya Kaminsky orijinal dilinde nasıl bir yazar sizce? Dil kullanımı, üslubu, öne çıkan özellikleri neler?

Yine kitabın sonundaki “Çevirmenin Notu”ndan aktarıyorum:

“Ilya Kaminsky’nin (dört yaşında, yani anadilini bile doğru dürüst öğrenememişken, doktor hatası sonucu işitme duyusunu büyük ölçüde yitirmiş, on beşinde de Odesa’dan Amerika’ya göçmüş biri olarak) öğrenilmek zorunda kalınmış, bu yüzden de bazen neredeyse kitabi, hatta mekanik denebilecek bir İngiliz­ceyle, ama, en öne çıkan örneği herhalde Vladimir Nabokov olan bir yazar türünün gayet iyi yaptığı gibi, çok iyi öğrenmekle kal­mayıp bu dile katkılarda da bulunarak yazdığını düşündüğümü söylersem, umuyorum yanılmış olmam.”

(Benim aklım sonradan açılır; seneye sorarsanız aynı soruyu, büyük bir ihtimalle daha dolgun, daha doyurucu bir yanıt verebilirim.)

Çevirmen olarak kitapta sizi özellikle çok etkileyen bir bölüm var mı? Varsa hangisi ya da hangileri?

Belki sloganımsı bir parça ama, ben en çok “Enseye İnerken Titreyen Bir Giyotine Benzeyen Bir Şehir” başlıklı şiirin final dizelerini sevdim, çünkü bir derdi var, ve bu derdi mükemmelen aktarıyor okura:

“Tanrı’nın duruşmasında, soracağız: Bütün bunlara neden izin verdin?
Cevap bir yankı olacak: Bütün bunlara neden izin verdin?”